Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Trump arasında 25 Eylül 2025 tarihinde Beyaz Saray’da gerçekleşen görüşme, 2000’li yıllarda, 2007 sonrası gerçekleşen ikinci kritik toplantı olarak tarihe geçmiş durumda.
İlk görüşme, Türk-Amerikan ilişkilerinde krizin zirve yaptığı bir dönemde “Erdoğan-Bush” Zirvesi olarak tarihe geçmişti. ABD’nin “2003 Tezkere Krizi” sonrası “Çuval Krizi” ile tırmandırdığı ve başta PKK terör örgütü ve “sözde soykırım” üzerinden Türkiye üzerinde baskılarını arttırdığı, odak noktasının alan olarak Irak olduğu bir dönemde Ankara’dan üç kritik uyarı mesajı medya üzerinden Washington’a iletilmişti. Mesajlardan biri dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a ait idi ve Türk-Amerikan ilişkileri için şu cümleyi kurmuştu: “İnceldiği yerden kopar.” Diğer iki cümle ise dönemin Genel Kurmay Başkanı ile Kara Kuvvetleri Komutanı’na ait idi.
İkinci kritik toplantı, Türk-Amerikan ilişkilerinde “Model Ortaklık” döneminin (2007 Zirvesi’nin önemli sonuçlarından biri olarak değerlendirilen) sona ermesinde başrolü oynayan “İsrail Faktörü”nün doğrudan doğruya Türkiye’yi Suriye merkezli gelişmeler üzerinden tehdit etmeye başladığı bir süreçte gerçekleşti. Ankara’dan bu sefer yeni bir dünya kurulurken Türkiye’nin de onun içinde yer alabileceği, bu bağlamda ABD’yi net bir tercihe zorlayan “Türkiye-Rusya-Çin İttifakı” (TRÇ İttifakı) açıklaması geldi. (Buna benzer bir açıklamanın “Türkiye-Rusya-İran” bağlamında Mart 2002 tarihinde yapıldığını da bu arada hatırlatmakta fayda var. Fakat, bu açıklama, açıkçası TRÇ İttifakı açıklamasının yanında çok hafif kalmaktaydı, bunu da belirtmekte fayda var.)
“TRÇ İttifakı” açıklamasını daha da pekiştiren ve kararlı bir tutumu sergileyen adımlar ise bizzat Birleşik Devletler sınırlarında gerçekleşti. Bunlardan ikisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM kürsüsünde yaptığı konuşma ve Fox News’deki değerlendirmeleri idi.
Her ne kadar ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio yüzlerine vurulan gerçeğin etkisi altında durumu kurtarmaya yönelik bir açıklama yapsa da sonuçta mesaj verilmiş ve tüm dünyada bir etki bırakmıştı. Neticede, gözden kaçırılmaması gereken ve ABD’nin de bu mesajları fazlasıyla dikkati alan bir ağırlama ve üslup ile Türk heyeti Beyaz Saray’da kabul edildi.
“TRÇ İttifakı” Söylemi Adrese Ulaştı
Nitekim, ikili ilişkilerde “inceldiği yerden kopma” ve “TRÇ İttifakı” açıklamaları ile zirve yapan ilişkilerdeki kriz/kırılma olasılığı bir kez daha ortadan kalkmış ya da en azından dondurulmuş vaziyette. Aynı şekilde görüşme öncesi Türkiye’den gönderilen uyarı mahiyetindeki sinyallerin de yerine ulaştığı ve “not edildiği” anlaşılıyor.
Hiç kuşkusuz burada Türkiye’nin siyasi ve diplomatik anlamdaki kararlılığı ve güçlü lider faktörü kadar, yakın çevresi ağırlıklı olmak üzere geniş bir coğrafyada kendisini gösteren saha ağırlığı ve bunu besleyen askeri-istihbarat boyutun caydırıcı etkisi de oldukça kritik bir yere sahip oldu diyebiliriz. Aynı şekilde küresel ortamdaki belirsizlikler ve yeniden inşa halindeki uluslararası sistemdeki hassasiyetler ve burada Türkiye’nin sahip olduğu belirleyici konumun da Trump’ı çok daha mantıklı ve akıllıca bir tutuma itmiş olduğu görünüyor. Aksi takdirde Oval Ofis’te Avrupalı muhataplarına yaptığı uygulamadan aşağı kalmayacak bir tablo tüm dünyaya servis edilmiş olurdu. Trump hangi ülke, aktör ve lidere karşı nasıl davranılması gerektiğini de bu şekilde ortaya koymuş vaziyette.
Bunun dışında servis edilen ve sosyal medyada gündemde tutulmaya çalışılan bazı görüntü ve ifadelerin açıkçası Türkiye Cumhuriyeti nezdinde çok bir karşılığı yok. Buradan bir sonuç çıkartmaları ve o söylemler üzerinden birtakım hedeflerine ulaşmaları mümkün değil. Böylesi bir hamle, karşı tarafın halen “Aysberg mevzuunu” tam olarak anlamadıklarına işaret eder. O yüzden buralarda vakit kaybetmeleri çok da tavsiye edilmemekte.
Sorunlar Halen Gündemde, Cevaplar “Muallak”
Açıkça ifade etmek gerekirse, bir takım güven arttırmaya yönelik, işbirliğinin devam ettiğine yönelik anlaşmalara imza atılsa da, Türk-Amerikan ilişkilerinde bir “isim” ve “tanım” sorunu halen devam ediyor. Trump her ne kadar farklı bir tablo çizmeye çalışsa da tek başına yeterli değil, zira ekibi dahil olmak üzere, Amerikan karar alma mekanizmalarında Türkiye’ye yönelik üsttenci yaklaşım kendisini her fırsatta hissettiriyor. Dolayısıyla ilişkilerde Biden döneminin enkazı tam olarak kaldırılabilmiş değil. ABD/Trump bağlamında Türkiye’ye yönelik “söylem-eylem” bazlı tutarsızlıklar varlığını devam ettirdiği sürece, Ankara temkinli olmaya devam edecektir. Zira “güven sorunu” halen aşılabilmiş değil.
Bu hususu biraz daha somutlaştırmak gerekirse; ABD’nin İsrail noktasındaki kararsızlığı, daha da ötesi Katar ve Gazze örneğinde görüldüğü üzere İsrail’e verdiği destek, açıkçası Suriye dahil olmak üzere birçok noktada Ankara açısından Washington’a yönelik güven sorununu üst noktalara taşımış durumda. Nitekim Trump’ın “iyi niyetli” açıklamalarının Ankara’da etkisini, gücünü yitirmeye başlaması, yerini endişe ve güçlü bir tehdit algısına bırakması bunun bir sonucu. Ve burada birinci sebep, “TRÇ İttifakı” açıklamasında da çok net bir şekilde izah edildiği üzere, İsrail. Dolayısıyla her iki ülkenin birinci gündem maddesi İsrail ve bu noktada öncelikli olarak Suriye desek çok da yanılmış olmayız.
F-16 Viper savaş uçaklarının satışının yanı sıra F-35 programına Türkiye’nin yeniden alınması, Türk-Amerikan ilişkilerindeki krizin aşılması ve ilişkilerin normalleşmesine dönük en temel göstergeler olarak ön plana çıkartılıyor. Fakat burada ABD’nin Türkiye’ye yönelik CAATSA yaptırımları devam ettiği sürece, gerçek manada bir normalleşme süreci olmayacaktır. Zira CAATSA’lar ABD’nin Türkiye’ye duyduğu güven sorununun bir göstergesi olarak varlığını devam ettirecektir. Bu bağlamda F-16 satışları ile her ne kadar CAATSA yaptırımlarının kaldırılmasına yönelik bir adım atılmış olsa da, bu nihai bir adım olarak değerlendirilmeyecektir. Bu kapsamda Trump F-35’ler noktasında birtakım taahhütlerde bulunsa da bunun Kongre’ye takılacağını söyleyebiliriz.
Nasıl Bir Gelecek?
Diğer taraftan, tüm bu belirsizliklere rağmen Türk-Amerikan ilişkilerinde önümüzdeki süreçte çok boyutlu ilişkilerin stratejik seviyede daha da gelişeceği ve derinleşeceği bir sürecin kapısı bu görüşmelerde açıldı diyebiliriz.
Her iki liderin ortaya koyduğu samimi dil ve görüntü, açıkçası Türkiye ve ABD arasında yeni bir stratejik ortaklık sürecinin çok güçlü sinyalleri olarak da algılandı. Gazze Toplantısında yayımlanan, ABD Başkanı Trump ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yan yana olduğu masa görüntüsü, bu işbirliği sürecinin sadece bir parçası olarak da değerlendirilebilir. Bu fotoğraf karesi ve arkasından gerçekleşen görüşme, önümüzdeki aylar içerisinde, özellikle Suriye, Irak ve Gazze merkezli Orta Doğu, Azerbaycan-Ermenistan bazlı Kafkasya ve Rusya-Ukrayna bazlı Baltıklardan-Hazar’a uzanan hatta 2025 sonu itibarıyla netleşecek sürece bağlı olarak Tür-Amerikan ilişkilerinin de adının konulacağı bir temkinli sürece işaret ediyor desek çok da yanılmayız.
Dolayısıyla Washington’da taraflar İsrail merkezli olası bir krizin önüne şu an için geçmiş ve İsrail’e rağmen, bölge gerçeklerine uygun bir yeni inşa sürecinin devamlılığı hususunda bir kez daha mutabakata varmış görünüyorlar.
Taraflar, Beyaz Saray’da “yeni bir bekle-gör ve akabinde adım at stratejisi” çerçevesinde hareket edeceklerini deklare etmiş durumdalar. Bu gelişme, her açıdan Türk dış politikasında denge ve çok boyutlu süreci ABD boyutuyla daha da pekiştirmiş durumda.
Diğer taraftan Türk-Amerikan ilişkilerinin bu yeni görüntüsünden memnun olmayanların kimler olduğunu da yakın zamanda görmeye başlarsak, bu bizler açısından sürpriz olmamalı. Ne de olsa daha öncesinden bunu gördük ve biliyoruz.
“TRÇ İttifakı” Halen Gündemde
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse; bu görüşme ile her ne kadar liderler diplomasisi bağlamında önemli bir aşama daha kat edilse ve Biden’ın “Beyaz Saray Blokajı” ortadan kaldırılsa da, önümüzde varılan mutabakatların, verilen sözlerin test edileceği “kısa bir zaman dilimi” söz konusudur.
ABD’nin daha fazla bir yanlış yapma lüksü söz konusu değildir. ABD, güven arttırıcı adımlar atmak zorundadır ve bunların başında da hiç kuşkusuz Suriye merkezli Ortadoğu bölgesi gelmektedir.
Türkiye açısından “beka” ve “güvenliğin” ne anlama geldiğini en iyi bilen aktörlerden birisi de hiç kuşkusuz ABD’dir. “İsrail faktörü” ABD/Trump politikasını “ipotek” altında tutmaya çalıştığı sürece Türk-Amerikan ilişkilerinde gerçek manada bir güçlü ilişki/stratejik ortaklık çok kolay olacağa benzememektedir. Ankara, ABD/Trump açısından İsrail’e yönelik “makul ol” çağrısının ötesinde somut adımlar beklemektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ABD-İsrail ikilisinin oynadığı oyunun hiç kuşkusuz farkındadır. “TRÇ İttifakı” açıklaması bundan dolayı gündeme gelmiştir ve halen gündemdedir.
