19 Mayıs 2017 tarihinde gerçekleşecek olan İran cumhurbaşkanlığı seçimleri ele alınmadan önce, İran devlet yapısına göz atmakta fayda vardır. Çünkü genel olarak literatürde -özellikle günümüzde yaygın olan demokrasi literatüründe- seçim denilince yönetimde bir şeyleri değiştirmeyi hedefleyen, halkın iradesini ortaya koyan süreç akla gelmektedir. Dünyadaki genel kabul bu olduğu için, doğal olarak “İran cumhurbaşkanlığı seçimi” denilince aynı ya da benzer biçimdeki seçimler akla gelmektedir. Ancak İran durumunda “seçim” kavramı biraz yanıltıcıdır. Çünkü İran devletini yönetenler, meşruiyeti halktan değil Tanrı’dan almaktadırlar. Diğer bir deyişle; devlet demokrasiyle değil, teokrasiyle yönetilmektedir.
İran devlet yapısı incelendiğinde; İran Anayasası’nın 1. maddesine göre, “İran İslam Cumhuriyeti, Kur’an esaslarına göre kurulan bir devlettir.” Anayasanın 12. maddesinde de belirtildiği gibi, “İran’ın resmi dini İslam ve 12 Caferi Anlayışı’dır.” Bu anlayışa göre İranlı Şiiler, son imamı yani Mehdi’yi beklemektedirler. Anayasanın 5. maddesine göre ise, son İmam çıkıncaya kadar ona vekaleten ümmetin (İran halkının) liderliğini Velayeti Fakih ya da başka adıyla Dini Lider üstlenmektedir.
Dini liderin görevleri anayasanın 110. maddesinde şöyle sıralanmaktadır: “İran İslam Cumhuriyeti’nin genel politikalarını belirlemek; sistemin genel politikalarının düzgün yürütülmesini denetlemek; silahlı kuvvetlerin başkomutanı görevini yürütmek; savaş ve barışı ilan etmek ve silahlı kuvvetleri seferber etmek; Koruma Konseyi (Anayasa Mahkemesi) üyelerini, Yüksek Yargıcı, Genel Kurmay Başkanı’nı, İslam Devrimi Muhafız Birlikleri’nin başkomutanını, silahlı kuvvetlerin en üst düzey komutanlarını atamak, görevden almak ve istifalarını kabul etmek; cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini resmi hale getiren kararnameyi imzalamak; cumhurbaşkanı adayların uygunluğunu onaylamak; ülkenin çıkarlarını dikkate alarak cumhurbaşkanının görevden almak.”
Bütün bu görevler göz önünde bulundurulduğunda, sistemde dini liderin baskın durumu göze çarpmaktadır. Siyaset biliminde bu tür yönetimin adı, “tek kişilik totaliter rejimdir”. Bu bakımdan İran’ın devlet yapısı, Sovyet devletinin yapısını andırmaktadır. İki devlet de “muhalif düşünceleri kabul etmeyen ve elindeki bütün mekanizmalarla farklı düşünenleri ezmeyi hedefleyen tek tip ideoloji üzerine kurulu” devletlerdir. İki devlet arasındaki tek fark; Sovyetler meşruiyetini komünizm ideolojisiyle gerçekleştirirken, İran bu uğurda dini kullanmaktadır. Durum böyle iken, İran’da niçin cumhurbaşkanı seçimleri yapılır? Bu soruya yanıt vermeden önce, İran cumhurbaşkanının yetkilerine bakmakta fayda vardır.
Her ne kadar İran cumhurbaşkanı “Reis-i Cumhur” olarak adlandırılsa da, aslında görevleri daha çok yürütmenin başı olan başbakanı hatırlatmaktadır. Anayasanın 113. maddesinde şöyle denmektedir: “Dini lider makamından sonra cumhurbaşkanı ülkedeki en üst makamdır. Cumhurbaşkanının sorumluluğu anayasayı uygulamak ve dini lideri ilgilendiren konular hariç yürütmenin başı olarak görev yapmaktır.”
Teorik olarak, cumhurbaşkanı basın özgürlüğü ve siyasal şeffaflık hakkında söz hakkına sahip olabilir. Ancak bu da kolayca yargı ve Devrim Muhafızları tarafından bastırılır. Bu durumda İran’da cumhurbaşkanı aslında dini liderin politikasını gerçekleştiren işletmeci konumundadır. Bu açıdan bakıldığında; İran cumhurbaşkanı ister ılımlı olsun ister dinci olsun sonuçta dini liderin vizyonunu gerçekleştiren sadece bir bürokrattır. Bir Çin atasözünde belirtildiği gibi; “Kedi beyaz olsun, siyah olsun, amaç fareyi yakalamaktır.” Bunun gibi İran cumhurbaşkanının asıl görevi de dini liderin gösterdiği doğrultuda ülke çıkarlarını savunmaktır.
“Seçim niçin yapılır?” sorusuna dönülecek olursa, bütün rejimler gibi İran yönetimi de icraatlarının halktan onay alması gerektiğini bilmektedir. İran İslam Cumhuriyeti’nin mimarı olan Humeyni, “dini demokrasi” kavramını icat etmiştir. Dolayısıyla İslam rejiminde seçimler önemlidir. Seçimler sayesinde halk, yönetimde söz hakkı olduğunu düşünmektedir. Bu durum rejimin bekası açısından önemli bir araç olarak kullanılmaktadır. İran seçimleri hem iç politika hem dış politika bağlamında İran’ın meşruiyetini güçlendirmektedir.
Bilindiği üzere, İslam Cumhuriyeti de 1979 yılında referandum sonucunda ilan edilmiştir. Sonuçta devrimi gerçekleştiren halktır. Devrim esnasında Mollalar (siyasal İslamcılar), Pehlevi rejimi karşıtı bütün kesimlere önderlik etmiştir. Devrim sonrasında ise Mollalar hariç bütün diğer gruplar tasfiye edilmiştir. İslam rejimin gittikçe güçlenmesi, bu sefer karşı grupları “reformcu” adı verilen liberal-demokrat kesimin etrafında birleştirmiştir. Özellikle burada üniversite okumuş aydınlar ve üniversite öğrencilerinin rejim karşıtı tutumu göze çarpmaktadır. Giderek güçlenen bu grubu, rejimin bir şekilde ikna etmesi gerekmiştir. Rafsancani’nin, bu sebeple grubun başına geçtiği ve grubun devletteki temsilcisi görünümüne büründüğü düşünülmektedir. Rafsancani’nin cumhurbaşkanlığı döneminde İran, bu grubun talepleri doğrultusunda taktik değiştirmiş ve sert söylem yerini yumuşak uzlaşmacı söyleme bırakmıştır. Rafsancani’nin adamı olan Hatami’nin cumhurbaşkanlığı döneminde ise, İran rejiminin temelini sarsmayacak şekilde basında ve siyasal özgürlüklerde yumuşama politikasına gidilmiştir. Avam tabiriyle; rejim muhalif grupların gazını çıkartmıştır.
İran’ın özgürleşmeye doğru adım attığına, muhalif gruplar ve dünya kamuoyu da inanmaya başlamıştır. Özellikle Cumhurbaşkanı Hatami’nin ABD ve Batı ile ilgili olumlu söylemleri, İran devletinin hem içeride hem dışarıda elini güçlendirmeye başlamıştır. Liberal-demokratların beklentisi ülkenin giderek normalleşmesi iken; rejimdeki muhafazakârlar bu durumdan hiç de memnun olmamışlardır. Çünkü İran dünyaya açıldıkça rejimin meşruiyeti pekişeceği beklenirken; tam tersine İslam rejiminin meşruluğunu sorgulayan kitle çoğalmaya başlamıştır. Tam bu sırada ABD’de yönetime oğul Bush geçmiş ve 11 Eylül 2001 tarihinden sonra İran’ın Batı tarafından kabul görüleceği beklenirken; tam tersine Bush’un “kötülük ekseni” ülkeleri arasında yer almıştır. Bu durum da İran’daki muhafazakârların elini güçlendirmiş ve ortaya sert söylemli Ahmedinejad çıkmıştır.
Yönetimin özgürlükçü tutumdan yani reformlardan vazgeçmesi, liberal ve demokrat İranlıların 2009 yılındaki seçimde daha aktif olmasının yolunu açmıştır. Tartışmalı seçimlerden sonra halk sokaklara dökülmüş ve rejimin meşruiyeti zedelenmiştir. 2013 yılı seçimlerinde Hasan Ruhani’nin seçilmesi, İran’ı hem iç politikada hem dış politikada rahatlatmıştır. Cumhurbaşkanı Ruhani’nin, nükleer müzakereleri başarıyla sonuçlandırmasıyla reformcular tam da zafer havasını yaşayacakken; ABD’de Trump’ın başkan seçilmesi ve İran’a karşı sert söylemlerle ortaya çıkması bütün olumlu havayı tersine çevirmiştir. Esasen bu, muhafazakârların istediği bir durumdur. Kısacası, 2005 yılındaki senaryo tekrarlanmaktadır. Hasan Ruhani’nin zaferi kutlaması bir yana, ikinci dönem için cumhurbaşkanı seçilmesi de zorlaşmıştır. Üstelik ılımlı ve reformcuların babası olarak görünen ya da rejimin bekası için reformcular kozunun oynanmasını öne süren isim Rafsancani’nin vefatı da Ruhani’nin durumunu zorlaştırmaktadır.
Yukarıda İran devlet yapısında Dini Lider’in bütün konularda son sözü söylediğine değinilmiştir. Dolayısıyla, önümüzdeki seçimlerde Dini Lider Ayetullah Hamaney’in kimi destekleyeceği önemlidir. Bu bağlamda Hamaney seçimlere iki ay kala Nevruz dolayısıyla yaptığı konuşmada, “Ruhani hükümetinin ekonomik başarısızlığı”ndan bahsetmiştir. Bu açıklama, Hamaney’in seçimlerde Ruhani’nin adaylığını desteklemeyeceğine dair bir sinyal ya da bir zemin yoklaması olabilir. Üstelik Hamaney konuşmasında seçimlere değinerek, her zaman seçim sonuçlarına karşı çıkan insanlar olduğundan bahsetmiştir ve özellikle 2009 yılı seçimlerinde bu insanların aktif olduğunun altını çizerek kendisinin onlara karşı dik durduğunu söylemiştir. Shahriar Kia’ya göre bu açıklamanın anlamı, Hamaney’in 2009 yılındaki seçimlere müdahalesinin bir itirafıdır.
Kısacası Hamaney, Ruhani’yi cumhurbaşkanı olarak istememektedir. Ancak Ruhani’den kurtulması kolay olmayacaktır. Çünkü, eğer 2009 yılında reformcu Musavi’nin saf dışı bırakıldığı gibi Ruhani de saf dışı bırakılırsa onu destekleyen güç tekrar sokaklara dökülecektir. Sert söylem tarafları olan muhafazakârlar cephesinden Ahmedinejad gibi popüler bir ismin yanında Hamaney’in en güvendiği isimlerden olan eski Yüksek Yargıç İbrahim Reisi’nin adaylığını koyması, Hamaney’in artık sözünün geçmediğinin sinyali olabilir. Başka bir deyişle, muhafazakârlar tek aday etrafında birleşememektedirler. Bu da aslında Ruhani’nin elini güçlendirmektedir.
İran’daki seçimler ele alındığında, bu seçimler üç açıdan değerlendirebilir. İlk olarak, bu seçimler iç politika bağlamında önemli bir test olacaktır. Şöyle ki İranlı seçmenler iki cepheden oluşmaktadır; reformu destekleyen, ülkenin normalleşmesini isteyen, komşu ülkelerle ve Batı ile uyumlu olmasını isteyen bir grup ve bu eğilimlerin ülke istikrarı ve bekası için tehdit olduğunu düşünen muhafazakârlar.
Siyasal terminolojiyle, reformcular sol ve muhafazakârlar sağ olarak nitelendirebilir. Sol kesimde İran’ın okumuş kesimi, şehirliler ve Batı kapitalizmi ile çalışmak isteyen büyük şirketler yer almaktadırlar. Sağ kesimde dini hassasiyeti güçlü olan köylüler ve çarşı-pazarda etkin olan küçük ve orta ölçekteki esnaflar vardır. Atay Akdevelioğlu’nun analizine göre bunların oranı tahminen birbirine eşittir.
Rejimin sol kanadı bir şekilde yönetime alması ya da rejimin bekası için alıyor görünmesi çok ciddi sonuçlar doğurmuştur. Günümüzde gelinen noktada sol kanat artık kurumsallaşmış durumdadır; rejimin onu bir şekilde dikkate alması gerekmektedir. Bu bağlamda iç politika açısından seçimlerin çok gergin geçeceği öngörülmektedir.
Seçimler dış politika boyutuyla ele alındığında reformcuların İran’da güçlenmesi ülkeyi Batı’ya yaklaştıracağı ve uzun vadede bölgede ABD’nin nüfuzunu arttıracağı için, Rusya ve Çin’in muhafazakârları destekleyeceği düşünülmektedir. 2009 yılındaki seçimlerde Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanı seçilmesini protesto edenlerin “Rusya’ya Ölüm!” diye slogan atmaları; sol kesimin, rejimin Rusya’yla işbirliği yaparak seçim sonuçlarını etkilediğine dair suçlamaları nispetindedir. Yönetim tarzı bakımından totaliter olan İran İslam rejimi, otoriter olan Rusya ve Çin rejimleriyle ortak dil kullanmaktadır. Rejim kimliklerinin benzerliği İran’ı, Çin ve Rusya’yla doğal ortak yakınlaştırmaktadır. Robert Kagan’ın ifadesiyle, “demokrasiler birliğine karşı otokratlar beraberliği” söz konusudur. ABD’de Trump’ın İran karşıtı tutumu Ruhani’yi zor durumda bırakmaktadır. Rus, İran uzmanı İgor Pankratenko’nun iddiasına göre, Ruhani’nin Mart ayı sonundaki Moskova ziyareti, Ruhani’nin Rusya’ya verdiği güvence niteliğindedir. Diğer bir deyişle, Ruhani seçimlerde Rusya’nın desteğini almaya çabalamaktadır.
Üçüncü olarak, Ayetullah Hamaney’in yaşı ve sağlık sorunları göz önünde bulundurulduğunda cumhurbaşkanı seçimleri daha da önem kazanmaktadır. Hamaney’in yerine kimin geçeceği belli değildir; ancak muhafazakâr gruptan birinin geleceği kesindir. Şayet Ruhani ikinci dönemde cumhurbaşkanı seçilirse, yeni Dini Lider Humeyni ya da Hamaney gibi birinci kuşak İslamcılardan olmadığı için Cumhurbaşkanı Ruhani ile Dini Lider arasında sorun yaşanabilecektir. Bu sebeple muhafazakâr aday cumhurbaşkanı seçilirse, yeni Ayetullah’ın seçilmesi ve yönetim geçişi daha sağlıklı gerçekleşecektir. Üstelik, Ayetullah Humeyni’nin ölümü ve sonrasında Cumhurbaşkanı Hamaney’in Dini Lider makamına geçmesi senaryosu düşünülürse; rejim için İbrahim Reisi’nin cumhurbaşkanı seçilmesi en uygunudur. Daha sonra Hamaney yerini Reisi’ye bırakabilir. Sonrasında düzenlenecek olan seçimlerde reformcuların adayı cumhurbaşkanı seçilebilir. Böylece dengeler yerine oturtularak rejimin bekası sağlanacaktır. Ancak bu senaryonun en zor kısmı şudur ki; halk Reisi’nin cumhurbaşkanlığını kabul etmeyebilir ve sokaklara dökülebilir; 19 Mayıs sonrası İran’da protestolar çoğalabilir.
Rejim, halk protestosu ile karşılaşmak istemezse; Ruhani’nin cumhurbaşkanlığını kabul edecek ve iki taraf uzlaşmaya gidecektir. Bu durum aslında en mantıklı yoldur. Ruhani tekrar seçilirse, İran derin devletinin gerçekten iyi çalıştığı sonucu çıkacaktır. Ancak bu senaryo hem muhafazakârların sert tutumu hem uluslararası ilişkilerdeki sert söylemler dikkate alındığında zor bir ihtimal olarak görülmektedir.
Sonuç olarak 19 Mayıs tarihindeki seçim, İran rejimi ve aynı zamanda ülkenin normalleşmesini isteyen kitle açısından bir test olacaktır. Türkiye açısından bakıldığında; İran’da cumhurbaşkanı kim olursa olsun, sonuç olarak İran devletinin çıkarlarını koruyacağı için pek fark yoktur. Türkiye, Ahmedinejad döneminde İran’la işbirliği yaptığı gibi Ruhani döneminde de İran’la işbirliği yapmaktadır.
[1] ‘PRESIDENTIAL ELECTIONS IN IRAN’, 4/1/2017, https://www.mojahedin.org/newsen/53990/PRESIDENTIAL-ELECTIONS-IN-IRAN
[2] ‘I Will Confront Anyone Who Attacks the Vote of the People in the Elections’, Mar 21, 2017, http://english.khamenei.ir/news/4733/I-Will-Confront-Anyone-Who-Attacks-the-Vote-of-the-People-in
[3] ‘I Will Confront Anyone Who Attacks the Vote of the People in the Elections’, Mar 21, 2017, http://english.khamenei.ir/news/4733/I-Will-Confront-Anyone-Who-Attacks-the-Vote-of-the-People-in
[4] Shahriar Kia, ‘Iran’s Elections: A Breaking Crisis?’, 4/2/2017, https://www.mojahedin.org/newsen/54006/Iran’s-Elections-A-Breaking-Crisis
[5] Atay Akdevelioğlu, ‘İran’da Seçmenin Sınıfsal Tercihi’ 2009-06-18, http://orsam.org.tr/index.php/Content/Analiz/242?s=orsam|turkish
[6] Игорь Панкратенко, ‘Роухани в Москве: визит ни о чем’, 30.03.2017, https://newsland.com/user/4297788347/content/roukhani-v-moskve-vizit-ni-o-chem/5755736