İnsani Müdahalelerde Hava Gücünün Artan Önemi

Paylaş

Bir ülke kendi topraklarında yaşanan insani krizi çözemiyor, çözmekte isteksiz davranıyor veya krizi bizzat kendi yaratıyorsa ne yapılmalı? Bu soru, son yılların en fazla tartışılan ihtilaflarından biridir. Çokça kullanılan bir analojiyle anlatmak gerekirse, Komşu dairemizde bir şiddet yaşanıyorsa ne yapmalıyız? Müdahale etmeli miyiz?

İnsani müdahale konsepti, bu sorularda da görüleceği üzere başka bir ülkede yaşanan insani krizlerin, diğer devletleri ilgilendirip ilgilendirmediği kaygısından ortaya çıkmıştır. Temelde kavram, insan hakları ihlallerinin yaşandığı bir ülkenin iç meselelerine üçüncü bir ülke, ülkeler grubu veya bir uluslararası organizasyon tarafından o ülkenin rızası aranmaksızın askeri müdahalede bulunmayı ifade etmektedir. Pratikte yaşanan birçok probleme ve bazı devletlerin çıkarlarını insani müdahale şemsiyesi altında gizlemesine rağmen bugün hala olası krizlere askeri müdahale çağrıları yapıldığını görmekteyiz.

İnsani müdahale kavramına ve uygulamalarına yönelik birçok sorun vardır ve bu sorunlar yıllardır çözüme ulaşmış değildir. Bahse konu olan sorunlardan ilki, ne zaman ve nereye müdahale edileceği hakkındadır. Müdahale niyetinde olan ülkelerin uyması gereken, üzerinde uzlaşılmış bir müdahale etme veya etmeme kriteri yoktur. Pratikte insani kriz yaşanan bir yere müdahale eden devlet, aynı sorunun yaşandığı başka bir yere kayıtsız kalabilmektedir. Bu durum, devletlerin müdahale kararında yardım etme içgüdüleri dışında daha çok ekonomik ve siyasi faktörlerin etkili olabileceğini göstermektedir.

Bir diğer sorun ise nasıl ve ne ölçüde müdahale yapılacağıyla ilgilidir. Bu meseleye çok farklı normatif cevaplar verilebilmektedir. Fakat uygulamada bu sorunun cevabı dönüşüm geçirmiştir. Yani günümüzdeki müdahale etme şekilleriyle, Soğuk Savaş sonrası ilk on yılda gerçekleşen müdahaleler arasında önemli farklılıklar vardır. Soğuk Savaş sonrasında Somali ve Doğu Timor örneklerinden de görüleceği üzere, müdahale eden devletler çoğunlukla insan gücüne dayanan, sadece güvenliği sağlamakla kalmayıp seçim düzenlemekten yol yapmaya, kamu binaları inşa etmekten aşılama faaliyetlerine kadar geniş bir görevler bütününü üstlenmekteydiler.[1]

Günümüzde ise artık bu tarz müdahaleleri görebilmek çok zordur. Devletler, özellikle de ulusal çıkarlarını ilgilendirmeyen durumlarda, doğrudan askeri temas kurmaktan kaçınmaktadırlar.  Bunun yerine hava gücü üzerinden müdahale etmeyi seçmektedirler. Kara kuvveti gerektiren işleri ise başka bir güce (muhalif güçler, bölgesel örgütler vs.) vekalet vererek, onların yapmasını tercih etmektedirler. Bu vekalet verilen güç, bazen başka bir devletin terör örgütü olarak gördüğü yasa dışı bir yapılanma da olabilmektedir. Daniel Archibugi mevzubahis durumu şu sözlerle dile getirmektedir:[2]

“Müdahale eden devletler, kendi askerlerinin canlarını, kurtarmak için müdahale ettikleri insanlardan daha fazla
önemsemektedirler.”

Can kaybı riskinin düşük olması nedeniyle de hava gücünün varlığı, devletler için gittikçe daha fazla önemsenmiş ve günümüzde insani müdahalelerin ana yöntemlerinden biri haline gelmiştir.

Bu dönüşümde özellikle hava gücünün yoğun bir şekilde kullanıldığı Kosova Müdahalesi’nin bir dönüm noktası olduğu göze çarpmaktadır. Kosova öncesindeki müdahalelerde daha önce de belirtildiği gibi, insan gücü yoğun bir şekilde kullanılıyordu. Askeri müdahaleyi gerçekleştiren devletler de sadece şiddeti durdurmakla sınırlı kalmıyorlardı. Bölgede yol yapımı, aşılama ve seçimleri düzenlemeye kadar uzanan bir dizi hükümet görevini üstleniyorlardı. Bu müdahalelerdeki hava gücü ise ancak karadaki askeri varlığa destek amacıyla kullanılmaktaydı. Bir başka deyişle hava kuvvetleri, karada görev yapan birlikleri hava saldırılarına karşı korumak amacını taşımaktaydı. Dönüşümün yaşandığı Kosova Müdahalesi sonrasında ise hava gücü artık destekleme gücü değil; ana müdahale aracı haline gelmiştir. Müdahale eden devletler, şiddeti havadan bombalayarak durdurmak dışında başka bir görevle ilgilenmemişlerdir.

Söz konusu değişimi daha somut gösterebilmek amacıyla Kosova öncesinde ve sonrasında yaşanan insani müdahaleleri karşılaştırmak gerekir. Soğuk Savaş’ın ardından gerçekleşen ilk müdahale, 1991 yılında Irak’ta olmuştur. 23.000 personelden oluşan kara gücü,[3] Saddam Hüseyin kuvvetlerinden Türkiye sınırına kaçanlara karşı doğrudan koruma görevi üstlenmiştir.[4] 1992 yılında gerçekleştirilen Somali Müdahalesi’nde ise 37.000 personel çatışmayı durdurmaya ek olarak kuyu açmaktan, yol yapmaya kadar birçok görevde çalışmıştır.[5] 1994 yılındaki Ruanda Müdahalesi ise 3.000 kişilik askeri birlikle yürütülmüştür.[6] Aynı şekilde 1999 yılındaki Doğu Timor Müdahalesi’nde de yaklaşık 8.000 personel bulunmuştur.[7] Kosova öncesindeki bu insani müdahalelere bakıldığında, insan gücünün aktif bir şekilde kullanıldığı ve müdahale eden devletlerin şiddeti durdurmak dışında bazı hükümet görevlerini de gerçekleştirdiği görülmektedir. Ayrıca bu askeri müdahalelerde ciddi sayıda askeri kayıplar verilmiştir. Elbette bu da müdahalede bulunan devletlerin iç politikalarında bazı tartışmalar vuku bulmuştur.

Kosova Müdahalesi’nden sonra ise hava gücünün yoğun olarak kullanılmaya başlandığı ve kara gücünde konuşlandırılan asker sayısının giderek azaldığı operasyonlar dikkat çekmektedir. Kosova Müdahalesi sırasında sadece havadan müdahaleyle 120 tank, 220 zırhlı personel taşıyıcı, yaklaşık 450 topçu silahı vurulmuş ve bunun karşılığında yalnızca 2 helikopter ve içindeki mürettebatı kaybedilmiştir.[8] Bu yüzden de ABD Savunma Bakanlığı’ndan William Cohen, Kosova’yı “hava gücünün tarihteki en kusursuz kullanımı” olarak değerlendirmiştir. [9]

Libya da aynı şekilde kara gücünün kullanılmadığı, yalnızca Kaddafi’ye ait hedeflerin havadan bombalandığı bir müdahaledir.[10] 2014 yılında terör örgütü Devletü’l Irak ve’ş Şam’a (DEAŞ) yönelik Irak ve Suriye sınırlarında gerçekleştirilen müdahale de aynı şekilde hiçbir kara gücü kullanılmayarak yalnızca havadan gerçekleştirilmiştir.[11] Görüldüğü üzere, Kosova öncesinde 20.000 ile 30.000 arasında personelle gerçekleştirilen müdahaleler, Kosova sonrasında yerini yalnızca hava gücünün kullanıldığı kara gücüne ise neredeyse hiç başvurulmayan müdahalelere bırakmıştır.

Bu aşamada “İnsani müdahalelerde hava gücünün kullanımı neden artmaktadır?” sorusu öne çıkmaktadır. Önceki örneklerden de görüldüğü üzere hava gücünün kullanımı, bu tarz müdahalelerde başarı sağladığı için daha çok tercih edilmektedir. Bu başarı, bölge halkından ziyade müdahale eden devlet için geçerlidir. Gerçekleştirilen müdahale, bölge halkı için kayda değer yarar sağlamamış, sorunları çözememiş ve hatta sorunları büyütmüş bile olabilir. Ancak müdahale eden devlet, herhangi bir kayıp gerçekleştirmeden insani bir krize “seyirci kalmadığı” halini tüm dünyaya gösterebildiği için kendini başarılı sayabilmektedir.

Aslında insani krizin yaşandığı bir ülkeye müdahalede bulunma kararı almak çok ciddi riskler barındırmaktadır. Örneğin askeri müdahale sırasında can kayıplarının yaşanması, Vietnam ve Somali örneklerinden de hatırlanacağı gibi, iç politikada çok ciddi çatırdamalara yol açabilmektedir. Buna karşılık eyleme geçmemek de uluslararası kamuoyunun tepkisine neden olabilecek riskler barındırmaktadır. Askeri gücün ülke dışına çıkarılmasının finansal maliyetinin yüksekliği de göz ardı edilemeyecek risk faktörlerinden biridir.

Hava gücü ise devletlere insani müdahalelerde bahsedilen riskin olmadığı veya çok düşük olduğu bir müdahale gerçekleştirme imkânı sunmaktadır. Bir başka ifadeyle hava gücü sayesinde devlet, can kaybı yaşamadığı için iç politikada tepki görmeyecek, prestij kaybına uğramayacak ve insani bir krize müdahale ettiği için de uluslararası kamuoyunun takdirini kazanacaktır. Bahse konu olan avantajları sayesinde devletler, gün geçtikçe hava gücüne daha fazla yönelmeye başlamışlardır. Lakin hava gücünün de birtakım dezavantajları bulunmaktadır. Bunların başında sivil kayıplara sebep olabilme ihtimali gelmektedir. Fakat teknoloji geliştikçe insansız hava araçları (İHA) ve silahlı insansız hava araçları (SİHA) gibi yeni teknolojiler çatışma alanlarında daha fazla kullanıldıkça, söz konusu dezavantaj giderek azalacaktır. Bu anlamda etkili bir hava gücüne ek olarak İHA ve SİHA gibi teknolojilere sahip devletlerin gelecekteki insani müdahalelerde aranan aktör olacağını öngörmek mümkündür.


[1] Laura L. Miller-Charles Moskos, “Humanitarians or warriors?: Race, Gender, and Combat Status in Operation Restore Hope”, Armed Forces & Society, 21(4), 1991, s. 615-616; Leonard C. Sebastian-Anthony L. Smith, “The East Timor Crisis: A Test Case for Humanitarian Intervention”, Southeast Asian Affairs, 2000, s. 65.

[2] Daniele Archibugi, “Cosmopolitan Guidelines for Humanitarian Intervention”, Alternatives: Global, Local, Political, 29(1), 2004, s. 11.

[3] Daniel L. Haulman, “Crisis in Iraq: Operation PROVIDE COMFORT”, Warnock A. Timothy, der., Short of War: Major USAF Contingency Operations, 1947-1997, Air University Press, 1991, s. 181-182.

[4] Gordon W. Rudd, Humanitarian Intervention: Assisting the Iraqi Kurds in Operation Provide Comfort, 1991, Military Bookshop, Washington 2004, s. 226.

[5] Matthew A. Baum, “How Public Opinion Constrains the Use of Force: The Case of Operation Restore Hope”, Presidential Studies Quarterly, 34(2), 2004, s. 200-201; Walter Clarke-Jeffrey Herbst, “Somalia Humanitarian and the Future of Intervention”, Foreign Affairs, 75(2), 2012, s.74; Laura L. Miller-Charles Moskos, “Humanitarians or Warriors?: Race, Gender and Combat Status in Operation Restore Hope”, Armed Forces&Society, 21(4), 1991, s. 615-616.

[6]  Bruce D. Jones, “‘Intervention without Borders’: Humanitarian Intervention in Rwanda, 1990-94”, Millennium, 24(2), 1995, s. 230.

[7] “East Timor, UNTAET, Facts and Figures”, United Nation, https://peacekeeping.un.org/mission/past/etimor/UntaetF.htm, (Erişim Tarihi: 23.04. 2020).

[8] Arash Heydarian Pashakhanlou, “Air Power in Humanitarian Intervention: Kosovo and Libya in Comparative Perspective”, Defence Studies, 18(1), 2017, s. 4.

[9] William M. Arkin, “Operation Allied Force: The Most Precise Application of Air Power in History”, Andrew J. Bacevich-Eliot A. Cohen, der., War over Kosovo, Columbia University Press, New York 2001, s. 1.

[10] Douglas Barrie, “Libya’s Lessons: The Air Campaign”, Survival, 54(6), 2012, s. 58-63.

[11] “No Ground Troops, Only French Weapons For Iraq : Hollande”, Defense World, https://www.defenseworld.net/news/16668/No_Ground_Troops__Only_French_Weapons_For_Iraq#.Xq7trWXVJPa (Erişim Tarihi: 05.05. 2019).

Ekrem OK
Ekrem OK
Ekrem OK, 2014 yılında Atatürk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden lisans derecesi aldı. OK, 2018 yılında “Brexit’e Giden Yol: Avrupa Birliği-Birleşik Krallık İlişkileri” başlıklı tez çalışmasıyla Karadeniz Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Tezli Yüksek Lisans Programı'ndan mezun oldu. 2018 yılında başladığı Karadeniz Teknik Üniversitesi, YÖK 100/2000 Uluslararası Güvenlik ve Terör programına doktor adayı olarak devam etmektedir. Halihazırda Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesinde Öğretim Görevlisi olan OK, İngiltere merkezli düşünce kuruluşu CESRAN İnternational’da Research and Staff Director ve The Rest: Journal of Politics and Development dergisinde Editör Yardımcısı'dır. Brexit, İnsani Müdahaleler ve Hava Gücü, OK'un ana çalışma konuları arasındadır. OK, İleri derecede İngilizce ve başlangıç seviyesinde Rusça bilmektedir.

Benzer İçerikler