Donald Trump yönetiminin son dönemde Karayip Denizi’nde gerçekleştirdiği askerî hareketlilik, Latin Amerika jeopolitiğinde uzun süredir görülmemiş bir yoğunluk yaratmıştır. Savaş gemileri, muharip uçaklar, bombardıman uçakları, deniz piyadeleri, insansız hava araçları ve istihbarat uçaklarından oluşan bu kuvvet, yalnızca bir deniz devriyesi değil, aynı zamanda güçlü bir mesajın parçası olarak değerlendirilmiştir. Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) bu yığınağı, resmî söylemlerde “narkotikle mücadele operasyonu” olarak sunulsa da bunun ardında daha kapsamlı bir siyasi hedefin, yani Venezuela’da rejim değişikliğini teşvik etme amacının yattığı düşünülmektedir.[i]
Karayipler’deki bu hareketlilik, sadece Venezuela’ya değil, tüm Latin Amerika’ya verilmiş bir güç gösterisi olarak yorumlanmıştır. Uzun menzilli B-52 bombardıman uçaklarının Venezuela kıyılarına yakın bölgelerde “taarruz gösterileri” düzenlemesi, ABD’nin caydırıcılık kapasitesini ön plana çıkarmıştır. Aynı zamanda Merkezi İstihbarat Teşkilatı’nın (CIA) Venezuela’da gizli operasyonlar yürütme yetkisi aldığına dair açıklamalar, Washington’un diplomatik söyleminin ötesine geçen bir kararlılık sergilediğini göstermiştir. Bu adımlar, yalnızca uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele çerçevesinde değerlendirilemeyecek kadar geniş kapsamlı olmuştur.
ABD yönetimi, operasyonun “narkotik akışını durdurmak” amacıyla yürütüldüğünü açıklamıştır. Ancak kullanılan kuvvet yapısı, bu gerekçenin ötesinde bir stratejik hedefin varlığına işaret etmektedir. Çünkü narkotik madde ticaretinde ön plana çıkan ülkeler Kolombiya, Peru ve Bolivya’dır; Venezuela ise daha çok güneyden kuzeye geçiş güzergâhlarından biri olarak bilinmektedir. Ayrıca ABD Uyuşturucuyla Mücadele Dairesi’nin (DEA) 2025 raporunda, ABD’de ele geçirilen narkotik maddenin %84’ünün Kolombiya menşeli olduğu, Venezuela’nın ise ana kaynak olarak dahi belirtilmediği görülmüştür.[ii] Bu nedenle Karayip Denizi’nde uçak gemileri ve savaş uçaklarının yer aldığı büyük çaplı bir yığınak, sadece “narkotikle mücadele” için orantısız bir güç izlenimi sunmaktadır.
Bu gelişmelerin diplomatik boyutu da son derece dikkat çekicidir. Venezuela yönetimi, ABD’nin bu hamlelerini egemenliğe yönelik bir tehdit olarak değerlendirmiştir. Maduro, Washington’un “yeni bir sonsuz savaş” yaratmaya çalıştığını ileri sürmüş, askeri baskının ülkesinin ekonomik krizini derinleştirmekten başka bir işe yaramayacağını savunmuştur.[iii] ABD’nin deniz ve hava operasyonları sırasında bazı küçük teknelerin vurulduğu iddiaları ise bölge ülkeleri arasında endişe yaratmıştır. Latin Amerika’daki birçok hükümet, bu tür operasyonların uluslararası hukuka uygunluğunu sorgulamıştır. Çünkü uyuşturucuyla mücadele bahanesiyle başka bir ülkenin kara sularında ya da yakın çevresinde operasyon yürütmek, Birleşmiş Milletler (BM) Şartı’nın kuvvet kullanımı yasağıyla çelişebilmektedir.
Buna rağmen Washington yönetimi, bu operasyonları meşru bir güvenlik önlemi olarak sunmuştur. ABD Dışişleri yetkilileri, Venezuela’daki “narko-terörist ağların” bölgesel güvenliği tehdit ettiğini öne sürmüşlerdir.[iv] Bu söylem, Trump’ın kendi siyasi çizgisiyle de uyumlu görünmüştür. Çünkü Trump, 2016 yılında seçim kampanyasında “yabancı rejimleri devirmeye son verme” sözü vermiş olsa da iktidarı döneminde “güç gösterisi yoluyla rejim baskısı” anlayışını benimsemiştir. Bu politika, klasik bir askerî müdahale yerine örtülü operasyonlar, ekonomik yaptırımlar ve psikolojik savaş unsurlarıyla yürütülmüştür.
Karayipler’deki askerî yığınak, aynı zamanda ABD’nin Latin Amerika’daki stratejik önceliklerine dönüşünün bir işareti olarak yorumlanmıştır. Soğuk Savaş’tan sonra bölgeye ilgisini kısmen kaybeden Washington, son yıllarda Çin ve Rusya’nın Latin Amerika’daki etkisinin artmasıyla birlikte yeniden etkin bir güç projeksiyonu politikasına yönelmiştir. Bu bağlamda Venezuela, yalnızca bir hedef ülke değil, aynı zamanda ABD’nin bölgesel caydırıcılığını yeniden tesis etme alanı hâline gelmiştir. Porto Riko’nun üs olarak aktif biçimde kullanılması, ABD’nin lojistik kapasitesini güçlendirmiştir. Bu durum, Karayipler’in yeniden “Batı Yarımküre Stratejisi”nin merkezine yerleştiğini göstermiştir
Bu operasyonun bölgesel yankıları da farklı düzlemlerde hissedilmiştir. Latin Amerika’daki birçok ülke, ABD’nin bu tür askerî manevralarının bölgeyi yeniden kutuplaştırma riski taşıdığını dile getirmiştir. Özellikle Brezilya ve Meksika, açık bir askerî müdahalenin Venezuela’daki insani durumu daha da kötüleştirebileceği uyarısında bulunmuşlardır. Buna karşın bazı muhalif çevreler, ABD’nin baskısının Maduro rejimi üzerindeki baskıyı artırabileceği düşüncesindedir. Ancak uzun vadede dış baskıların iç çözülmeyi tetikleme olasılığı her zaman belirsizlik taşımaktadır.
Trump’ın Venezuela politikası, yalnızca askeri araçlara dayanmakla kalmamış, aynı zamanda diplomatik ve ekonomik unsurları da içermiştir. Washington, Maduro’nun yakalanmasına yol açabilecek bilgi sağlayanlara 50 milyon dolarlık bir ödül teklifinde bulunmuştur.[v] Ancak bu girişim beklenen etkiyi yaratmamıştır. Zira Venezuela’daki yönetici elitin çoğu, ülkenin petrol gelirlerinden doğan yolsuzluk ağlarıyla derinden bağlantılıdır. Bu nedenle para ödülü, sadakat zincirini kırmak için yeterli olmamıştır.
Tüm bu unsurlar bir arada değerlendirildiğinde, Trump yönetiminin Venezuela’ya yönelik stratejisinin yalnızca “uyuşturucuyla mücadele” değil, aynı zamanda bölgesel güç projeksiyonu politikası olduğu sonucuna varılmıştır. Bu politika, ABD’nin Latin Amerika’daki etkisini yeniden tanımlama çabasının bir parçası hâline gelmiştir. Ancak bu yaklaşımın sürdürülebilirliği tartışmalıdır. Çünkü geniş çaplı askerî yığınaklar uzun vadede yüksek maliyet yaratmaktadır ve bölgesel tepkileri artırma riski taşımaktadır
Sonuç olarak ABD’nin Karayipler’deki askerî varlığı hem caydırıcılık hem de diplomatik baskı aracına dönüşmüştür. Washington’un amacı doğrudan bir işgal değilse bile Venezuela üzerindeki iç baskıyı artırmak olduğu açıktır. Bu durum, Latin Amerika’nın uzun süredir tanık olduğu güç dengesi oyunlarının yeni bir örneğini teşkil etmiştir. Trump yönetimi, askeri ve diplomatik araçları birlikte kullanarak uluslararası politikada “sert güç” ile “sinyal diplomasisi” arasındaki çizgide ilerlemiştir. Venezuela için bu süreç, ekonomik krizin yanı sıra bir egemenlik mücadelesine dönüşmüştür. ABD için ise bu, Latin Amerika’daki etkinliğini yeniden sınama ve küresel rolünü pekiştirme girişimi olmuştur. Görünen odur ki, Karayiplerde başlayan bu stratejik gerilim, yalnızca bölgesel bir mesele olmaktan çıkmış, küresel güç rekabetinin yeni sahnelerinden biri hâline gelmiştir.
[i] Wells, Ione, and Joshua Cheetham. “Warships, Fighter Jets and the CIA – What Is Trump’s Endgame in Venezuela?”, BBC News, https://www.bbc.com/news/articles/c4gp2lxz75eo, (Erişim Tarihi: 02.11.2025).
[ii] Aynı yer.
[iii] Aynı yer.
[iv] Aynı yer.
[v] Aynı yer.
