Avrupa’nın İran İkilemi: Nükleer Anlaşma ya da Bölgesel Rekabet

Paylaş

2017 yılının Ocak ayında Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump’ın göreve başlamasının ardından Avrupa’da siyasi, ekonomik ve güvenlik temelli dönüşüm yaşanmaya ve Avrupa ülkelerinin bölgesel politikaları bağlamında özellikle de Ortadoğu’ya yönelik izlenecek stratejilerde İran’ın “nükleer meselesini ve bölgesel yayılmacılığını” esas alan hassas bir denklem kurulmaya başlanmıştır.

2015 yılının Temmuz ayında İran’la P5+1 ülkeleri (ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Çin ve Almanya) arasında imzalan ve nükleer anlaşma olarak bilinen Kapsamlı Ortak Eylem Planı’nın (KOEP) yürürlüğe girmesinden önce Avrupa ülkeleri, ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarını ve Birleşmiş Milletler (BM) kapsamında yürütülen angajman siyasetini aktif bir şekilde desteklemişti. 2016 yılının Ocak ayında nükleer anlaşmanın uygulanmaya başlamasının ardından İran’ın Avrupa bankalarında bulunan yaklaşık 100 milyar dolarının kademeli bir şekilde serbest bırakılması kararlaştırılmış, bunun yanı sıra Avrupa ülkelerinin İran pazarına girmesinin yolu açılmıştı. Fakat bu tarihten sonra İran’ın anlaşma kapsamında olmayan balistik füze denemelerine devam etmesi (ve bölgesel yayılmacılığını sürdürmesi) ABD’nin İran’a yönelik yeni yaptırım kararları almasına yol açmıştır. İlerleyen dönemlerde anlaşma, Trump yönetimi tarafından “yeteri kadar sert olmadığı” ve “İran’ın nükleer silahlar edinmesine engel olamayacağı” gerekçesiyle “utanç verici” ve “ABD tarihinin en kötü anlaşması” olarak nitelendirilmişti. Bu durum aynı zamanda ABD-Avrupa ekseninde cereyan eden İran merkezli krizin de başlangıç noktasını oluşturmuştur.

Son dönemde ABD’li yetkililerden ve ilgili birimlerden İran’ın bölgesel krizlerdeki rolüne ilişkin çok sayıda açıklama yapılmış ve raporlar sunulmuştur. Fakat ABD’nin İran’a yönelik bu çıkışı geçtiğimiz yılın Kasım ayına kadar uzanmaktadır. 4 Kasım 2017 tarihinde Husilerin Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’ı hedef alan ve havada imha edilen balistik füze atışı, ABD yönetiminin büyük tepkisini çekmişti. Suudi Arabistan tarafından İran’ın Yemen’deki milislere füze sağlamasının “açık ve doğrudan askeri saldırı” eylemi olduğunu belirtilmesinin ardından Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada: “İran’ın Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) yardımıyla Suudi Arabistan’a karşı düzenlenen Husi füze saldırıları bölgesel güvenliği tehdit ediyor.” açıklaması gelmişti.[1]

Bu hususta Avrupa’nın İran’ın bölgedeki faaliyetlerine yönelik ABD’yi destekler nitelikte yeni çıkışlarda bulunması Tahran’ı hayal kırıklığına uğratmıştır. Halbuki son bir yıl içerisinde Avrupa ülkeleri ile İran arasında 10 milyar doları[2] bulan yatırım düzeyi ve genel itibarıyla nükleer anlaşma sonrası artan karşılıklı işbirliği taraflar arasında bir güven inşasına olanak vermenin yanı sıra ABD karşısında ortak bir duruşu da ifade etmekteydi.

Öyle ki Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, geçtiğimiz aylarda Trump’ın İran’a yönelik sert çıkışları karşısında ABD’yi bu anlaşmadan daha iyi bir seçeneğin olmadığı konusunda ikna etmeye çalışan ve taraflar arasında arabuluculuğu bile göze alan bir duruş sergilemekteydi. Diğer bir deyişle Macron Fransa’sı, ABD’nin İran’la baş etme stratejisine karşı çıkmakta ve bölgesel işbirliği konusunda Tahran’ın rolünü önemsemekteydi. Fakat diğer taraftan İran’a bölgeyi istikrarsızlaştırmaması ve Trump’ın bu krizi daha fazla tırmandırmaması için de telkinlerde bulunmaktaydı.

Bilahare Macron, Suudi Arabistan’a gerçekleştirilen füze saldırılarıyla ilgili olarak; “Yemen’deki Husilerin Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’a attığı füzenin İran füzesi olduğu açık.” sözlerini sarf etmiş ve bu durumun İran’la varılan nükleer anlaşmanın durdurulması gerektiğini ortaya koyduğunu belirtmiştir. Ayrıca İran’ın balistik füze programı konusunda yeni müzakerelerin yapılması gerektiğini ifade etmiştir.[3] Bunun yanı sıra İngiltere’nin Ortadoğu’dan Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Alistair Burt yaptığı açıklamada; “İran’ın Husilere balistik füzeler verdiğine ilişkin raporlardan derin endişe duyuyorum.”[4] ifadelerini kullanmıştır. Avrupa merkezli tüm bu çıkışlar, Ortadoğu politikalarındaki hava değişikliğinin de bir habercisi olmuştur.

Halbuki İran Hükümeti, son dönemde dış politikasının merkezine yerleştirdiği nükleer meseleyi hüsrana dönüştürmeme adına Avrupa ülkeleriyle olan bağlarını daha fazla güçlendirme yoluna gitmişti. Bu doğrultuda Tahran’da bir Avrupa Birliği (AB) ofisi açmayı gündemine alan ve geçtiğimiz dönemde Fransa ve İngiltere Dışişleri Bakanlarını Tahran’da ağırlayan İran, nükleer meseledeki tek dayanağı olan Avrupa ülkelerini kaybetmemek adına büyük çaba sarf etmektedir. ABD Başkanı Trump’ın nükleer anlaşmayı iptal etmesinin ardından İran Dışişleri Bakanı’nın Avrupa ülkelerine başlatacağı yeni diplomasi trafiği de bunun göstergesi olmuştur. Avrupa ülkeleri uzun bir süredir ekonomik getirilerini düşünerek nükleer anlaşmayı savunmuş, Tahran’ın bölgesel yayılmacılığına (yıkıcı faaliyetlerine) sesini çıkarmamış ve insan hakları ihlalleri konusunda sessiz kalmayı tercih etmiştir. Fakat geçtiğimiz aylarda İngiliz medyasında DMO’ya bağlı siber ordunun İngiltere Başbakanı Theresa May ve ekibinin e-mail hesaplarına yönelik saldırılarda bulunduğu gündeme getirilmiştir.[5] Dahası İngiltere Dışişleri Bakanı Boris Johnson, İran’da 19 aydır tutuklu bulunan İngiliz vatandaşı Nazanin Zaghari-Ratcliffe’i ülkeye getirmek için ellerinden geleni yapacaklarına dair açıklamalarda bulunmuştur.[6] Bu dönemde İran, İngiltere Dışişleri Bakanı’nın Tahran’a yapacağı ziyaretin bu konuyla ilgisi olmadığını ifade etmişti.

Tespit ve Öngörüler

Tespit: Avrupa içerisinde kendisinin olmadığı her denklemi bölgesel rekabetten geri kalacağı endişesiyle bir tehdit olarak görmekte ve ABD önderliğindeki İran karşıtı angajman siyasetine karşı çıkmaktadır. Avrupa ülkeleri, nükleer anlaşmayı revize ederek hem ABD’nin yıkıcı siyasetine hem de İran’ın yayılmacılığına son vermeyi hedeflemektedir.

Öngörü: Avrupa, İran’ın balistik füzelerini nükleer anlaşmada bir pazarlık malzemesi olarak kullanarak bunu bölgesel rekabette siyasi bir baskı aracına dönüştürebilir, karşılığında ise özellikle Suriye ve Lübnan bağlamında Tahran’ın kendisi lehine taviz vermesini sağlayabilir.

Tespit: Avrupa ülkeleri, ABD’nin Lübnan, Yemen, Suriye ve Irak’ta girişeceği İran’ı geriletme çabalarına engel olmak istemektedir.

Öngörü: Bu kapsamda Avrupa, ABD’den farklı bir eksen arayışında olan Suudi Arabistan ve Türkiye ile yeni ittifak arayışlarına girişebilir. Bu minvalde Rusya ile Türkiye’yi rakip olarak değil de İran’ı hedef alan politikalara karşı işbirliği yapabileceği partnerler olarak görebilir.

Tespit: İran, ulusal güvenliğinin bir parçası olarak gördüğü balistik füze programının nükleer anlaşma kapsamına dahil edilmesine karşı çıkmaktadır. Diğer taraftan ABD karşısında tek güvencesi olan Avrupa devletlerinin bu konuda kendisine destek vermesi için büyük çaba sarf etmektedir. Bu sayede Tahran, bölgesel faaliyetlerini de sürdürebilmeyi amaçlamaktadır. İran, Avrupa ülkelerinin karşılıklı ekonomik çıkarlar sebebiyle kendileriyle siyasi bir restleşmeyi göze alamayacağını hesap etmektedir.

Öngörü: Avrupa, İran’la ilişkilerinde uzun bir aradan sonra siyaset ve ekonomi kalemlerini birbirinden ayırarak ABD’nin Devlet’ül Irak ve’ş Şam (DEAŞ) sonrası yeni hedef olarak belirlediği Şii milis gruplarına karşı yürütülecek savaşta kendisini yeniden konumlandırabilir. Avrupa’nın ABD’yle birlikte İran’a karşı havuç-sopa oyununa geri dönme ihtimali bulunmaktadır.

Sonuç

2011-2013 yıllarından itibaren İran dış politikasını “Ortadoğu’da daha fazla güç için Avrupa’yla daha fazla işbirliği” düşüncesi üzerinden yürütmektedir. Diğer bir ifadeyle Tahran, ulusal çıkarlar doğrultusunda Makyavelist bir çizgi izleyerek devrimin hedeflerine ulaşmak için nükleer anlaşmayı bir araç olarak kullanmaktadır. ABD, Trump yönetimiyle birlikte İran’ın politikaları konusunda uyanışa geçerken Avrupa, DEAŞ sonrası dönemde Şii milis gruplarına karşı verilecek mücadelede kendisine yer bulmaya çalışabilir. “Nükleer anlaşma ile İran’ın bölgesel rekabetine ket vurmak” arasında ikilem içerisinde kaldığında Avrupa, “daha güvenli bir nükleer anlaşma için İran’ın bölgesel rekabetini kırma” yolunu tercih edebilir.

[1] “Beyaz Saray: Füze Saldırısı bölge Güvenliğine Tehdit”, Hürriyet, http://www.hurriyet.com.tr/beyaz-saray-fuze-saldirisi-bolge-guvenligine-tehdit-40638301, (Erişim Tarihi: 13.11.2017).

[2]“Commissioner: Iran-EU Trade Balance Hits 10 Bln Euros”, Farsnews, http://en.farsnews.com/newstext.aspx?nn=13960821000957, (Erişim Tarihi: 13.11.2017).

[3]“Macron: Suudi Arabistan’a Atılan Füzenin İran Füzesi Olduğu Açık”, NTV, https://www.ntv.com.tr/dunya/macron-suudi-arabistana-atilan-fuzenin-iran-fuzesi-oldugu-acik,lgkMrsxyR0WKGXCb15hLFQ, (Erişim Tarihi: 13.11.2017).

[4]“Embassy Rejects Britain’s Anti-Iran Statement”, Tasnim News, https://www.tasnimnews.com/en/news/2017/11/11/1570177/embassy-rejects-britain-s-anti-iran-statement, (Erişim Tarihi: 13.11.2017).

[5]“Iran to Blame for Cyber-Attack on MPs’ Emails-British Intelligence”, The Guardian, https://www.theguardian.com/world/2017/oct/14/iran-to-blame-for-cyber-attack-on-mps-emails-british-intelligence, (Erişim Tarihi: 13.11.2017).

[6] “Johnson’dan İran’da Tutuklu İngiliz için Özür”, Haberler, https://www.haberler.com/johnson-dan-iran-da-tutuklu-ingiliz-icin-ozur-10238145-haberi/, (Erişim Tarihi: 13.11.2017).

Dr. Cenk TAMER
Dr. Cenk TAMER
Dr. Cenk Tamer, 2014 yılında Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. Aynı yıl Gazi Üniversitesi Ortadoğu ve Afrika Çalışmaları Bilim Dalı’nda yüksek lisans eğitimine başlamıştır. 2016 yılında “1990 Sonrası İran’ın Irak Politikası” başlıklı teziyle master eğitimini tamamlayan Tamer, 2017 yılında ANKASAM’da Araştırma Asistanı olarak göreve başlamış ve aynı yıl Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Doktora Programı’na kabul edilmiştir. Uzmanlık alanları İran, Mezhepler, Tasavvuf, Mehdilik, Kimlik Siyaseti ve Asya-Pasifik olan ve iyi derecede İngilizce bilen Tamer, Gazi Üniversitesindeki doktora eğitimini “Sosyal İnşacılık Teorisi ve Güvenlikleştirme Yaklaşımı Çerçevesinde İran İslam Cumhuriyeti’nde Kimlik İnşası Süreci ve Mehdilik” adlı tez çalışmasıyla 2022 yılında tamamlamıştır. Şu anda ise ANKASAM’da Asya-Pasifik Uzmanı olarak görev almaktadır.

Benzer İçerikler