Analiz

Türk-Amerikan İlişkilerinde Gelecek Arayışları ve “TRÇ İttifakı”

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Trump’ın 25 Eylül 2025’teki Beyaz Saray görüşmesi, Türk-Amerikan ilişkilerinde 2007 sonrası gerçekleşen ikinci kritik zirve olarak tarihe geçti.
Türkiye’nin “TRÇ İttifakı” çıkışı ve sahadaki caydırıcı gücü, Washington’a güçlü bir mesaj olarak ulaştı ve ikili ilişkilerde olası kriz şimdilik donduruldu.
İsrail faktörü, Türk-Amerikan ilişkilerinde güven sorununu derinleştirmeye devam ederken, F-16 ve F-35 başlıkları stratejik ortaklığın geleceğini belirleyecek en kritik konular olarak öne çıkıyor.

Paylaş

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Trump arasında 25 Eylül 2025 tarihinde Beyaz Saray’da gerçekleşen görüşme, 2000’li yıllarda, 2007 sonrası gerçekleşen ikinci kritik toplantı olarak tarihe geçmiş durumda. 

İlk görüşme, Türk-Amerikan ilişkilerinde krizin zirve yaptığı bir dönemde “Erdoğan-Bush” Zirvesi olarak tarihe geçmişti. ABD’nin “2003 Tezkere Krizi” sonrası “Çuval Krizi” ile tırmandırdığı ve başta PKK terör örgütü ve “sözde soykırım” üzerinden Türkiye üzerinde baskılarını arttırdığı, odak noktasının alan olarak Irak olduğu bir dönemde Ankara’dan üç kritik uyarı mesajı medya üzerinden Washington’a iletilmişti. Mesajlardan biri dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a ait idi ve Türk-Amerikan ilişkileri için şu cümleyi kurmuştu: “İnceldiği yerden kopar.” Diğer iki cümle ise dönemin Genel Kurmay Başkanı ile Kara Kuvvetleri Komutanı’na ait idi.

İkinci kritik toplantı, Türk-Amerikan ilişkilerinde “Model Ortaklık” döneminin (2007 Zirvesi’nin önemli sonuçlarından biri olarak değerlendirilen) sona ermesinde başrolü oynayan “İsrail Faktörü”nün doğrudan doğruya Türkiye’yi Suriye merkezli gelişmeler üzerinden tehdit etmeye başladığı bir süreçte gerçekleşti. Ankara’dan bu sefer yeni bir dünya kurulurken Türkiye’nin de onun içinde yer alabileceği, bu bağlamda ABD’yi net bir tercihe zorlayan “Türkiye-Rusya-Çin İttifakı” (TRÇ İttifakı) açıklaması geldi. (Buna benzer bir açıklamanın “Türkiye-Rusya-İran” bağlamında Mart 2002 tarihinde yapıldığını da bu arada hatırlatmakta fayda var. Fakat, bu açıklama, açıkçası TRÇ İttifakı açıklamasının yanında çok hafif kalmaktaydı, bunu da belirtmekte fayda var.) 

“TRÇ İttifakı” açıklamasını daha da pekiştiren ve kararlı bir tutumu sergileyen adımlar ise bizzat Birleşik Devletler sınırlarında gerçekleşti. Bunlardan ikisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM kürsüsünde yaptığı konuşma ve Fox News’deki değerlendirmeleri idi. 

Her ne kadar ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio yüzlerine vurulan gerçeğin etkisi altında durumu kurtarmaya yönelik bir açıklama yapsa da sonuçta mesaj verilmiş ve tüm dünyada bir etki bırakmıştı. Neticede, gözden kaçırılmaması gereken ve ABD’nin de bu mesajları fazlasıyla dikkati alan bir ağırlama ve üslup ile Türk heyeti Beyaz Saray’da kabul edildi.

“TRÇ İttifakı” Söylemi Adrese Ulaştı

Nitekim, ikili ilişkilerde “inceldiği yerden kopma” ve “TRÇ İttifakı” açıklamaları ile zirve yapan ilişkilerdeki kriz/kırılma olasılığı bir kez daha ortadan kalkmış ya da en azından dondurulmuş vaziyette. Aynı şekilde görüşme öncesi Türkiye’den gönderilen uyarı mahiyetindeki sinyallerin de yerine ulaştığı ve “not edildiği” anlaşılıyor. 

Hiç kuşkusuz burada Türkiye’nin siyasi ve diplomatik anlamdaki kararlılığı ve güçlü lider faktörü kadar, yakın çevresi ağırlıklı olmak üzere geniş bir coğrafyada kendisini gösteren saha ağırlığı ve bunu besleyen askeri-istihbarat boyutun caydırıcı etkisi de oldukça kritik bir yere sahip oldu diyebiliriz. Aynı şekilde küresel ortamdaki belirsizlikler ve yeniden inşa halindeki uluslararası sistemdeki hassasiyetler ve burada Türkiye’nin sahip olduğu belirleyici konumun da Trump’ı çok daha mantıklı ve akıllıca bir tutuma itmiş olduğu görünüyor. Aksi takdirde Oval Ofis’te Avrupalı muhataplarına yaptığı uygulamadan aşağı kalmayacak bir tablo tüm dünyaya servis edilmiş olurdu. Trump hangi ülke, aktör ve lidere karşı nasıl davranılması gerektiğini de bu şekilde ortaya koymuş vaziyette. 

Bunun dışında servis edilen ve sosyal medyada gündemde tutulmaya çalışılan bazı görüntü ve ifadelerin açıkçası Türkiye Cumhuriyeti nezdinde çok bir karşılığı yok. Buradan bir sonuç çıkartmaları ve o söylemler üzerinden birtakım hedeflerine ulaşmaları mümkün değil. Böylesi bir hamle, karşı tarafın halen “Aysberg mevzuunu” tam olarak anlamadıklarına işaret eder. O yüzden buralarda vakit kaybetmeleri çok da tavsiye edilmemekte.

Sorunlar Halen Gündemde, Cevaplar “Muallak”

Açıkça ifade etmek gerekirse, bir takım güven arttırmaya yönelik, işbirliğinin devam ettiğine yönelik anlaşmalara imza atılsa da, Türk-Amerikan ilişkilerinde bir “isim” ve “tanım” sorunu halen devam ediyor. Trump her ne kadar farklı bir tablo çizmeye çalışsa da tek başına yeterli değil, zira ekibi dahil olmak üzere, Amerikan karar alma mekanizmalarında Türkiye’ye yönelik üsttenci yaklaşım kendisini her fırsatta hissettiriyor. Dolayısıyla ilişkilerde Biden döneminin enkazı tam olarak kaldırılabilmiş değil. ABD/Trump bağlamında Türkiye’ye yönelik “söylem-eylem” bazlı tutarsızlıklar varlığını devam ettirdiği sürece, Ankara temkinli olmaya devam edecektir. Zira “güven sorunu” halen aşılabilmiş değil.

Bu hususu biraz daha somutlaştırmak gerekirse; ABD’nin İsrail noktasındaki kararsızlığı, daha da ötesi Katar ve Gazze örneğinde görüldüğü üzere İsrail’e verdiği destek, açıkçası Suriye dahil olmak üzere birçok noktada Ankara açısından Washington’a yönelik güven sorununu üst noktalara taşımış durumda. Nitekim Trump’ın “iyi niyetli” açıklamalarının Ankara’da etkisini, gücünü yitirmeye başlaması, yerini endişe ve güçlü bir tehdit algısına bırakması bunun bir sonucu. Ve burada birinci sebep, “TRÇ İttifakı” açıklamasında da çok net bir şekilde izah edildiği üzere, İsrail. Dolayısıyla her iki ülkenin birinci gündem maddesi İsrail ve bu noktada öncelikli olarak Suriye desek çok da yanılmış olmayız.

F-16 Viper savaş uçaklarının satışının yanı sıra F-35 programına Türkiye’nin yeniden alınması, Türk-Amerikan ilişkilerindeki krizin aşılması ve ilişkilerin normalleşmesine dönük en temel göstergeler olarak ön plana çıkartılıyor. Fakat burada ABD’nin Türkiye’ye yönelik CAATSA yaptırımları devam ettiği sürece, gerçek manada bir normalleşme süreci olmayacaktır. Zira CAATSA’lar ABD’nin Türkiye’ye duyduğu güven sorununun bir göstergesi olarak varlığını devam ettirecektir. Bu bağlamda F-16 satışları ile her ne kadar CAATSA yaptırımlarının kaldırılmasına yönelik bir adım atılmış olsa da, bu nihai bir adım olarak değerlendirilmeyecektir. Bu kapsamda Trump F-35’ler noktasında birtakım taahhütlerde bulunsa da bunun Kongre’ye takılacağını söyleyebiliriz.

Nasıl Bir Gelecek? 

Diğer taraftan, tüm bu belirsizliklere rağmen Türk-Amerikan ilişkilerinde önümüzdeki süreçte çok boyutlu ilişkilerin stratejik seviyede daha da gelişeceği ve derinleşeceği bir sürecin kapısı bu görüşmelerde açıldı diyebiliriz. 

Her iki liderin ortaya koyduğu samimi dil ve görüntü, açıkçası Türkiye ve ABD arasında yeni bir stratejik ortaklık sürecinin çok güçlü sinyalleri olarak da algılandı. Gazze Toplantısında yayımlanan, ABD Başkanı Trump ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yan yana olduğu masa görüntüsü, bu işbirliği sürecinin sadece bir parçası olarak da değerlendirilebilir. Bu fotoğraf karesi ve arkasından gerçekleşen görüşme, önümüzdeki aylar içerisinde, özellikle Suriye, Irak ve Gazze merkezli Orta Doğu, Azerbaycan-Ermenistan bazlı Kafkasya ve Rusya-Ukrayna bazlı Baltıklardan-Hazar’a uzanan hatta 2025 sonu itibarıyla netleşecek sürece bağlı olarak Tür-Amerikan ilişkilerinin de adının konulacağı bir temkinli sürece işaret ediyor desek çok da yanılmayız. 

Dolayısıyla Washington’da taraflar İsrail merkezli olası bir krizin önüne şu an için geçmiş ve İsrail’e rağmen, bölge gerçeklerine uygun bir yeni inşa sürecinin devamlılığı hususunda bir kez daha mutabakata varmış görünüyorlar. 

Taraflar, Beyaz Saray’da “yeni bir bekle-gör ve akabinde adım at stratejisi” çerçevesinde hareket edeceklerini deklare etmiş durumdalar. Bu gelişme, her açıdan Türk dış politikasında denge ve çok boyutlu süreci ABD boyutuyla daha da pekiştirmiş durumda. 

Diğer taraftan Türk-Amerikan ilişkilerinin bu yeni görüntüsünden memnun olmayanların kimler olduğunu da yakın zamanda görmeye başlarsak, bu bizler açısından sürpriz olmamalı. Ne de olsa daha öncesinden bunu gördük ve biliyoruz.

“TRÇ İttifakı” Halen Gündemde

Sonuç olarak ifade etmek gerekirse; bu görüşme ile her ne kadar liderler diplomasisi bağlamında önemli bir aşama daha kat edilse ve Biden’ın “Beyaz Saray Blokajı” ortadan kaldırılsa da, önümüzde varılan mutabakatların, verilen sözlerin test edileceği “kısa bir zaman dilimi” söz konusudur. 

ABD’nin daha fazla bir yanlış yapma lüksü söz konusu değildir. ABD, güven arttırıcı adımlar atmak zorundadır ve bunların başında da hiç kuşkusuz Suriye merkezli Ortadoğu bölgesi gelmektedir. 

Türkiye açısından “beka” ve “güvenliğin” ne anlama geldiğini en iyi bilen aktörlerden birisi de hiç kuşkusuz ABD’dir. “İsrail faktörü” ABD/Trump politikasını “ipotek” altında tutmaya çalıştığı sürece Türk-Amerikan ilişkilerinde gerçek manada bir güçlü ilişki/stratejik ortaklık çok kolay olacağa benzememektedir. Ankara, ABD/Trump açısından İsrail’e yönelik “makul ol” çağrısının ötesinde somut adımlar beklemektedir. 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ABD-İsrail ikilisinin oynadığı oyunun hiç kuşkusuz farkındadır. “TRÇ İttifakı” açıklaması bundan dolayı gündeme gelmiştir ve halen gündemdedir.

Prof. Dr. Mehmet Seyfettin EROL
Prof. Dr. Mehmet Seyfettin EROL
1969 Dörtyol-Hatay doğumlu olan Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol, Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden 1993 yılında mezun oldu. BÜ’de 1995 yılında Yüksek Lisans çalışmasını tamamlayan Erol, aynı yıl BÜ’de doktora programına kabul edildi. Ankara Üniversitesi’nde doktorasını 2005’de tamamlayan Erol, 2009 yılında “Uluslararası İlişkiler” alanında doçent ve 2014 yılında da Profesörlük unvanlarını aldı. 2000-2006 tarihleri arasında Avrasya Stratejik Araştırmaları Merkezi (ASAM)’nde görev yapan Erol, ASAM’ın Genel Koordinatörlük görevini de bir dönemliğine yürütmüştür. 2009 yılında Stratejik Düşünce Enstitüsü’nün (SDE) Kurucu Başkanlığı ve Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerinde bulundu. Uluslararası Strateji ve Güvenlik Araştırmaları Merkezi (USGAM)’nin de kurucu başkanı olan Prof. Erol, Yeni Türkiye Stratejik Araştırmalar Merkezi (YTSAM) Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Başkanlığını da yürütmektedir. Prof. Erol, Gazi Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi (GAZİSAM) Müdürlüğü görevinde de bulunmuştur. 2007 yılında Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar Vakfı (TÜRKSAV) “Türk Dünyası Hizmet Ödülü”nü alan Prof. Erol, akademik anlamdaki çalışmaları ve medyadaki faaliyetlerinden dolayı çok sayıda ödüle layık görülmüştür. Bunlardan bazıları şu şekilde sıralanabilir: 2013 yılında Çağdaş Demokratlar Birliği Derneği tarafından “Yılın Yazılı Medya Ödülü”, 2015 yılında “APM 10. Yıl Hizmet Ödülü”, Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) tarafından “2015 Yılın Basın-Fikir Ödülü”, Anadolu Köy Korucuları ve Şehit Aileleri “2016 Gönül Elçileri Medya Onur Ödülü”, Yörük Türkmen Federasyonları tarafından verilen “2016 Türkiye Onur Ödülü”. Prof. Erol’un 15 kitap çalışması bulunmaktadır. Bunlardan bazılarının isimleri şu şekildedir: “Hayalden Gerçeğe Türk Birleşik Devletleri”, “Türkiye-AB İlişkileri: Dış Politika ve İç Yapı Sorunsalları”, “Avrasya’da Yeni Büyük Oyun”, “Türk Dış Politikasında Strateji Arayışları”, “Türk Dış Politikasında Güvenlik Arayışları”, “Türkiye Cumhuriyeti-Rusya Federasyonu İlişkileri”, “Sıcak Barışın Soğuk Örgütü Yeni NATO”, “Dış Politika Analizinde Teorik Yaklaşımlar: Türk Dış Politikası Örneği”, “Krizler ve Kriz Yönetimi: Aktörler ve Örnek Olaylar”, “Kazakistan” ve “Uluslararası İlişkilerde Güncel Sorunlar”. 2002’den bu yana TRT Türkiye’nin sesi ve TRT Radyo 1 (Ankara Radyosu) “Avrasya Gündemi”, “Stratejik Bakış”, “Küresel Bakış”, “Analiz”, “Dosya”, “Haber Masası”, “Gündemin Öteki Yüzü” gibi radyo programlarını gerçekleştirmiş olan Prof. Erol, TRT INT televizyonunda 2004-2007 yılları arasında “Arayış”, 2007-2010 yılları arasında Kanal A televizyonunda “Sınır Ötesi” ve 2020-2021’de de BBN TÜRK televizyonunda “Dış Politika Gündemi” programlarını yapmıştır. 2012-2018 yılları arasında Millî Gazete’de “Arayış” adlı köşesinde dış politika yazıları yayımlanan Prof. Erol’un ulusal-uluslararası medyada çok sayıda televizyon, radyo, gazete, haber siteleri ve dergide uzmanlığı dahilinde görüşlerine de başvurulmaktadır. 2006-2018 yılları arasında Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde ve Ankara Üniversitesi Latin Amerika Araştırmaları Merkezi’nde (LAMER) de dersler veren Prof. Erol, 2018’den bu yana Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak akademik kariyerini devam ettirmektedir. Prof. Erol, 2006 yılından itibaren Ufuk Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde de dersler vermiştir. Prof. Erol’un başlıca ilgi ve uzmanlık alanları ve bu kapsamda lisans, master ve doktora seviyesinde verdiği derslerin başlıcaları şu şekilde sıralanabilir: “Jeopolitik”, “Güvenlik”, “İstihbarat”, “Kriz Yönetimi”, “Uluslararası İlişkilerde Güncel Sorunlar”, “Türk Dış Politikası”, “Rus Dış Politikası”, “ABD Dış Politikası”, “Orta Asya ve Güney Asya”. Çok sayıda dergi ve gazetede yazıları-değerlendirmeleri yayımlanan Prof. Erol’un; “Avrasya Dosyası”, “Stratejik Analiz”, “Stratejik Düşünce”, “Gazi Bölgesel Çalışmalar”, “The Journal of SSPS”, “Karadeniz Araştırmaları gibi” akademik dergilerde editörlük faaliyetlerinde bulunan Prof. Erol, “Bölgesel Araştırmalar”, “Uluslararası Kriz ve Siyaset Araştırmaları”, “Gazi Akademik Bakış”, “Ege Üniversitesi Türk Dünyası İncelemeleri”, “Ankara Uluslararası Sosyal Bilimler”, “Demokrasi Platformu” dergilerinin editörlüklerini hali hazırda yürütmekte, editör kurullarında yer almaktadır. 2016’dan bu yana Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM) Kurucu Başkanı olarak çalışmalarını devam ettiren Prof. Erol, evli ve üç çocuk babasıdır.

Benzer İçerikler