Güney Kore, tarih boyunca Asya’nın en hareketli diplomatik kavşaklarından biri olmuştur. Bu ülke, Soğuk Savaş’tan itibaren askeri olarak Amerika Birleşik Devletleri’yle (ABD), ekonomik olarak ise Çin Halk Cumhuriyeti’yle sıkı bağlar kurmuş; günümüzde ise bu iki süper gücün rekabet alanında hassas bir dengeyi koruma çabasına girişmiştir.
ABD, Kore Savaşı’ndan bu yana Güney Kore’nin en önemli güvenlik ortağı olagelmiştir. Amerikan askerlerinin 1950-1953 yılları arasında verdiği destek, iki ülke arasında “kanla yoğrulmuş dostluk” olarak anılmaktadır. Buna karşın Çin, Güney Kore’nin en büyük ticaret ortağı konumundadır. Yani Seul, güvenliğini Washington’a, refahını ise Pekin’e borçlu bir yapıyı miras almıştır. Bu durum, Lee Jae-myung yönetiminin elini zorlaştırmıştır.
Cumhurbaşkanı Lee, hem ekonomik büyümeyi hem bölgesel istikrarı sürdürmek isteyen bir lider profili çizmiştir. Lee’nin amacı, Güney Kore’yi ABD-Çin rekabetinin bir tarafı olmaktan çıkarıp, her iki ülke ile de karşılıklı çıkar temelinde işbirliği yapabilen bir “denge aktörü” hâline getirmektir. Bu yaklaşım, küçük ve orta ölçekli devletlerin küresel rekabet ortamında benimsediği “denge politikası”nın modern bir yansıması olmuştur.
Lee yönetimi, Seul’de hem Trump hem de Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’i ağırlayarak bu politikayı somutlaştırmıştır. İki liderin aynı kentte buluşması, Güney Kore’yi diplomatik anlamda eşsiz bir konuma taşımıştır. Ancak bu durum aynı zamanda yüksek riskler de taşımaktadır; zira taraflardan birinin memnuniyetsizliği, uzun vadede ekonomik ya da güvenlik boyutunda sıkıntılar doğurabilecektir
ABD ile Güney Kore arasındaki bağ güçlü kalmış olsa da son dönemde bu ilişkilere bazı gölgeler düşmüştür. Georgia eyaletindeki Hyundai tesislerinde yüzlerce Güney Kore vatandaşının gözaltına alınması, iki ülke arasındaki güven algısını zedelemiştir. Buna rağmen halkın büyük kısmı ABD’yi hâlâ “vazgeçilmez müttefik” olarak görmektedir. Güney Korelilerin yaklaşık %90’ı ABD’yi ülkenin en önemli dostu olarak tanımlamıştır.[i]
Trump yönetiminin, Güney Kore’den “daha fazla yatırım” talep etmesi ise halk arasında bazı soru işaretleri yaratmıştır. Özellikle genç kuşaklar, ABD’nin ülkeye yalnızca ekonomik çıkar gözlüğüyle baktığı endişesini taşımaktadır. Bununla birlikte Washington’un Kore Yarımadası’ndaki güvenlik garantörü rolü değişmemiştir. Amerikan askeri varlığı, Kuzey Kore tehdidine karşı caydırıcılık sağlamaya devam etmektedir.
ABD, teknoloji ve savunma işbirliğinde Güney Kore’ye önemli fırsatlar sunmuştur. Yarı iletken üretimi, yapay zekâ ve uzay teknolojileri gibi alanlarda iki ülke arasında stratejik ortaklık derinleşmiştir. Lee hükümeti bu bağları güçlendirirken, aynı zamanda ülkesinin ekonomik bağımsızlığını artırma hedefini de korumuştur.
Öte yandan Çin, Güney Kore’nin ihracatının büyük kısmını oluşturan bir pazardır. Pekin’in istikrarlı büyümesi, Güney Kore sanayisinin can damarını beslemiştir. 2016 yılında yaşanan THAAD füze savunma sistemi kriziyle ilişkiler gerilmiş olsa da Lee yönetimi iki ülke arasında güven inşasını yeniden tesis etmeye çalışmıştır.
Şi Cinping’in 11 yıl aradan sonra Seul’e gelmesi, bu sürecin önemli bir göstergesi olmuştur. Şi’nin ziyareti, yalnızca diplomatik bir nezaket değil, aynı zamanda ekonomik ortaklığın derinleştirilmesi yönünde bir niyet beyanı olarak görülmüştür. Çin tarafı, Güney Kore’yi Asya-Pasifik bölgesinde “istikrarlı, güvenilir bir ortak” olarak nitelendirmiştir.[ii]
Lee Jae-myung, Çin’in yatırım ve turizm kanallarını yeniden açmaya çalışmıştır. Çinli turist gruplarına vize kolaylıkları tanınması, Kore ekonomisine canlılık kazandırmayı hedeflemiştir. Her ne kadar bazı çevreler bu politikayı “aşırı yumuşak” bulmuş olsa da ekonomik göstergeler açısından kısa vadede olumlu sonuçlar doğurmuştur.
Güney Kore toplumunda “özgürlük” kavramı güçlü bir yere sahiptir. Protestocular, “ifade özgürlüğü”nü savunduklarını iddia etmişlerdir. Ancak Lee hükümeti, toplumsal barışın ve diplomatik nezaketin korunmasını da aynı derecede önemli görmüştür. Bu tutum, Güney Kore’nin demokratik olgunluğunu yansıtan bir tavır olmuştur.
Şi Cinping’in Trump’tan daha uzun süre Güney Kore’de kalması, Çin’in bölgedeki diplomatik hamlesinin ciddiyetini göstermiştir. Şi, Gyeongju’daki Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) zirvesinde diğer liderlerle de temaslarda bulunmuştur. Bu zirve, Güney Kore’ye hem ekonomik hem siyasi anlamda yeni fırsatlar sunmuştur.
Lee Jae-myung, aynı zamanda Kuzey Kore’yle yeniden diyalog kurulması yönünde umut beslemektedir. Şi’nin desteği, bu konuda önemli bir anahtar rolü oynayabilir. Daha önce Moon Jae-in döneminde olduğu gibi, Seul yönetimi Pyongyang’la barış görüşmelerine zemin hazırlamak istemektedir.
ABD de bu konuda tamamen olumsuz bir tavır sergilememiştir. Trump, “görüşmeye hazır olduğunu” dile getirmiştir.[iii]Bu nedenle Güney Kore’nin, iki süper gücün rekabetinden ziyade onları aynı masada buluşturabilecek bir “köprü devlet” olma potansiyeli artmıştır.
Bugün Güney Kore yalnızca askeri veya ekonomik bir aktör değil, aynı zamanda bir “yumuşak güç” merkezidir. K-pop’tan sinemaya, teknolojiden kozmetiğe kadar uzanan geniş bir kültürel etki alanı oluşturmuştur. Seul sokaklarındaki K-güzellik mağazaları, televizyon dizileri ve geleneksel hanbok kıyafetleri, ülkenin küresel marka değerini pekiştirmiştir.
Lee yönetimi bu kültürel sermayeyi diplomatik bir araç olarak kullanmayı bilmiştir. ABD de Çin de Kore kültür endüstrisinin küresel etkisinin farkında olmuştur. Bu nedenle her iki taraf da Seul’ü kazanmanın yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda kültürel bir prestij meselesi olduğunu anlamıştır.
Sonuç olarak Güney Kore, tarihinin belki de en hassas diplomatik dönemlerinden birinden geçmektedir. Cumhurbaşkanı Lee Jae-myung, hem Washington’la olan güvenlik bağlarını korumak hem de Pekin’le ekonomik ilişkileri geliştirmek istemektedir. Bu süreçte tarafsız, dengeli ve ulusal çıkar temelli bir politika izlemiştir.
ABD, Kore’nin savunma şemsiyesinin bel kemiği olmaya devam etmiştir. Çin ise Güney Kore ekonomisinin dinamizmine katkı sağlamıştır. Lee’nin başarısı, bu iki güç arasında dengeyi sürdürebilmesinde yatmaktadır. Diplomasi, çoğu zaman “herkesi biraz memnun etmek” sanatıdır; Lee yönetimi de bu sanatı ustaca icra etmeye çalışmıştır.
Kısacası Seul, bugün iki kutbun arasında yalnızca sıkışmamıştır; aynı zamanda bir “denge merkezi” hâline gelmiştir. Güney Kore’nin geleceği, bu dengeyi ne kadar dikkatle koruyabildiğine bağlı olacaktır. Görünen o ki Lee Jae-myung yönetimi bu zorlu görevi büyük bir titizlikle yürütmektedir.
[i] Bicker, Laura. “‘No Trump! No China!’: Caught in the Middle, South Korea Hosts Rival Superpowers”, BBC News, https://www.bbc.com/news/articles/cy7eyg0808xo, (Erişim Tarihi: 02.11.2025).
[ii] Aynı yer.
[iii] Aynı yer.
