Analiz

ABD’nin Venezuela’ya Yönelik Deniz Ablukası Emri

ABD’nin deniz ablukası söylemi, yaptırımdan askerî tehdide geçiş sinyali vermektedir.
Venezuela, kararı egemenliğe ve uluslararası hukuka aykırı bir adım olarak görmektedir.
Abluka, bölgesel istikrar açısından riskli bir emsal oluşturmaktadır.

Paylaş

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump’ın Venezuela’ya yönelik olarak “tam ve eksiksiz” bir deniz ablukası emri verdiğini açıklaması, Washington–Karakas hattındaki uzun süredir devam eden gerilimi niteliksel olarak yeni bir aşamaya taşımaktadır.[i] ABD’nin, yaptırım uygulanan tüm petrol tankerlerinin Venezuela’ya giriş ve çıkışını engelleyeceğini ilan etmesi, Karakas tarafından “savaş kışkırtıcılığı” olarak tanımlanmıştır.[ii] Bu niteleme, yalnızca diplomatik bir tepki değil; uluslararası hukuk açısından da ağır sonuçlar doğurabilecek bir güç kullanımı iddiasını içermektedir.

Uluslararası hukukta deniz ablukası, sıradan bir yaptırım aracı olarak değil, genellikle savaş haliyle özdeşleşen bir uygulama olarak değerlendirilir. Bir devletin başka bir devletin limanlarına giden veya oradan çıkan gemileri askerî güç kullanarak engellemesi, Birleşmiş Milletler (BM) Şartı’nın kuvvet kullanma yasağına doğrudan temas eden bir durumdur. Bu nedenle Trump’ın açıklamaları, hukuki açıdan “ekonomik baskı” ile “askerî müdahale” arasındaki çizginin belirsizleştiğini göstermektedir. ABD’nin bu adımı BM Güvenlik Konseyi yetkisine dayanmamakta, tamamen tek taraflı bir icra olarak ortaya çıkmaktadır.

Bu bağlamda, ABD Kongresi’nden Demokrat Temsilci Joaquin Castro’nun söz konusu deniz ablukasını “şüphesiz bir savaş eylemi” olarak nitelemesi dikkat çekicidir. Bu açıklama, yalnızca Venezuela’nın değil, ABD iç siyasetinin de bu hamlenin hukuki ve siyasi sonuçları konusunda bölündüğünü göstermektedir.

Trump’ın açıklamalarında en dikkat çekici unsurlardan biri, Venezuela hükümetinin bir “yabancı terör örgütü” olarak tanımlandığının ilan edilmesidir. Bu etiketleme, ABD’nin daha önce yalnızca belirli silahlı gruplar veya bireyler için kullandığı bir hukuki çerçevenin, ilk kez bir devlet yönetimine genişletilmesi anlamına gelmektedir. Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro’nun bu suçlamaları reddetmesine rağmen, bu tür bir sınıflandırma, askeri ve ekonomik müdahalelerin meşrulaştırılması için güçlü bir söylemsel zemin yaratmaktadır.

Özellikle “yasa dışı kaçakçılığı”, “insan ticareti” ve “terör finansmanı” gibi suçlamaların aynı çerçevede sunulması, ABD’nin Venezuela’ya yönelik politikalarını kriminalize ederek sertleştirdiğini göstermektedir. Bu durum, klasik yaptırım rejimlerinden farklı olarak, rejim değişikliği hedefinin daha açık biçimde telaffuz edildiği bir aşamaya işaret etmektedir.

Venezuela ekonomisi büyük ölçüde petrol ihracatına bağımlıdır. Her ne kadar üretim kapasitesi son yıllarda ciddi biçimde düşmüş olsa da ülke hâlen dünyanın en büyük kanıtlanmış petrol rezervlerine sahiptir. Bu nedenle petrol tankerlerine yönelik bir abluka, doğrudan devlet gelirlerini hedef alan stratejik bir hamle niteliği taşımaktadır. 

ABD’nin geçen hafta Venezuela açıklarında bir petrol tankerine el koyması, bu sürecin sembolik değil, somut askerî ve idari adımlarla desteklendiğini ortaya koymuştur. Karakas yönetimi bu müdahaleyi “kaynak hırsızlığı” olarak nitelendirirken, gemi mürettebatının “kaçırıldığını” ileri sürmüştür.[iii] Bu karşılıklı suçlamalar, taraflar arasındaki güvenin tamamen ortadan kalktığını göstermektedir.

ABD’nin Karayipler’deki askerî varlığını önemli ölçüde artırması, krizin yalnızca ekonomik veya diplomatik boyutla sınırlı olmadığını ortaya koymaktadır. Binlerce asker, savaş gemileri ve dünyanın en büyük uçak gemisi olan USS Gerald R. Ford’un Venezuela’ya yakın bir konumda konuşlandırılması, açık bir caydırıcılık mesajı taşımaktadır. Trump’ın “Güney Amerika tarihinin en büyük armadası” söylemi ise bu askeri yığınağı siyasi bir güç gösterisine dönüştürmektedir.

Bu noktada dikkat çeken bir diğer unsur, ABD’nin yasa dışı madde kaçakçılığı iddiasıyla gerçekleştirdiği deniz saldırılarıdır. Son aylarda yaklaşık 100 kişinin bu operasyonlarda hayatını kaybettiği belirtilmesine rağmen, ABD makamlarının bu gemilerde narkotik madde bulunduğuna dair kamuoyuna açık somut kanıt sunmaması, operasyonların meşruiyetini tartışmalı hale getirmektedir. 

ABD’nin Venezuela’ya yönelik politikası, yalnızca ikili ilişkileri değil, Latin Amerika’daki genel güç dengelerini de etkilemektedir. Birçok bölge ülkesi, geçmiş deneyimler nedeniyle ABD’nin askerî müdahalelerine karşı temkinli yaklaşmaktadır. Bu bağlamda, deniz ablukası gibi sert adımlar, Latin Amerika’da ABD karşıtı söylemleri güçlendirme potansiyeline sahiptir.

ABD’nin Venezuela’ya yönelik deniz ablukası söylemi ve fiilî askerî yığınağı, yalnızca iki ülke arasındaki gerilimi değil, uluslararası sistemde güç kullanımının nasıl normalleştirildiğini de gözler önüne sermektedir. Bir devletin, başka bir devleti tek taraflı olarak “terörist” ilan ederek deniz ticaretini engellemesi, uluslararası hukukta emsal teşkil edebilecek bir kapıyı aralamaktadır. Bu yaklaşımın yaygınlaşması, büyük güçlerin kendi güvenlik tanımlarını evrensel normların önüne koyduğu bir düzenin kalıcı hâle gelmesi riskini doğurmaktadır. Özellikle küresel Güney ülkeleri açısından bu tür uygulamalar, egemenliğin koşullu ve kırılgan bir statüye indirgenmesi anlamına gelmektedir. Bu nedenle Venezuela örneği, yalnızca bölgesel bir kriz değil; güç, hukuk ve meşruiyet arasındaki dengenin küresel ölçekte yeniden tartışıldığı daha geniş bir sürecin parçası olarak okunmalıdır.

Sonuç olarak Trump’ın Venezuela’ya yönelik deniz ablukası emri, klasik yaptırım politikalarının ötesine geçen, askerî güç kullanımıyla iç içe geçmiş bir stratejiyi yansıtmaktadır. Bu adım, uluslararası hukuk açısından ciddi soru işaretleri barındırmakta; aynı zamanda ABD iç siyasetinde ve Latin Amerika genelinde derin tartışmalara yol açmaktadır. Ekonomik baskının Venezuela halkı üzerindeki etkileri, rejimi zayıflatmaktan ziyade toplumsal maliyeti artırma riski taşımaktadır.

Bu çerçevede mevcut gelişmeler, ABD–Venezuela ilişkilerinin diplomatik çözüm zemininden giderek uzaklaştığını ve tarafların söylem düzeyinde dahi çatışmacı bir çizgiye yerleştiğini göstermektedir. Deniz ablukası tehdidi, yalnızca Venezuela için değil, bölgesel istikrar ve uluslararası hukuk düzeni açısından da tehlikeli bir eşik olarak değerlendirilmektedir.


[i] Santos, Sofia Ferreira, Aoife Walsh, and James FitzGerald. “Venezuela Denounces Trump’s Order for Ship Blockade as ‘Warmongering Threats’.” BBC News, www.bbc.com/news/articles/c4gej5ezyypo, (Erişim Tarihi: 21.12.2025).

[ii] Aynı yer.

[iii] Aynı yer.

Ali Caner İNCESU
Ali Caner İNCESU
Ali Caner İncesu, 2012 yılında Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden mezun olmuştur. Eğitimine Kapadokya Üniversitesi Turist Rehberliği ön lisans programında devam etmiş ve 2017 yılında mezun olmuştur. 2022 yılında Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi'nde Uluslararası İlişkiler ve Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi'nde Seyahat İşletmeciliği ve Turizm Rehberliği alanlarında yüksek lisans eğitimlerini başarıyla tamamlamıştır. 2024 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde University of Maryland Global Campus (UMGC) Siyaset Bilimi lisans programından mezun olmuştur. 2023 yılı itibarıyla Kapadokya Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde doktora eğitimine devam etmektedir.2022 yılında Paraguay Cumhuriyeti Büyükelçiliği’nde (Ankara) özel danışmanlık görevi de yürüten İncesu, ileri seviyede İspanyolca ve İngilizce bilmekte olup İngilizce ve İspanyolca dillerinde yeminli tercümandır.Çalışma alanları Latin Amerika, uluslararası hukuk ve turizmdir.

Benzer İçerikler