İran’ın Suriye’deki “Güvenli Bölge” Kararına Bakışı

Paylaş

Türkiye ile ABD arasında Suriye’nin kuzeyinde Güvenli Bölge oluşturulmasıyla ilgili mutabakata varılmasının ardından İran’ın konuya ilişkin tutumu merak edilmeye başlanmıştır. Geçtiğimiz yıllarda İran, Türkiye’nin Fırat Kalkanı Harekâtı’na ve Zeytin Dalı Operasyonu’na karşı çıkarak tepkisini diplomatik yollardan Ankara’ya iletmiş ve hatta sahada da milis güçleri kullanarak Türkiye’nin operasyonlarını engellemeye çalışmıştı. Son birkaç aydır İranlı üst düzey yetkililer, Şam ile Ankara arasında mekik diplomasisi yürüterek sınır hattının Esad rejiminin kontrolüne bırakılması için yoğun çaba harcamıştı. Nitekim İdlib’de muhaliflere karşı savaşan İran, aynı muhalif grupların Suriye’nin diğer bölgelerine de yayılmasından endişe duymaktadır. Bu bağlamda Türkiye’nin tek başına yapacağı operasyon kapsamında Fırat’ın doğusunda 30-35 kilometrelik bir derinliğe ulaşması, Tahran tarafından büyük bir tehdit olarak görülmektedir.

Tahran, Suriye’nin izni olmadan bu ülkenin topraklarında bulunan ABD gibi yabancı güçleri “işgalci” olarak görmekte ve ülke topraklarını terk etmeye çağırmaktadır. Türkiye, ulusal güvenlik kaygıları nedeniyle Suriye’ye operasyonu gündeme getirdiğinde ise İran, benzer suçlamaları Türkiye’ye yöneltmektedir. Bunun yanı sıra Tahran, Türkiye’nin sınırla ilgili endişelerini anladığını belirterek bölgenin kontrolünün rejim güçlerinde olması gerektiğini ısrarla vurgulamaktadır. Ankara ise operasyonların Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumayı amaçladığını ve ülkede barış, istikrar ve düzenin sağlanmasıyla birlikte Suriye Devleti’nin bölgede egemen olmaya devam edeceğine vurgu yapmaktadır. Halihazırda İran destekli Suriye Ordusu’nun Fırat’ın doğusunu ele geçirmesi mümkün görünmemektedir. Ayrıca İran’ın Türkiye’ye sunduğu “sınır hattının rejim güçlerince kontrol edilmesine” ilişkin teklif, Ankara tarafından da kesin bir dille reddedilmiştir. Zira Suriye halkı, yalnızca DEAŞ ve PYD/PKK teröründen değil; aynı zamanda Suriye rejiminden de kaçarak Türkiye’ye sığınmıştır. Bu sebeple de Türkiye’deki Suriyelilerin, sivil halka yönelik baskıların sürdüğü Esad rejiminin kontrolündeki bölgelere geri dönmesi mümkün değildir.

İran açısından bakıldığında, Türkiye’nin ABD’yle güvenli bölge konusunda yaptığı anlaşmanın hem olumlu hem de olumsuz yanları bulunmaktadır. İran’a göre olumlu yönü, ABD’nin 5 km derinlik önerisi kabul edilirse, Türk Ordusu’nun ve muhalif güçlerin bölgedeki varlığı sınırlandırılmış olacaktır. İran için olumsuz taraf ise Suriye’nin kuzeyinde Türkiye tehdidini bertaraf eden ABD, PYD terör örgütünün başını çektiği SDG yapılanmasını Fırat’ın güneyinde İran’a karşı savaşmak için hazırlamaya başlayacaktır. Tahran’a göre; ABD’nin asıl hedefi de Suriye’nin kuzeyini güvence altına alarak PYD/SDG’yi güney cephesinde İran’a karşı savaştırmaktır. Diğer taraftan Türkiye’nin ABD olmadan Suriye’nin kuzeyine tek başına operasyon düzenlemesi, İran açısından daha büyük bir tehdit oluşturacaktır. ABD ve Türkiye’nin almış olduğu güvenli bölge kararının İran açısından avantaj ve dezavantajları değerlendirildiğinde avantajlı yönlerinin ön plana çıktığı görülmektedir. Diğer bir ifadeyle, ABD bölgeden ayrılsa bile Türkiye hep buradadır. Dolayısıyla Türkiye’nin etkinliğinin sınırlandırıldığı bir güvenli bölge, İran’ın çıkarlarını daha az tehdit edecektir.

Öte yandan Washington, Tahran’a uyguladığı maksimum baskı politikası kapsamında PYD’yi etkin bir şekilde kullanmayı planlamaktadır. Hatta ABD, güvenli bölge kararıyla Türkiye’yi durdurmayı ve böylece Fırat’ın güneyinde PYD/SDG’nin İran’a karşı savaşması için daha fazla çaba harcamayı amaçlamaktadır. Ancak İran, bunun Suriye’deki çıkarlarına yönelik büyük bir tehdit oluşturmadığını bilmektedir. Bir başka deyişle, PYD’nin Deyri Zor ve Ebu Kemal kırsalında İran’a karşı etkin bir mücadele vermesi pek mümkün değildir. Terör örgütünün bu yönde bir hedefinin olduğu da söylenemez. Hatta Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna tek başına operasyon gerçekleştirmesi halinde, aynı Zeytin Dalı Operasyonu’nda olduğu gibi, PYD’nin Esad ve İran güçlerini bölgeye davet etmesi de sürpriz olmayacaktır. Bu anlamda PYD’nin İran veya Suriye rejimine tam bir düşmanlık içerisinde olduğu ileri sürülemez. Buna ek olarak Suriye Ordusu’nun veya İran destekli milislerin, Mümbiç ve Halep kırsalında görüldüğü gibi, PYD’nin kontrolündeki bölgelerden rahatça geçebildiği bilinmektedir. Özetle, Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölge kapsamında Türkiye’nin 30-35 km derinliğe ulaşması, İran için uzun vadede kullanışlı bir aktör olarak görülen PYD’nin bölgedeki etkinliğinin sona ermesi anlamına gelecektir. Bu anlamda İran, ABD çekildikten sonra Suriye’nin kuzeyinde PYD liderliğinde kurulması planlanan terör devletini, Akdeniz Koridoru Projesi’nde kullanabileceği önemli bir aktör olarak görmektedir.

Türkiye’nin Astana Süreci’ndeki ortakları olan Rusya ve İran, Suriye’deki barış müzakereleri boyunca Fırat’ın doğusundaki ABD-PYD varlığını ciddi bir tehdit olarak algılamamış, hatta bu aktörler zaman zaman PYD’yle işbirliği arayışları içerisinde de olmuştur. Bu nedenle de Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna tek başına operasyon düzenlemesinden ziyade ABD’yle birlikte sınırlı bir harekât düzenlenmesi, İran açısından Suriye’deki çıkarlarının daha az zedelenmesi anlamına gelmektedir. İran, tıpkı Zeytin Dalı Operasyonu’nda olduğu gibi, Türkiye’ye yönelik ağır bir tepkide bulunmaktan kaçınmıştır. Buna rağmen İran, Trump yönetiminin güvenilmez olduğunu bildiği için Türkiye’nin Fırat’ın doğusunda halen büyük bir operasyona girişebileceğini düşünmektedir. İran’a göre Türkiye, muhaliflerin Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olabilmeleri için onların etkinliğini artırmaya veya varlığını güvence altına almaya çalışmaktadır.[1]


[1] “Rapor|Kuzey Suriye’ye İlişkin Ankara-Washington Anlaşması’ndaki Belirsizlik”, Tasnim News, https://bit.ly/2Z6hDon, (Erişim Tarihi: 15.08.2019).

Dr. Cenk TAMER
Dr. Cenk TAMER
Dr. Cenk Tamer, 2014 yılında Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. Aynı yıl Gazi Üniversitesi Ortadoğu ve Afrika Çalışmaları Bilim Dalı’nda yüksek lisans eğitimine başlamıştır. 2016 yılında “1990 Sonrası İran’ın Irak Politikası” başlıklı teziyle master eğitimini tamamlayan Tamer, 2017 yılında ANKASAM’da Araştırma Asistanı olarak göreve başlamış ve aynı yıl Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Doktora Programı’na kabul edilmiştir. Uzmanlık alanları İran, Mezhepler, Tasavvuf, Mehdilik, Kimlik Siyaseti ve Asya-Pasifik olan ve iyi derecede İngilizce bilen Tamer, Gazi Üniversitesindeki doktora eğitimini “Sosyal İnşacılık Teorisi ve Güvenlikleştirme Yaklaşımı Çerçevesinde İran İslam Cumhuriyeti’nde Kimlik İnşası Süreci ve Mehdilik” adlı tez çalışmasıyla 2022 yılında tamamlamıştır. Şu anda ise ANKASAM’da Asya-Pasifik Uzmanı olarak görev almaktadır.

Benzer İçerikler