Bizans’tan Vietnam’a; İzleri Sürebilmek

Paylaş

Romanos Diogenes, babası gibi bir subaydı. Anadolu’nun köklü ailelerinden birine mensuptu. Katıldığı savaşlarda önemli başarılar elde etti. Bizans’ın kötü yönetildiğine inanıyor ve bir asker olarak bu kötü gidişe bir son vermek istiyordu. Bunun için bir kalkışma planladı. Tahta çıkmadan önce ihanete uğrayacak kadar talihsiz bir askerdi. En güvendiği kişiler tarafından jurnallendi ve yakalanarak Konstantinopolis’e gönderildi. Mahkeme karşısına çıktı, geçmişte yaptığı hizmetler göz önüne bulundurularak affedildi. Onun affedilmesinde İmparatoriçe Eudokia Makrembolitissa’nın rolü büyüktü ancak bunun nedeni sonradan anlaşılacaktı.

Ayasofya’da Yapılan Atama

İmparatoriçe, Diogenes’in mahkemedeki tutumundan hayli etkilenmiş ve bu yüzden cezası hafifletilmişti. Mahkemeden sonra doğduğu yer olan Kapadokya’ya dönen Diogenes, kısa bir süre sonra İmparatoriçe Eudokia tarafından yeniden Konstantinopolis’e çağrılarak ordu komutanlığına atandı. Bu görevlendirmenin Hz. İsa’nın doğum günü olan 25 Aralık tarihine denk gelmesi tesadüf müydü acaba? Törene İmparatoriçe ve oğulları da katıldı. Bizans için işler iyi gitmiyordu. Doğu’da Türkmen baskısı, Batı’da ise isyan ve kalkışmalar vardı. İmparatoriçe Eudokia ve Patrik Yannis Xiphilinos, İmparatorluğun başına vatansever ve başarılı bir askerin geçmesini istiyordu; öyle de oldu. İkili, önlerindeki bütün pürüzleri aşıp Romanos Diogenes’i tahta çıkarttılar.

İlk Seferinde Menbiç’i Aldı

Asker kökenli bir imparator, Bizans’ın makus talihini geri çevirebilirdi. Yeni imparator, ilk iş olarak “kılıç kuşandı”. Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun ülkenin doğu sınırına yaptığı baskı her geçen gün daha da şiddetleniyordu. Buna karşılık ordunun durumu hiç iyi değildi. Askerlik müessesesi ihmal edilmişti. En basit şekliyle askerlerin paraları ödenmiyordu. Hazinede para yoktu. Askerin moral ve motivasyonu düşmüştü. Bu durumun bir diğer sebebi de uzun süredir sefere çıkılmamasıydı. Buna rağmen Diogenes sefer kararı aldı. 1068 yılında, tahta çıkışının üçüncü ayında ilk seferine çıkan İmparator, (Türkiye’nin bir dönem gündeminde olan) Menbiç’i ülke topraklarına kattı ve Türkmenleri püskürttü.

Bizans’ta Oyun Çoktu

Hiç şüphe yok ki bu başarı Diogenes’in iradesi, askeri tecrübesi ve kararlılığıyla gerçekleşmişti. Çıktığı ilk seferde elde ettiği bu başarı, içerdeki ve dışardaki düşmanlara bir cevap niteliği taşıyordu. İmparator rahatlamıştı. Konstantinapolis’e dönünce askerlere para dağıttı ve bürokrasiyle zaman geçirdi. Diogenes iyi bir askerdi ama “Bizans’ta oyun çoktu”. Türkmen akınları aralıklarla sürüyordu. İmparator, Anadolu’ya üç sefer yaptı. Üçüncü seferine 1071 yılında çıktı. İmparatoriçe Eudokia ile olan ilişkisini düzeltmiş olsa da sarayda “istemezükçüler”in sayısı fazlalaşıyordu ve bunların başını da bürokratik oligarşi çekiyordu. “Edirne Enver’in olacağına Bulgar’ın olsun” şeklindeki kin, saraya hâkim olmuştu. Bunun en açık göstergesi ise Malazgirt Savaşı oldu.

Hayal Bile Edemezlerdi

Saray içindeki entrikalar, Bizans’ı içerden çürütüyordu. Koltuk sevdası ve kuklacı olma isteği Malazgirt Savaşı’nda ihanet boyutlarına ulaştı. Yanlış bilgi aktarımı, verilmeyen destekler, ordu içinde çıkarılan karışıklık, istihbaratın kopukluğu Malazgirt Savaşı’nın kaybedilmesindeki başat unsurlardı. Diogenes’in artan popülaritesini içine sindiremeyenler, Türklerin kazanmasını ve İmparatorun kaybetmesini istiyorlardı. İstedikleri de oldu. Malazgirt Savaşı’nın kaybedilmesi sarayı çepeçevre saran bürokratik oligarşinin umurunda değildi, sevindiler. Bu ihanetleri sonucunda Bizans’ın Anadolu’dan silineceğini hayal bile edemezlerdi. Edemediler de zaten. Silindiler…

Sosyalizmi Çökerten Savaş

Afganistan’da yenilen Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB), bu yenilginin diğer sosyalist ülkelere nasıl yansıyacağını hiç düşünmemişti. Sovyetlerin askerî açıdan yenilebilir olduğunun görülmesi herkesi cesaretlendirdi. Afganistan’ın ardından Sovyet Rusya, önce Doğu Almanya’dan çıkmak zorunda kaldı. 9 yıl süren Afganistan işgalinde Sovyetlerin içinden çatlak sesler yükseldi ama duyan olmadı. 1979 yılındaki işgalden 10 yıl sonra yani 1989’da Sovyetler, Afganistan’ı tamamen terk etti. 40. Ordu Komutanı General Boris Gromov, Afgan toprağını en son terk eden Sovyet askeri oldu, hatta söz konusu asker haberlere konu olarak tarihe geçti. Sovyet Ordusu Afganistan hezimetinden sonra kendisine yönelen eleştiri oklarını şu sözlerle siyasetçilere yansıtacaktı: “Onlar istedi biz de yaptık”. Afganistan işgali, Sovyetler için “sonun başlangıcı” oldu ve bu işgal küresel bir değişimi tetikleyerek dünya haritasını yeniden değiştirdi. Sosyalizm çöktü.

Tolstoy’un Tarih Anlayışı

“Savaş ve Barış” romanı edebi bir baş yapıt olmasının yanında bir belirlemeyi işaret eder. Lev Tolstoy bu romanda tarihin bir akışı olduğunu söyler. Her şey bir yere doğru hareket etmektedir, yani seyir halindedir: Doğamız, dünya, insanlar ve elbette ki “tarih”. Bir ileriye doğruya gidiş vardır, bu ileriye gidiş de bir amaca yöneliktir. Tarihin bir kanunu olduğunu, amacına doğru ilerlediğini ve bu kanunda insanın belirleyici olmadığını söyler, büyük usta. Kont unvanına sahip bir asilzade olan Tolstoy, çocuk yaşlardan itibaren aldığı Ortodoks inancını ilerleyen yaşlara doğru sorgulasa da Tanrı’ya olan inancını hiçbir zaman kaybetmemiş ve inancının gölgesinde yazmıştır.

Kabul Görmüş Bir Gerçeklik

Buna rağmen Vladimir Lenin, Tolstoy’u Ekim Devrimi’nin “babası” kabul eder. Oysa Tolstoy bir sosyalist değildir ama “tarihin amacı” ve “ilerleyişi” Lenin’e göre Ekim Devrimi ile ete kemiğe bürünmüştür. Lenin, bir lider olarak Tolstoy’u sahiplenmiştir. Bu bağlamda bir geçmiş yaratmış ve böylelikle geleceğin kendisi olduğunu vurgulamıştır: Sovyetler Birliği. Bugün sokağa çıkıp sorsanız çoğu insan böyle bir ülkenin tarihsel varlığından bile haberdar değildir. Halbuki gezegenler arası ilk iletişim Sovyetler tarafından “Verena 4” adlı uzay aracı ile 1967 yılında gerçekleştirilmiştir. 8 saatlik çalışma hakkını tüm dünyaya armağan eden de yine Sovyetlerdir. Hatta Dünya’yı uzaydan gören ilk insan da Sovyet kozmonot Yuri Gagarin’dir. Daha çok örnek verilebilir ancak özet olarak Sovyetler Birliği, tüm kazanımlarına rağmen bugün yoktur.

Salamis’te Bir Yaz Günü

Salamis Deniz Muharebesi sadece Grekler için önem arz etmiyordu. Bugün hala Avrupa’dan söz edebiliyorsak bunun Salamis Muharebesi ile bağlantılı olduğu unutulmamalıdır. Grek şehir devletlerinin birleşerek Pers İmparatorluğu’na karşı kazandıkları bu savaşın Avrupa’yı ilgilendiren meyveleri 30 yıl sonra ortaya çıkmıştır. Pers İmparatorluğu’nun topraklarının en geniş olduğu dönem Ahameniş Hanedanı dönemidir. İmparatorluğun bir ucu Edirne’de bir ucu Hindistan’dadır (Mısır, Akdeniz, Ege, Kafkasya). Persler bir daha bu dönemdeki kadar güçlü bir imparatorluğa hiçbir zaman sahip olamamışlardır. Perslerin sayı, moral ve psikolojik üstünlüklerine rağmen Grekler, milattan önce 480’de Persleri yenilgiye uğratmayı başarmıştır. Pers İmparatorluğu, bu yenilginin ardından otuz yıl içinde Trakya ve Ege’den çekilmeye başlamış ve yüzyıl sonra da Büyük İskender tarafından yıkılmıştır. Eğer Grekler, Salamis Deniz Muharebesini kaybetseydi, bugünkü Avrupa haritası çok farklı olurdu. Persler rüzgârın kendilerinden yana esmesine rağmen yenildikleri bu savaşla sonlarını çağırdılar. Neden mi?

Busan, Dunkerque Olmayacak

Kuzey ve Güney Kore Savaşı’nın en kanlı günleriydi. Japonya’da 4 Amerikan tümeni bulunuyordu. Kuzey’den gelen saldırıya karşı güneye ilk kaydırılan 24. Tümendi. 5 Temmuz’da savaşa katılan 24. Tümen ağır kayıplar vermişti. Güney’in direnci kırılırken Kuzey’in morali artmıştı. Güney’in nüfusu neredeyse Kuzey’in 2,5 katıydı ama buna rağmen Kuzey Kore Ordusu, Güneyi hallaç pamuğu gibi dağıttı. 24. Tümen’in destek kuvvet beklemekten başka yapacağı bir şey yoktu. Japonya’da bulunan 7. ve 25. Piyade Tümeni ile 1. Süvari Tümeni, Güney’e intikal etti. ABD ve Güney Kore askeri birlikleri Güney Kore’nin Busan şehrinde bir araya geldi. Bu, General Douglas MacArthur’un emriydi ama aslında bir ricattı. Karşılarında Kuzey Kore Ordusu, arkalarında ise okyanus vardı. General MacArthur’un “Busan, Dunkerque olmayacak.” dediği rivayet edilir.

Çizmeyi Aşınca

Busan’da kurulan bu savunma hattı Güney Kore askerini toparladı ve nefes aldırdı. Kuzey’in saldırıları boşa çıkartıldı. General MacArthur’un bundan sonraki hamlesi savaşı tersine çevirdi. MacArthur, Güney Kore şehri İncheon’a çıkarma planı yaptı. Çıkarma öncesi herkes endişeliydi çünkü bu plan MacArthur’un kendi planıydı ve riskler taşıyordu.  MacArthur, West Point’i birincilikle bitiren bir askerdi ama ele avuca sığmayan bir yönü vardı. Plan hayata geçince Kuzey Ordusu bozguna uğratıldı ama bu öyle bir bozgundu ki General MacArthur’un komutasındaki Birleşmiş Milletler (BM) Ordusu 38. paraleli geçerek Kuzey’i tamamen komünistlerden temizlemek ve ülkeyi birleştirmek gibi bir misyon biçti kendine.

Güç Zehirlenmesi

ABD Başkanı Harry S. Truman’da buna sıcak baktı. Böyle bir zaferi kim istemezdi ki: Komünistleri tamamen temizlemek. Çin ise 38. paraleli geçerek kendi sınırlarına doğru ilerleyen bu ordudan hayli rahatsızdı. Pekin’in bütün uyarılarına kulak tıkandı. Mao olan biteni yakından izliyordu. Sovyetler de Mao’nun BM Ordusu’na karşı verdiği beyanatları destekliyordu. Aslında BM Ordusu, Amerikan Ordusu’ydu çünkü ana gövdeyi onlar oluşturuyordu. Güneyli kuvvetlerin Çin sınırına yakınlığı 80 km’ye kadar düştü. MacArthur’un bu ilerleyişi özgüvenin ötesinde bir güç zehirlenmesiydi. Ona göre savaş çoktan kazanılmıştı. Bu zehir nedeniyle önlerini göremediler. Çin, Kuzey’e asker sokmuş hem de ABD ve BM askerlerinin arkasına sızmıştı. Bu sızmayı ABD Ordusu’nun fark etmemesi savaşın seyrini değiştirdi.

Aynı Yanlışı Tekrar Ettiler

MacArthur aralarına sızan Çin askerlerinden habersizdi. General kadar askeri istihbaratın başı olan Charles Willoughby de çuvallayanlar arasındaydı. İkmal hattı uzuyor ve Güney Ordusu Çin sınırına yaklaştıkça tehlike daha da büyüyordu. Yalu’dan başlatacakları saldırıyla Kuzey Ordusu’nun tamamen yok edileceğini düşünen MacArthur, 24 Kasım’da harekete geçti ve büyük bir yenilgiye uğradı. ABD Ordusu darmadağın olmuştu. Bu durumu fırsat bilen Çinliler de aynı hataya düşüp, Güney Ordusu’nu tamamen adadan atmak istediler ve Seul’e kadar geldiler. MacArthur’un yaptığı yanlışın aynısını onlar da tekrar etti. İncheon çıkartmasından sonra Amerikalılar, Yalu saldırısından sonra da Çinliler zafer sarhoşluğuna kapılarak mutlak zaferden uzaklaştılar. Her iki ordu da tekrarladıkları benzer yanlışlar nedeniyle yenişemediler. Sonuçta ABD 35 binden fazla kayıp verdi, 7 bin 700 asker ise hala kayıp.

Vietnam ve V. Cumhuriyet

Vietnam Savaşı, önce Fransa’da sonra da ABD’de büyük değişimlere neden oldu. Paris’in desteklediği güçlerle Kuzey Vietnamlılar, 1946 ile 1954 yılları arasında savaştı. Dien Bien Phu Muharebesi’ni Amerika’nın desteğine rağmen kaybeden Fransızlar, aldıkları bu ağır yenilginin ardından 8 yıldır süren savaşı bitirmek zorunda kaldılar. Bu yenilginin artçı sarsıntıları Paris’te çatlaklara neden oldu ve dört yıl sonra V. Cumhuriyeti ilan etmek zorunda kaldılar ve ülkede iç savaşın eşiğine gelinince apar topar Charles de Gaulle göreve çağrıldı. Fransızların yaşadıklarından ders almayan Amerikalılar bu sefer Vietnam’a müdahil oldular.

Tet Saldırısı ve 68’ler Olayı

1964 yılının Ağustos ayında Tonkin Körfezi’ndeki ABD gemilerine, Kuzey Vietnamlıların saldırdığı haberi ABD’de şok etkisi yarattı. Acil olarak toplanan Kongre, Başkanı Lyndon B. Johnson’a tam yetki verdi. ABD Hava Kuvvetleri bir saldırı başlattı ve bu saldırıyla birlikte daha önce dolaylı olarak sürdürdüğü savaşa resmen girmiş oldu. Amerika’dan 19 bin km uzakta olan Vietnam’da işler hiç iyi gitmiyordu. 31 Ocak 1968 tarihinde Kuzey Ordusu büyük bir saldırı başlattı. 30’un üzerindeki merkeze aynı anda yapılan bir harekattı bu, amaç Güney güçlerini Vietnam’dan topyekûn çıkartmaktı. Budistlerin yeni yılı kutladıkları bir bayram günü başlatılan saldırının ilk gününde binden fazla ABD askeri hayatını kaybetti. Tet Saldırısı olarak tarihe geçen bu askeri operasyonda ABD Elçiliği de darmadağın oldu. Birçok üst düzey komutanın karşı çıkmasına rağmen Vietnam Komünist Partisi Genel Sekreteri Le Duan’ın bu kararı, sadece Vietnam savaşını değil dünyanın da gidişatını  etkileyecekti. Saldırı sonrası ABD kamuoyu artık bu savaşa bir son verilmesini daha yüksek sesle haykırmaya başladı. Vietkong’un bu başarısı askeri ve psikolojik üstünlüğün Kuzey’e geçmesine neden oldu.

Vietnam Savaşı 68 Hareketini Başlattı

Washington’un cevabı acımasız oldu. Tet Saldırısı’na cevap niteliği taşıyan My Lai Katliamı’nın görüntüleri ABD kamuoyunda infiale neden olmuştu.  Berkeley Üniversitesi’nden başlayan savaş karşıtı öğrenci protestoları bütün dünyaya yayıldı ve tarihe 68 Olayları olarak geçecek olan hareket başladı. Johnson başkanlık için bir daha aday olmayacağını açıkladı. Yerine gelen Richard Nixon’un kafasında da savaşı sona erdirmek vardı ama farklı bir yolla: “Abanarak”. Savaş yedi yıl daha sürdü ve ABD en sonunda 1975 yılında Vietnam’dan tamamen çekilmek zorunda kaldı. 1961-63 yılları arasında Başkan John. F Kennedy’nin, 1963-69 yılları arasında Başkan Johnson’ın, 1969-74 yılları arasında Nixon’un yürüttüğü savaş nihayet son bulmuştu. Vietnam Savaşı’nda 56 bin ABD askeri hayatını kaybetti, 400 bine yakın asker de yaralandı. 10 milyon insan ise sığınmacı oldu.

Pentagon Belgeleri

Savaş sırasında ABD Ordusu’nda savaş karşıtı sesler yükselmiş ve tartışmalar başlamıştı. Ordu’da görevli siyahi askerlerin durumu ise giderek daha da kötü bir hal alıyordu. Martin Luther King ve Malcom X gibi siyahi liderler savaşa açıktan cephe alıyor, Muhammed Ali savaşa katılmayı reddettiği için unvanından oluyordu. 1971 yılında basına sızdırılan “Pentagon Belgeleri” aslında Vietnam Savaşı’nın sorumlularını parmakla gösteriyordu. Savaş aslında ABD için çoktan bitmişti. Vietnam Savaşı, başlangıcından sonuna kadar politikacıların hırs ve hevesleri doğrultusunda sürdürülen bir savaştı. Yanılgılar üzerine kurgulanmıştı. Bu savaştan sonra literatüre “Vietnamlaşma” ve “Vietnam Sendromu” kavramları girdi. Vietnam’dan dönen askerler sosyal hayata uyum sağlayamadı hatta birçoğu intihar etti. Beyaz Saray, bu savaştan sonra zorunlu askerlik uygulamasını kaldırdı. Tonkin Körfezi’ndeki ABD gemilerine, Kuzey Vietnamlıların saldırdığı haberinin yalan olduğu ise 2005 yılında ortaya çıktı. Böyle bir saldırı hiç olmamıştı.

Basına Sempatinin Nedeni

Askerler, Vietnam Savaşı başladığında basına hiç engel çıkarmadılar, hatta muhabirlerin Vietnam’a gelmesine ön ayak bile oldular. Saygon Havaalanı’nı sivil uçaklara açık tuttular üstelik basın mensuplarının her türlü ihtiyacını da karşıladılar. Kore’de yaşananlar ABD’nin hafızasındaydı. Amerika orada yenilmemişti ama zafer de kazanamamıştı. Kendilerinin 28’de 1’i kadar bir ülke olan Vietnam’dan askeri ve ekonomik olarak fersah fersah üstündüler. Kısa sürede büyük başarılara imza atacaklarını düşünüyor, bu yüzden basının Vietnam’da olmasında bir beis görmüyorlardı ama yanıldılar. İşler umdukları gibi gitmedi.

İki Solcu İtalyan: Sacco ile Vanzetti

Ferdinando Nicola Sacco ile Bartolomeo Vanzetti. Bu iki İtalyan genç, Amerika’ya büyük umutlarla gelmişti. Göçmenlerin yaptığı gibi buldukları işlere sarıldılar fakat yükselen işçi hareketlerine bigâne kalamadılar. Politik yönleri, onları bir mücadelenin içinde yan yana getirdi. Arkadaşlarının öldürülmesini protesto etmeye hazırlanırken polis tarafından yakalandılar. Üzerlerinde matbuat yayını dışında bir şey yoktu. Çoğu zaman bu bile yeterliydi. Ama polis bu iki adamı cinayetle suçladı. Davaları yedi yıl sürdü. Bu yedi yıl, tartışmaları da beraberinde getirdi. Kamuoyu bu iki İtalyan’ın suçsuz olduğunu biliyordu. Adil bir yargılama yapılmamıştı. Mahkemenin tavrı tamamen politikti. Bunu herkes biliyordu. Sacco ve Vanzetti için dünyanın birçok yerinde insanlar sokaklara çıktı. Papa XI. Pius’dan Benito Mussolini’ye, Albert Einstein’dan Bernard Shaw’a kadar çok sayıda önemli figür bu iki İtalyan için devreye girdi.

50 Yıl Sonra Gelen Pardon

Hükümet, bütün bu ricaları elinin tersiyle itti. Yargılamanın sonunda idam kararı verildi. Bu iki anarşist göçmen, tüm dünyanın gözü önünde, suçsuz olduklarını bilindiği halde ve bütün karşı çıkışlara rağmen diğer göçmenlere gözdağı vermek için 1927 yılında 7 dakika arayla idam edildi. Hayatları şiirlere, filmlere, şarkılara, romanlara konu oldu; sokaklara ve caddelere adları verildi. Ve sonra bakın ne oldu? Bu infazın üzerinden geçen 50 yılın ardından yani 1977 yılında Massachusetts Valisi Michael Dukakis, Sacco ve Vanzetti’nin suçsuz olduğunu açıkladı. Davanın yargıcının göçmen karşıtı tutumla hareket ettiğini ve maksatlı davrandığını söyledi. Vali, 23 Ağustos tarihini bu iki İtalyan göçmeni anma günü olarak ilan etti.

Gözler Kör Olunca

Senatör J. William Fullbright, “İdeolojik anlaşmazlıkların korku ve tutkuları milletimizin düşünce ve enerjisini özgür bir topluma düşen yapıcı çabalara eğilmekten alıkoymuş; onu dışarıda bir komünist saldırısından, içeride de hıyanet tehlikelerinden başka bir şeyi düşünemez duruma sokmuştur.” derken çok önemli bir noktaya işaret ediyordu. Bu akıl tutulması, ABD’nin gözlerini kör ediyor ve büyük hesap hatalarına sürüklüyordu. Belki bugün bir komünist tehlikeden söz edemeyiz ama bu paranoya halinin çeşitli zamanlarda kendisini daha yakıcı bir biçimde dayattığını söyleyebiliriz.

Devletleri yöneten insanların yaşadığı bu körlük hali, tarihin akışı içinde dün de vardı bugün de var ve anlaşılan yarın da olacak. Naram Sin, Akad İmparatoluğu’nun Kralıydı. Hükümdarlığı sırasında imparatorluğu öyle bir güçlü hale getirdi ki sonunda kendisini tanrı ilan etti. Naram Sin, Mezopotamya’da kendisi tanrı ilan eden ilk hükümdardır ancak Sin, bugün yok. Hem kendisi hem imparatorluğu hem de “tanrılığı” yok ama steli Fransa’da Louvrie Müzesi’nde.

Gökçen GÖKSAL
Gökçen GÖKSAL
Gökçen Göksal, 1979 yılında İstanbul'da doğmuştur. Dumlupınar Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi'nden mezun olduktan sonra, İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde Medya ve İletişim Sistemleri üzerine Yüksek Lisans yapmıştır. Uzun yıllar dergi, gazete, radyo ve televizyon başta olmak üzere çeşitli basın-yayın kuruluşlarında görev yapan Göksal’ın yayımlanmış çok sayıda eseri, makalesi ve röportajı bulunmaktadır.

Benzer İçerikler