Türkiye-ABD Krizinin Uluslararası Hukuk Boyutu ve ANKASAM Raporu

Paylaş

Türk-Amerikan ilişkilerindeki bunalım her geçen gün daha da derinleşiyor. Krizin nasıl bir seyir izleyeceği, nasıl sonuçlanacağı en büyük merak konusu; zira bu krizin olası seyri ve sonuçları sadece iki ülke boyutuyla değil, Türkiye’nin yakın çevresi ya da gönül coğrafyası ağırlıklı tüm dünya açısından büyük bir önem arz ediyor.

Daha önceki yazılarımda da ifade ettiğim üzere, Türkiye “Yeni Yalta Süreci” ya da “Yeni Dünya Düzeni”nin adını, şeklini büyük ölçüde belirleme kapasitesine sahip. Dolayısıyla Türkiye-ABD arasında yaşanan kriz, gelecek elli hatta yüz yılın inşa savaşıdır.

Burada Türkiye’nin sahip olduğu jeopolitik ve stratejik önem kadar, Türk-İslam dünyasındaki etkileyici/tetikleyici rolü ve operasyonel olarak sahada ortaya koyacağı performans, yani savaş gücü göz ardı edilemeyen, edilmemesi gereken bir gerçeklik olarak ön plana çıkıyor.

ABD bu önemi Afganistan dışında Irak ve Suriye politikalarında, daha doğrusu işgal-işgal girişimlerinde test etti. Vardığı sonuç şu: Türkiyesiz bir operasyon/işgal girişimi orta-uzun vadede başarısızlığa mahkûm! ABD işgal edebiliyor ama maliyetleri çok ağır oluyor; örneğin Irak’ta olduğu gibi. Hatırlanacağı üzere, Amerikalı yetkililer 2003-2008 yılları arasında Irak’taki başarısızlıklarının ve artan maliyetlerinin önemli bir nedeni olarak Türkiye’yi göstermişlerdi.

Ya da ABD işgal etmeye çalışıyor ama eline yüzüne bulaştırıyor; örneğin, Suriye’de olduğu gibi. ABD’nin terör örgütü PYD-YPG/PKK’yı “kara müttefiki” olarak tercih etmeye başladığı tarihten itibaren ABD Suriye’de kaybetmeye başladı. Daha da ötesi Suriye üzerinden bölgesel bir paktın doğuşuna zemin hazırladı. 2002’den bu yana yüksek sesle dillendirilen “Türkiye-Rusya-İran” üçlüsü hayal olmaktan çıktı.

Afganistan’da ise, işgal sonrası burnunu bulundukları üstlerden dışarıya çıkartamaz hale gelen ABD, çareyi askerlerinin kollarına ya da araçlarına Türk bayrağı koydurmakta bulmuş ve özellikle 2010’dan itibaren Ankara’ya kendi adına bu ülkede muharip güç olarak savaşması noktasında baskılarda bulunmuştu.

ABD’nin şimdiki asıl gündemi ise İran. İran operasyonunun başarısının yolu da Türkiye’den geçiyor. Ve bunun için Türkiye’nin bir şekilde ikna edilmesi gerekiyor. Fakat Türkiye; İran sonrası sıranın kendinde olduğunun farkında olduğundan her türlü “kirli ikna tekliflerini” reddediyor ve bundan ötürü de “düşmanca bir eylem” ile karşı karşıya; ANKASAM Raporu’nda da belirtildiği üzere…

ANKASAM Raporu…

Türkiye-ABD arasındaki kriz bugüne kadar uluslararası hukuk boyutunda pek ele alınmış değil. Oysa kendi iradesini ulusal yasaları aracılığıyla, tüm dünyaya dayatmaya çalışan ABD’nin uzun yıllardır başvurduğu yaptırım politikalarının ve buna ilgili ülkelerin verdiği cevapların uluslararası hukuk açısından incelenmesi büyük bir önem arz ediyor. Zira böylesi bir inceleme, ABD’ye yönelik “haydut devlet” nitelendirmesini hukuki zemine oturtacaktır.

Bu bağlamda kurucu başkanlığını yaptığım Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi uzmanlarından Olimjan SOBIR tarafından kaleme alınan ve birkaç gün önce www.oldankasam.wpengine.com sitesinde yayımlanan “ABD’nin Türkiye’ye Yönelik Yaptırımlarının Uluslararası Hukuk Bağlamında Değerlendirilmesi” başlıklı raporda ön plana çıkan bazı tespitlere burada değinmek istiyorum.

Burada dikkatinizi çekmek istediğim bir diğer husus da şudur: Söz konusu raporda ABD Türkiye’ye yönelik yaptırım kararını açıklarken “Rusya Modeli”ne başvurduğunu belirtmişti. ANKASAM Raporu bu modeli ve bu kapsamda Rusya’nın ve ABD yaptırımlarına maruz kalan diğer ülkelerin ABD’ye nasıl bir cevap verdiğini de ele almaktadır.

Söz konusu rapordaki bazı tespitler ana hatlarıyla şu şekilde sıralanabilir:

  • ABD’nin kendi iç hukukuna sınır ötesi nitelik verme çabaları, uluslararası ilişkilerde yıllardır süregelen bir durumdur. Buna göre devletin iradesi, tek taraflı ulusal yasalarla tüm dünya toplumuna uygulanmaktadır. Bir diğer ifadeyle, ABD’nin emperyalist zihniyeti, ulusal yasaların yardımıyla ayakta durmaktadır.
  • ABD tarafından Türkiye’ye karşı alınan yaptırım kararı, “uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması” doğrultusunda BM Güvenlik Konseyi Kararı kapsamında değil, tek taraflı olarak siyasi amaçlardan dolayı alınmıştır. Üstelik bu karar, egemen bir devletin yargısına müdahale anlamına da gelmektedir.
  • Rahip Brunson meselesi ABD’nin yaptırım kararına argüman olarak ileri sürdüğü insan hakları ihlali olmaktan ziyade bir devletin başka devletin içişlerine müdahalesinin en bariz göstergelerindendir.
  • ABD’nin, yaptırımları sadece iki bakanla sınırlı tutmayarak Türkiye’nin 2023 Hedefi’ne yönelik makro projelerini de etkileyecek birtakım uygulamaları da devreye sokacağına dair söylemler ağırlık kazanmaktadır. Buradan hareketle söz konusu krizin sadece Rahip Brunson’dan ibaret olmadığı görülmektedir. Esasında ABD yönetimi gerek bölgesel gerekse küresel sistemdeki konumu ve etkisini pozitif anlamda değiştirecek olan Türkiye’nin makro stratejilerinin engellenmesini hedeflediği düşünülebilir.
  • 13818 sayılı ABD Başkanlık Kararnamesi’ne dayandırılarak alınan yaptırım kararının esasında bir kriz olmadığı, iki ülke arasında son dönemde yaşanan krizin bir aşaması ve kriz sürecinde yaşanan bir alt kriz olduğu ifade edilebilir.
  • Türkiye’ye karşı yaptırımların hukuki dayanağını oluşturan Küresel Magnitsky Yasası’nı Rusya vatandaşları dışında ilk kez NATO müttefiki olan Türkiye vatandaşlarına yönelik uygulanması bu çalışmanın hareket noktasını oluşturmaktadır.
  • Trump, Ankara’ya “taviz vermek” ya da “baskı uygulamak” arasında bir seçim yapmak durumunda kalmış ve görüldüğü kadarıyla ikinci yolu seçmiştir.
  • Başlangıçta daha çok konjonktürel olarak değerlendirilen krizin aslında yapısal mahiyette olduğu ve bu gidişle taraflar açısından beraberinde radikal değişimlere yol açacağı, bu bağlamda eskilerinden çok daha farklı olduğu artık daha bir netlik kazanmış durumda.
  • Her ne kadar yaptırım baskısı ABD’nin Türkiye’yi ekonomik olarak yalnızlaştırmasını hedeflese de sanılanın aksine diplomatik süreç, Washington’u yalnızlaştırabilir.
  • ABD’nin yaptırım kararının “düşmanca eylem” olarak nitelendirilmesi ve bu bağlamda kamuoyu oluşturulması yerinde ve etkili bir adım olacaktır.
  • Türkiye-ABD ilişkilerindeki süreç incelendiğinde, ilgili bakanların yaptırım listesine alınması, ABD’nin açıkça saldırıya geçmesi olarak yorumlanabilir. Bu bağlamda ikili ilişkilerin daha da kötüleşeceğini öngörmek mümkündür. Nitekim ABD’den gelen açıklamalar Türkiye’ye karşı uygulanacak yaptırımların daha genişletileceğine dair işaretler vermektedir.
  • ABD’nin Türkiye’yi müttefiklik sisteminin dışına iterek yeni bir projeksiyon geliştirdiği yönünde bir iddiayı da tartışmak gereklidir. Çünkü Türkiye’nin NATO dışında kalması, Türkiye’ye karşı NATO üyesi devletler veya NATO’nun müdahalesinin yolunu açacak bir hadisedir. Aksi takdirde yani Türkiye’nin NATO üyeliğinin devamı halinde, bu ihtimal hem uluslararası hukuk hem de politika açısından mümkün olmayacaktır. En azından ABD, müttefikini işgal eden bir ülke konumuna düşmek istemeyecektir.
  • Bu kapsamda Türkiye ABD’ye karşı siyasi-iktisadi işbirliği bazlı, Almanya eksenli güçlendirilmiş “AB/Yeni Batı”; siyasi-güvenlik temelli, Rusya-İran eksenli güçlendirilmiş “Avrasya Birliği”; Çin eksenli, iktisadi-siyasi ağırlıklı “Kuşak-Yol” coğrafyasını baz alan güçlendirilmiş “Dünya Adası İşbirliği” politikasını geliştirme yoluna gidebilir.
Prof. Dr. Mehmet Seyfettin EROL
Prof. Dr. Mehmet Seyfettin EROL
1969 Dörtyol-Hatay doğumlu olan Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol, Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden 1993 yılında mezun oldu. BÜ’de 1995 yılında Yüksek Lisans çalışmasını tamamlayan Erol, aynı yıl BÜ’de doktora programına kabul edildi. Ankara Üniversitesi’nde doktorasını 2005’de tamamlayan Erol, 2009 yılında “Uluslararası İlişkiler” alanında doçent ve 2014 yılında da Profesörlük unvanlarını aldı. 2000-2006 tarihleri arasında Avrasya Stratejik Araştırmaları Merkezi (ASAM)’nde görev yapan Erol, ASAM’ın Genel Koordinatörlük görevini de bir dönemliğine yürütmüştür. 2009 yılında Stratejik Düşünce Enstitüsü’nün (SDE) Kurucu Başkanlığı ve Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerinde bulundu. Uluslararası Strateji ve Güvenlik Araştırmaları Merkezi (USGAM)’nin de kurucu başkanı olan Prof. Erol, Yeni Türkiye Stratejik Araştırmalar Merkezi (YTSAM) Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Başkanlığını da yürütmektedir. Prof. Erol, Gazi Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi (GAZİSAM) Müdürlüğü görevinde de bulunmuştur. 2007 yılında Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar Vakfı (TÜRKSAV) “Türk Dünyası Hizmet Ödülü”nü alan Prof. Erol, akademik anlamdaki çalışmaları ve medyadaki faaliyetlerinden dolayı çok sayıda ödüle layık görülmüştür. Bunlardan bazıları şu şekilde sıralanabilir: 2013 yılında Çağdaş Demokratlar Birliği Derneği tarafından “Yılın Yazılı Medya Ödülü”, 2015 yılında “APM 10. Yıl Hizmet Ödülü”, Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) tarafından “2015 Yılın Basın-Fikir Ödülü”, Anadolu Köy Korucuları ve Şehit Aileleri “2016 Gönül Elçileri Medya Onur Ödülü”, Yörük Türkmen Federasyonları tarafından verilen “2016 Türkiye Onur Ödülü”. Prof. Erol’un 15 kitap çalışması bulunmaktadır. Bunlardan bazılarının isimleri şu şekildedir: “Hayalden Gerçeğe Türk Birleşik Devletleri”, “Türkiye-AB İlişkileri: Dış Politika ve İç Yapı Sorunsalları”, “Avrasya’da Yeni Büyük Oyun”, “Türk Dış Politikasında Strateji Arayışları”, “Türk Dış Politikasında Güvenlik Arayışları”, “Türkiye Cumhuriyeti-Rusya Federasyonu İlişkileri”, “Sıcak Barışın Soğuk Örgütü Yeni NATO”, “Dış Politika Analizinde Teorik Yaklaşımlar: Türk Dış Politikası Örneği”, “Krizler ve Kriz Yönetimi: Aktörler ve Örnek Olaylar”, “Kazakistan” ve “Uluslararası İlişkilerde Güncel Sorunlar”. 2002’den bu yana TRT Türkiye’nin sesi ve TRT Radyo 1 (Ankara Radyosu) “Avrasya Gündemi”, “Stratejik Bakış”, “Küresel Bakış”, “Analiz”, “Dosya”, “Haber Masası”, “Gündemin Öteki Yüzü” gibi radyo programlarını gerçekleştirmiş olan Prof. Erol, TRT INT televizyonunda 2004-2007 yılları arasında “Arayış”, 2007-2010 yılları arasında Kanal A televizyonunda “Sınır Ötesi” ve 2020-2021’de de BBN TÜRK televizyonunda “Dış Politika Gündemi” programlarını yapmıştır. 2012-2018 yılları arasında Millî Gazete’de “Arayış” adlı köşesinde dış politika yazıları yayımlanan Prof. Erol’un ulusal-uluslararası medyada çok sayıda televizyon, radyo, gazete, haber siteleri ve dergide uzmanlığı dahilinde görüşlerine de başvurulmaktadır. 2006-2018 yılları arasında Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde ve Ankara Üniversitesi Latin Amerika Araştırmaları Merkezi’nde (LAMER) de dersler veren Prof. Erol, 2018’den bu yana Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak akademik kariyerini devam ettirmektedir. Prof. Erol, 2006 yılından itibaren Ufuk Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde de dersler vermiştir. Prof. Erol’un başlıca ilgi ve uzmanlık alanları ve bu kapsamda lisans, master ve doktora seviyesinde verdiği derslerin başlıcaları şu şekilde sıralanabilir: “Jeopolitik”, “Güvenlik”, “İstihbarat”, “Kriz Yönetimi”, “Uluslararası İlişkilerde Güncel Sorunlar”, “Türk Dış Politikası”, “Rus Dış Politikası”, “ABD Dış Politikası”, “Orta Asya ve Güney Asya”. Çok sayıda dergi ve gazetede yazıları-değerlendirmeleri yayımlanan Prof. Erol’un; “Avrasya Dosyası”, “Stratejik Analiz”, “Stratejik Düşünce”, “Gazi Bölgesel Çalışmalar”, “The Journal of SSPS”, “Karadeniz Araştırmaları gibi” akademik dergilerde editörlük faaliyetlerinde bulunan Prof. Erol, “Bölgesel Araştırmalar”, “Uluslararası Kriz ve Siyaset Araştırmaları”, “Gazi Akademik Bakış”, “Ege Üniversitesi Türk Dünyası İncelemeleri”, “Ankara Uluslararası Sosyal Bilimler”, “Demokrasi Platformu” dergilerinin editörlüklerini hali hazırda yürütmekte, editör kurullarında yer almaktadır. 2016’dan bu yana Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM) Kurucu Başkanı olarak çalışmalarını devam ettiren Prof. Erol, evli ve üç çocuk babasıdır.

Benzer İçerikler