Son yıllarda artan Çin-Amerika Birleşik Devletleri (ABD) rekabeti, uluslararası ilişkileri yeni bir dönüşüme zorlayacak en önemli jeopolitik çekişme olarak dikkat çekmektedir. Çin’in Şi Cinping yönetimiyle başlayan daha fazla güç ve hak talebi, ABD’nin bölgeye yönelmesine ve yeni stratejiler benimsemesine neden olmuştur. Barack Obama döneminde başlatılan Hint-Pasifik bölgesine yönelik diplomatik ve ekonomik açılım, Donald Trump döneminde güvenlik boyutuna evrilmiştir. Özellikle de Trump’ın Çin’e karşı sert söylemleri ve güvenlik boyutlu bakışı, uluslararası ilişkilerin yönünü bu coğrafyaya çevirmesine neden olmuş ve yoğun bir şekilde “Çin tehdidi” vurgusunun yapılmasını sağlamıştır. Trump’ın ardından yönetime gelen Joe Biden ise seleflerinin bölgeye yöneliş stratejisini devam ettirmekte ve her iki başkanın izlediği stratejiyi birleştirerek “ekonomik-diplomatik-güvenlik” alanında bir strateji uygulamaktadır.
Bilindiği üzere Çin’in çevrelenmesi ve ABD’nin bölgeye yönelik attığı adımlar, bir süredir “Özgür ve Açık Hint-Pasifik” kavramıyla özdeşleşmiş durumdadır. Nitekim ilk kez Trump yönetimince açıklanan Hint-Pasifik Strateji belgesi, ABD’nin müttefikleriyle birlikte Pekin’e bakış açısını yansıtan bir rapor olarak değerlendirilmiştir. Bu sebeple Biden yönetiminin açıklayacağı Hint-Pasifik Stratejisi, geleceğe yönelik atılacak adımları göstermesi bakımından uzun süredir beklenmekteydi. Bu kapsamda Biden yönetimi, 11 Şubat 2022 tarihinde beklenen Hint-Pasifik raporunu açıklamıştır.[1]
“ABD’nin Hint-Pasifik Stratejisi” başlığını taşıyan raporda Washington yönetiminin bölgeye ilişkin 5 temel hedefi şu şekilde sıralanmıştır:
- Özgür ve Açık Hint-Pasifik’in güçlendirilmesi
- Bölge içinde ve dışında bağlantılar kurulması
- Bölgesel refahın sürdürülmesi
- Hint-Pasifik bölgesinin güvenliğinin arttırılması
- Uluslararası tehditlere karşı bölgesel dayanıklılığın geliştirilmesi
ABD, 12-24 ay içinde gerçekleştirmek istediği 5 temel hedef için 10 ana strateji belirlemiştir:
- Hint-Pasifik’e yeni kaynaklar sağlamak
- Hint-Pasifik ekonomik çerçevesi başlatmak
- Caydırıcılığı güçlendirmek
- Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği’ni (ASEAN) güçlendirmek
- Hindistan’ın bölgesel liderliğini desteklemek
- Dörtlü Güvenlik Diyaloğu’nu (QUAD) güçlendirmek
- ABD-Japonya-Güney Kore işbirliğini derinleştirmek
- Pasifik Adaları’nda dayanıklılık inşa etmek için ortaklıklar kurmak
- İyi yönetim ve hesap verebilirliği desteklemek
- Açık, dayanıklı, güvenli ve güvenilir teknolojilerini desteklemek
Biden yönetimi tarafından açıklanan mevzubahis rapor, ABD’nin bir Pasifik ülkesi olduğunu bir kere daha teyit ederken; bölgeye olan yaklaşımını da şu sözlerle ifade edilmiştir:[2]
“Başkan Biden yönetiminde ABD, Hint-Pasifik’teki uzun vadeli konumumuzu ve bağlılığımızı güçlendirmeye kararlıdır. Kuzeydoğu Asya ve Güneydoğu Asya’dan Pasifik Adaları da dahil olmak üzere Güney Asya ve Okyanusya’ya kadar bölgenin her köşesine odaklanacağız.”
Trump döneminde açıklanan iki raporun aksine; yeni raporun daha net ve hedefe yönelik olarak yazıldığı söylenebilir. Raporda, ABD’li karar alıcılar tarafından geçmişte açıklanan politikaların vurgulandığı da bir gerçektir. Lakin raporda, yorumlamaya açık ve ABD’nin geleceğe yönelik planları hakkında ipucu veren satırlar da vardır.
Öncelikle geçmiş raporların aksine Güney Kore vurgusu, ABD’nin iki önemli müttefiki olan Japonya ve Güney Kore arasındaki sorunların çözülmesi için bir girişim başlatacağı izlenimini oluşturmaktadır. Son aylarda Kuzey Kore’nin füze denemeleri, ABD-Japonya-Güney Kore üçlü mekanizmasının daha aktif bir şekilde çalışmasını sağlamıştır. Bu yakınlaşmayla birlikte, ABD öncülüğünde Japonya ile Güney Kore arasındaki ihtilafların çözülmesi, iki ülkenin de Çin’e daha fazla odaklanmasını sağlayacak ve ekonomik olarak Çin’i çevreleme stratejisinin gücünü arttıracaktır.
Raporda vurgulanan ve ayrı bir başlık açılan bir diğer konu ise Hindistan’dır. Hindistan, raporda ABD’nin Hint-Pasifik politikalarında önemli bir aktör olarak tanımlanırken; bölgesel bir güç olarak da konumlandırılmıştır. Lakin Hint milliyetçiliğinin baskın olduğu bir dönemde kullanılan söz konusu ifade, Yeni Delhi’de rahatsızlık yaratmıştır. AUKUS sürecine dahil edilmemesi, son QUAD toplantısında Ukrayna vurgusunun yapılmasından duyulan rahatsızlık ve ABD’nin bölgeye çekmeye çalıştığı İngiltere başta olmak üzere Avrupa ülkeleri ve doğal olarak Anglo-Sakson bakış açısı gibi nedenler, Hindistan’ın duruşunu sorgulatacak gelişmeler olarak yorumlanabilir. Bu sebeple Yeni Delhi yönetimi, gelecek dönemde kendi rolünün, bölgesel olmaktan ziyade; küresel bir çapta değerlendirilmesi gerektiğini talep edecektir.
Raporda dikkat çeken bir diğer husus ise ASEAN vurgusudur. Hint-Pasifik bölgesinin merkezinde bulunan ülkelerin oluşturduğu ASEAN, son yıllarda izlediği “merkezilik” stratejisiyle ön plana çıkmaktadır. Bununla birlikte son aylarda Çin’in Kamboçya’yı kullanarak Myanmar üzerinden ASEAN’ın merkezilik politikasını yıpratma çabalarının olduğu bilinmektedir. Bu konjonktürde ABD’nin merkezilik politikasına vurgu yapması, ASEAN’ı Washington’a daha fazla yakınlaştırabilir.
Raporun güvenlik konusunda öne çıkan en kritik ifadesi ise “entegre caydırıcılık” olmuştur. Bilindiği üzere ABD, son yıllarda bölge içinden ve dışından ülkelerin dahil olduğu girişimler başlatmaktadır. AUKUS ile Anglo-Sakson temelli bir güvenlik anlaşması meydana getirirken; QUAD ile daha kapsamlı ve bölgenin ruhunu içine alan bir örgütlenme içine girmiştir. Bunların yanında bölge ülkeleriyle ikili güvenlik anlaşmaları yapmakta ve çok sayıda askeri tatbikat düzenlemektedir. Entegre caydırıcılık kavramının bu kapsamda değerlendirilmesi halinde, ABD’nin başını çektiği örgütler arasındaki işbirliğinin artacağı, yeni ülkelerin QUAD’a katılacağı ve AUKUS gibi güvenlik anlaşmalarının genişletileceği öngörülebilir. Bu sayede ABD’nin Çin’e karşı başlattığı kamplaşmada bölge ülkelerini yanına çekerek güçlü bir güvenlik mimarisi kurması sağlanacaktır. İttifakına kattığı ülkelerin ve kurumların arasındaki koordinasyonu arttırma gücüyle doğru orantılı olarak Washington, Hint-Pasifik bölgesinde Çin Ordusu’na karşı savunma esnekliği ve caydırıcılık sağlayacaktır.
Uluslararası sistem, yeni bir jeopolitik dalgalanmaya ve çok kutuplu bir yapıya evrilmektedir. Nitekim söz konusu raporda sıklıkla vurgulanan “kolektif çaba” söylemi, ABD’nin artık tek kutup olduğu bir dünyanın bulunmadığını kendi ağzından doğrulaması anlamına gelmektedir. Bu noktada ilgi çekici bir husus vardır. Zira tartışmalı bir seçimin ardından yönetime gelen Biden’ın uyguladığı politikalar, söylemler ve yönetim tarzı Trump ile tamamen zıt olmasına rağmen Çin’e karşı uygulanan çevreleme politikası ve Hint-Pasifik stratejisi bağlamında attığı adımlar, Trump’ın ve hatta Obama yönetiminin devamı niteliğindedir. Bu sebeple ABD’nin bölgeye yönelişini, kendi müesses nizamının makro planı olarak görmek yanlış olmayacaktır. ABD, şu anda ve gelecekte Hint-Pasifik bölgesini en öncelikli alan olarak seçmiştir. Bu yüzden de dünyanın geri kalan bölgelerindeki çabaları ve etkisi azalacaktır.
[1] “Indo-Pacific Strategy of The United States”, The White House, https://www.whitehouse.gov/wp-content/uploads/2022/02/U.S.-Indo-Pacific-Strategy.pdf, 2022.
[2] “Indo-Pacific Strategy…”, a.g.r., s. 5.