Tarih:

Paylaş:

Dörtlü İstanbul Zirvesi’nin İran’a Maliyeti

Benzer İçerikler

Türkiye, Almanya, Fransa ve Rusya’nın Suriye Krizi’nin çözümü için İstanbul Zirvesi’nde bir araya gelmesi, küresel güç dengelerinde yeni bir kırılmaya işaret etmektedir. Bu denklemde ne Donald Trump’la birlikte hegemonik konumunu pekiştirme gayretlerine girişen Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ne de Ortadoğu politikalarında büyük oranda Rusya’nın desteğini arkasına alan İran yer almaktadır. Her şeyden öte İran’ın özellikle Suriye Krizi’nin başından itibaren Türkiye ile rekabet eden bir tavır içerisine girmesi, Aralık 2016 tarihli Moskova Mutabakatı’na, Astana Görüşmeleri’ne ve Soçi Zirveleri’ne rağmen bu rekabetçi tutumunu sürdürmesi, Türkiye’nin tepkisini çekmiş; fakat Tahran’ın Türkiye’yi denklem dışında bırakmaya yönelik çabaları başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bunun en net göstergesi de Suriye Krizi’nin çözümüne yönelik Türkiye’nin ev sahipliğinde gerçekleşen; Avrasya ve Batı’nın önde gelen temsilcilerinin bir araya geldiği İstanbul Zirvesi olmuştur.

Nitekim İran, kendisinin saf dışı bırakıldığı İstanbul Zirvesi’ne kıskançlıkla yaklaşmıştır. İran’ın bu yöndeki açıklamaları Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Caberi Ensari’den gelmiştir. Bu kapsamda Ensari, “Söz konusu Suriye olunca, hiçbir ülke İran’ı devre dışı bırakamaz. İran bu anlamda önemli adımlar atıyor ve eylemleri, bölgede var olan gerçekliğe dayanıyor. Bu arada Türkiye, bazı diğer ülkeler gibi bunu anlıyor…”[1] ifadelerini kullanmıştır. Hatta 17 Eylül 2018 tarihinde Türkiye ve Rusya’nın İdlib’deki krizin çözümü için Soçi Zirvesi’nde imzaladıkları mutabakata ilişkin Ensari, “İdlib mutabakatının çerçevesi ve temel konseptleri İran’ın fikriydi… Rusya, sorunun hızlı adımlarla çözülmesi taraftarıyken Türkiye de bunu belirsiz bir süreye yayma eğilimindeydi. İran ise, sert savaş veya sert barış yerine kademeli bir çözüm önerdi”[2] açıklamasını yapmıştır. Böylece İran, Türkiye’nin bölge politikalarında aslında hiçbir önemli başarı elde etmediğini, Ortadoğu’daki tek söz sahibinin İran olduğunu ve Türkiye ile Rusya’nın Suriye krizinin çözümü için kendilerine ihtiyaç duyduğunu ima etmiştir.

Halbuki İran’ın krizin çözümünden anladığı Suriye’de Esad’ı destekleyen güçler dışındaki tüm aktörlerin ülke topraklarından çıkmasıdır. Burada “çıkması” kelimesinin altının özellikle çizilmesi gerekmektedir. Zira 7 Eylül 2018 tarihli Tahran Zirvesi’nde Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, normalde zirvede üzerinde durulmayan ABD ve onun müttefiki PYD/PKK terör örgütünün Fırat’ın Doğusundan çıkartılması meselesini gündeme getirdiğinde İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, “ABD’yi Fırat’ın doğusundan çıkmaya zorlayalım.”[3] ifadelerini kullanmış, burada bir çatışmadan ziyade zorlayıcı diplomasi araçlarına işaret etmiştir. Bu hususta Ruhani ve Zarif liderliğindeki Tahran hükümetinin reformist kanadının Ortadoğu’ya yönelik kullandığı dış politika araçları ile yerleşik nizamın ve özellikle Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) kullandığı araç ve yöntemlerde önemli farklılıklar bulunmaktadır. Bu bağlamda Ruhani ve ekibi, ABD’yi Suriye’den çıkarmak için diplomasi alanında zorlayıcı tedbirlere başvurulması gerektiğini savunmakta, diğer taraftan savaşı doğrudan yönlendiren DMO ise yaşanan son krizler nedeniyle ABD ve onun müttefiklerini doğrudan hedef almaktan imtina etmektedir.

Afrin’deki Zeytin Dalı Operasyonu sırasında Türkiye, terör örgütüne destek olmak için orada bulunan Esad, ABD ve İran güçlerinin varlığını önemsemeksizin PYD/PKK’ya karşı kararlı operasyonlar gerçekleştirmiştir. Türkiye’nin aksine İran ise Fırat’ın doğusunda düşmanı olarak konumlanan ABD güçleriyle karşı karşıya gelmekten çekinmiştir. Bu konuda Türkiye, sözde müttefiki olan ABD’yi doğrudan hedef alabilirken; Ortadoğu’daki direnişin baş mimarı olduğunu iddia eden İran, düşmanı olan bu ülkeye ancak Suriye’den çekilme çağrısı yapabilmektedir. Diğer bir ifadeyle İran’ın önceliği hiçbir zaman PYD/PKK ve ABD olmamıştır. Hatta İran için, Türkiye’nin Ortadoğu’daki etkinliği, okyanus ötesindeki ABD’ye kıyasla daha fazla tehdit arz etmektedir. Özetle belirtmek gerekirse, Türkiye-Rusya-İran üçlüsünün başlattığı Astana Görüşmeleri’yle birlikte, Avrasya düşüncesinin yeniden yükselişe geçtiği düşünülürken; İran’ın bu süreçteki önceliği, Türkiye’ye Ortadoğu’da set çekilmesi olmuştur. Buradan hareketle ne Devletü’l Irak ve’ş Şam’ın (DEAŞ) sahadaki gücünü artırması ne de ABD’nin Suriye’nin kuzeyine yerleşmesi ve PKK’nın burada bir terör devleti yapılanmasına gitmesi, İran için bir tehlike arz etmiştir. Tahran için asıl tehdit, Türkiye’nin Esad rejimine karşı ılımlı muhalifleri desteklemesi olmuştur.

Diğer taraftan sahada güçlenen ve ülkenin demografik yapısını değiştirmek için girişimlerde bulunan İran milisleri, dünya güçleri tarafından Suriye’nin geleceği için bir tehlike olarak görülmeye başlanmıştır.  Nitekim günümüzde gelinen noktada hem Almanya hem de Fransa; İran’ın nükleer silah elde etmemesi, Ortadoğu’yu daha fazla istikrarsızlaştırmaması ve Suriye’den çekilmesi konusunda hemfikir görünmektedir. Bu görüşe; geçtiğimiz aylarda ABD Başkanı Donald Trump’la yapmış olduğu Helsinki Zirvesi’nde “İran’ın Suriye’den çekilmesi” konusunda ortak kanaate varan Rus Devlet Başkanı Vladimir Putin de katılmaktadır. Almanya-Fransa-ABD-Rusya ekseninde oluşan bu ortak görüşü, Almanya Şansölyesi Merkel de şu sözlerle ortaya koymuştur: “Rusya Devlet Başkanı ile Suriye’deki İran varlığı konusunu görüştük. İran güçlerinin olmadığı bir bölge istiyoruz. Dolayısıyla İran güçleri Suriye’den çekilmeli.”[4] Konuyla ilgili Putin, İran güçlerinin Suriye’den tamamen çekilmesinin (ülkedeki çatışmalardan) ayrı bir konu olduğunu ve buna İran-Suriye ve İran-ABD arasındaki diyalogla karar verilmesi gerektiğini söylemiştir.[5]

Özetle, Helsinki Zirvesi’nde bir araya gelen Moskova ile Washington arasında İran’ın Suriye’den çekilmesine dair ortak bir kanaat oluşmuştur. Günümüzde gelinen noktada, her ne kadar ana gündem maddesi İdlib’deki insani krizin önlenmesi olsa da İstanbul Zirvesi’yle birlikte, Ankara-Berlin-Paris-Moskova hattında İran’ın Ortadoğu’dan çekilmesi konusunda yeni bir işbirliği anlayışı ortaya çıkabilir. Bu durum, İran’ın küresel güç mücadelesinde ve uluslararası politikada daha fazla yalnızlaşması ve giderek baskılanması anlamına gelebilir. Tahran yönetiminin İstanbul Zirvesi’ne rekabetçi bir gözle bakmasının ve asıl başarıyı kendisine yüklemesinin sebebi de burada yatmaktadır. Neticede İstanbul Zirvesi’yle birlikte, Türkiye’nin uluslararası siyasetteki merkezi konumu bir kez daha pekişmekte ve İran’ın küresel siyasetteki yalnızlığı giderek artmaktadır.


[1] “İran Dışişleri’nden İstanbul’daki Dörtlü Zirve Yorumu: Biz Olmadan Suriye Sorunu Çözülemez”, Sputnik, https://tr.sputniknews.com/ortadogu/201810241035820577-iran-disisleri-dortlu-zirve-yorumu/, (Erişim Tarihi: 26.10.2018).

[2] “Ensari: Rus-Türk İdlib Anlaşması, İran’ın Fikrinden Doğdu”, Sputnik, https://tr.sputniknews.com/ortadogu/201810251035838967-ensari-rus-turk-idlib-anlasmasi-iranin-fikrinden-dogdu/, (Erişim Tarihi: 26.10.2018).

[3] “Tahran’daki Üçlü İdlib Zirvesi’ni Dünya Canlı İzledi (Zirve Sona Erdi)”, NTV, https://www.ntv.com.tr/dunya/tahrandaki-uclu-idlib-zirvesini-dunya-canli-izledi-zirve-sona-erdi,scrjOr51b0-2h89cj8EI4w, (Erişim Tarihi: 26.10.2018).

[4] “Merkel: Suriye’de İran’ın Olmadığı Bir Bölge İstiyoruz”, Habertürk, https://www.haberturk.com/merkel-suriye-de-iran-in-olmadigi-bir-bolge-istiyoruz-2167528, (Erişim Tarihi: 27.10.2018).

[5] Putin: İran’ın Suriye’den Çekilmesini İsteyenler Garanti Vermeli”, Sputnik, https://tr.sputniknews.com/rusya/201810181035730723-putin-iran-in-suriye-den-cekilmesini-isteyenler-garanti-vermeli/, (Erişim Tarihi: 27.10.2018).

Dr. Cenk TAMER
Dr. Cenk TAMER
Dr. Cenk Tamer, 2014 yılında Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. Aynı yıl Gazi Üniversitesi Ortadoğu ve Afrika Çalışmaları Bilim Dalı’nda yüksek lisans eğitimine başlamıştır. 2016 yılında “1990 Sonrası İran’ın Irak Politikası” başlıklı teziyle master eğitimini tamamlayan Tamer, 2017 yılında ANKASAM’da Araştırma Asistanı olarak göreve başlamış ve aynı yıl Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Doktora Programı’na kabul edilmiştir. Uzmanlık alanları İran, Mezhepler, Tasavvuf, Mehdilik, Kimlik Siyaseti ve Asya-Pasifik olan ve iyi derecede İngilizce bilen Tamer, Gazi Üniversitesindeki doktora eğitimini “Sosyal İnşacılık Teorisi ve Güvenlikleştirme Yaklaşımı Çerçevesinde İran İslam Cumhuriyeti’nde Kimlik İnşası Süreci ve Mehdilik” adlı tez çalışmasıyla 2022 yılında tamamlamıştır. Şu anda ise ANKASAM’da Asya-Pasifik Uzmanı olarak görev almaktadır.