Analiz

Avrupa Birliği’nde Kantçı Yaklaşımdan Hobbesçu Perspektife Yönelim

Stratejik Pusula, Kantçı yaklaşımda zihinsel bir kırılmanın yaşandığını açıkça göstermektedir.
Normatif kimlik ile güç politikası arasında dengenin nasıl sağlanacağı AB için önemli bir sorundur.
Avrupa (Güvenlik) Birliği’nin akıbeti Kantçı değerler ile Hobbesçu araçların harmanlandığı bir kimlik sentezinin geliştirilmesine bağlıdır.

Paylaş

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

Avrupa Birliği (AB), karşılıklı bağımlılık, işbirliği, uluslararası hukuk, özgürlük, barışçıl çözüm gibi değerlerle kendisini tanımlayan ve bu değerler doğrultusunda inşa ettiği iç yapısıyla üye ülkeler arasında çatışma olasılığını azaltan, Kant’ın ebedi barış yaklaşımının kurumsallaşmış örneği olarak kabul edilmektedir. Kantın yaklaşımıyla uyumlu olarak AB güvenliği askeri araçlarla değil demokrasi, hukukun üstünlüğü, ekonomik entegrasyon ve diplomasi araçlarıyla sağlamayı amaçlamıştır. 

Ancak Rusya-Ukrayna Savaşı başladıktan bir ay sonra kabul edilen Stratejik Pusula, Kantçı yaklaşımda zihinsel bir kırılmanın yaşandığını açıkça göstermektedir. Belgede AB’nin Rusya başta olmak üzere karşı karşıya kaldığı tehditlerle mücadelede işbirliği, hukukun üstünlüğü gibi normların artık güvenliği sağlayacak bir yaklaşım olmadığı, AB çevresinin güç kullanmayı gerektiren jeopolitik bir sahaya dönüştüğü belirtilmiştir. Stratejik Pusula’yı somut politikaya dönüştürecek olan SAFE programı ve ReArm Avrupa Planı kabul edilmiş; bunları AB altyapısının askeri hareketliliğe uygun şekilde yeniden düzenlenmesini öngören Askeri Schengen[i] takip etmiştir. 

Askeri Schengen girişimi, AB’nin geleneksel ekonomik ve değer odaklı imajının giderek güvenlik ve savunma odaklı bir aktöre dönüştüğünün görülmesi açısından önemlidir. Zira bu girişim yalnızca lojistik bir proje olarak görülmemeli; AB’nin kollektif savunma kapasitesini güçlendiren stratejik bir araç olarak da değerlendirilmesi gerekmektedir. Kuruluş mantığı hatırlanacak olursa Schengen, ekonomik entegrasyonun yanı sıra insan hareketliliğini kolaylaştırmak ve Avrupalılık bilincini güçlendirmek, yani Avrupa bütünleşmesini destekleyen barış ve değer temelli bir kimlik projesinin parçası olmuştur. Bu bakış açısından hareketle Askeri Schengen’in, askeri lojistiği kolaylaştırması ve caydırıcılığın arttırılmasının yanı sıra AB’nin kimliğinde güvenlik odaklı dönüşümü gösteren bir girişim olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.

25 Kasım 2025 tarihinde savunma harcamalarını finanse etmek ve Ukrayna’yı desteklemek amacıyla Avrupa Parlamentosu tarafından 1,5 milyar avroluk savunma planının onaylanması[ii] da bu dönüşüm sürecinin doğal bir tamamlayıcısı olarak kabul edilebilir. AB içinde farklı ulusal çıkarları ve savunma öncelikleri olan ülkeler savunma sanayiinin Avrupalılaştırılması gibi stratejik bir vizyon etrafında birleşmişlerdir.

Mevcut tablo AB’nin Kantçı barış mimarisini benimseyen bir entegrasyon ötesinde gerektiğinde güç kullanabilen kendi güvenliğini kendi kapasitesiyle sağlayabilen Avrupa güvenlik birliğine doğru yöneldiğini göstermektedir. Yaşanan bu dönüşüm uluslararası alanda güvenliğin ancak güç biriktirme ve caydırıcı kapasitenin artmasıyla mümkün olduğunu savunan Hobbesçu mantıkla örtüşmektedir. AB artık uluslararası sistemi anarşik ve rekabetçi bir ortam olarak görmekte; hayatta kalmak için stratejik özerklik ve kollektif savunma gibi Hobbesçu varsayımları benimseyen yaklaşıma yönelmektedir.

Peki AB’nin güvenlik paradigmasında Kantçı felsefeden Hobbesçu perspektife yönelimi bir zorunluluk mu yoksa tercih mi? Bu soru iki açıdan da değerlendirilebilir. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, enerji krizi, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da artan tehditler, Doğu Akdeniz’de mevcut güç rekabet gibi jeopolitik tehditler; ABD’nin Avrupa’nın kendi güvenliğinde daha fazla sorumluluk alması gerektiği yaklaşımına karşı üye ülkelerin ulusal savunma kapasitelerindeki eşitsizlikler; krizlerle mücadelede ani reaksiyon alabilecek AB askeri kapasitesinin yetersiz olması, Çin’in teknoloji ve ekonomide yükselişinin AB’nin ekonomik güvenliğini sınırlandırması gibi hususlar göz önünde bulundurulduğunda AB için Hobbesçu yaklaşımın bir seçenek değil güvenliğini sağlayabilmek için bir zorunluluk olduğu anlaşılmaktadır. 

Diğer yandan Kantçı yaklaşımın temel varsayımlarından biri olan ekonomik entegrasyon ve karşılıklı bağımlılığın çatışmayı önleyeceği görüşünün en bilinen örneğini 2022 yılına kadar Almanya-Rusya enerji işbirliği oluşturmaktadır. İki tarafın karşılıklı olarak birbirine bağımlılığı teorik olarak çatışma riskini azaltmakta, güvenliği sağlamaktadır. Yani AB’nin askeri kapasite artırımı yerine ekonomik karşılıklı bağımlılık ağını genişleterek güvenliği sağlaması AB’nin normatif güç kimliğiyle örtüşen bir seçenektir. 

Ancak bu seçenek ne ABD ne de savunma sanayisi güçlü ülkeler için Hobbesçu anlayışın benimsenmesi kadar pragmatik görülmemektedir. Zira Rus tehdidi üzerinden AB’nin güvenlikleşmesi için ABD’nin üç temel gerekçesi bulunmaktadır. Birincisi, Almanya-Rusya işbirliği kanalıyla Avrupa’da nüfuz alanını genişleten Rusya’nın nüfuzu kırılmakta, hatta Avrupa için Rusya birincil güvenlik tehdidi haline gelmektedir. İkincisi, Rusya ile işbirliğini arttırarak ABD’nin Avrupa’daki etkisini kırmak isteyen ve Avrupa liderliğini hedefleyen Alman yükselişi engellenmiştir. Üçüncüsü, NATO yeniden işlevselleştirilmekte ve güvenlik odaklı yaklaşım AB’yi NATO içinde yük paylaşan bir aktör konumuna getirmektedir. Tabi Avrupa ülkelerinin savunma sanayisini güçlendirmesi yalnızca NATO’da finansal paydaş yapmamakta, AB’yi aynı zamanda ABD’nin savunma sanayi şirketlerinin ortak üretim ve ihracat fırsatlardan yararlandığı güçlü bir pazara dönüştürmektedir. Hobbesçu yaklaşımın kolaylaştırdığı bu üç faktörün sonucu olarak ABD, Rusya ve Çin karşısında küresel askeri kapasitesini güçlendirmekte ve rakiplerine karşı ortak bir cephe oluşturmaktadır.

Almanya, Fransa ve İtalya gibi savunma sanayisi güçlü Avrupa ülkeleri açısından ise Hobbesçu yaklaşımın benimsenmesi Kantçı yaklaşımla kıyaslandığında daha yüksek miktarda, güç dengesinin kendi lehlerine kaydığı stratejik bir gelir kaynağı sunmaktadır. Güvenlikleşmiş bir AB, daha fazla silahlanma, daha fazla ortak savunma projesi, daha fazla savunma fonu döngüsünde savunma sanayisi olan ülkeler için ihracat hacimlerinin büyümesi ve AB’nin ortak savunma fonlarından doğrudan finansman elde etme fırsatı sunmaktadır.

Savunma sanayi kapasitesi sınırlı ülkeler ise Rus tehdidine karşı savunma harcamalarını arttırmaktadırlar. Polonya ve Çekya’nın Almanya’dan Leopard 2 tankları ve çeşitli zırhlı araçlar; Estonya ve Litvanya’nın Fransa’dan hava savunma sistemleri ve savaş gemisi ekipmanları; Polonya ve Romanya İtalya’dan helikopter ve deniz savunma radar sistemleri satın alması gibi örnekler savunma sanayisi gelişmiş ülkelerin gelirini arttıran bir çark oluşturduğunu göstermektedir. Dolayısıyla savunma sanayi ürünlerini ihraç eden ülkeler için ekonomik çıkarlar Hobbesçu güvenlik yaklaşımın benimsenmesi yönünde motivasyon oluşturmaktadır.

Tabi güvenlik paradigmasında Hobbesçu unsurların öne çıkması AB açısından zorlukları da beraberinde getirmektedir. Üye ülkelerin farklı güvenlik çıkarlarının olması, savunma projelerinin yüksek bütçeler gerektirmesi gibi hususlar savunma entegrasyonunda nihai hedefe ulaşılmasını zorlaştırmaktadır. Ayrıca AB’nin askeri kapasitesi çoğunlukla NATO’ya bağımlı olması AB’nin stratejik özerkliğini kazanmasının önünde engel oluşturmaktadır. 

Bunların yanı sıra normatif kimlik ile güç politikası arasında dengenin nasıl sağlanacağı AB için önemli bir sorundur. Zira savunma odaklı politikalar AB’nin barışçıl ve normatif kimliğiyle çelişmektedir. Hem AB içinde hem de uluslararası arenada normatif kimliğiyle kabul gören AB’nin güvenlikleşmesi meşruiyetin sorgulanmasına neden olmaktadır. Diğer yandan AB hukuk devleti, şeffaflık, demokratik denetim gibi normatif kimliğe özgü hususları savunma mekanizmalarına entegre edebildiği bir güvenlik kimliği inşa edebilirse, kendisini ABD ve diğer aktörlerden ayıran stratejik avantaj elde edebilir.

Sonuç olarak AB’nin güvenlik ve savunma alanında gerçekleştirdiği mevcut girişimler Kantçı normatif yaklaşımdan Hobbesçu pragmatizme doğru belirgin bir yönelim olduğunu göstermektedir. Bu dönüşüm teknik bir savunma kapasitesinin arttırılmasından ziyade AB entegrasyonunun siyasal mantığını yeniden tanımlayan tarihsel bir kırılmadır. Zira barış projesi olarak kabul gören AB, küresel güç rekabetinin arttığı konjonktürde kendisini uluslararası arenada jeopolitik bir güç olarak konumlandırmak istemektedir. Ancak bu hedefin başarılabilmesi için normatif kimlik ile güvenlik kimliği arasında entegrasyonun kurulması gerekmektedir. Bir başka deyişle Avrupa (Güvenlik) Birliği’nin akıbeti Kantçı değerler ile Hobbesçu araçların harmanlandığı bir kimlik sentezinin geliştirilmesine bağlıdır.


[i] “European Commission, Commission Moves Towards ‘Military Schengen’ and Transformation of Defence Industry”, https://ec.europa.eu/commission/presscorner/detail/en/ip_25_2724, (Erişim Tarihi: 28.11.2025).

[ii] “European Parliament approves new EU $1.7 billion defence investment programme”, Reuters, https://www.reuters.com/business/aerospace-defense/european-parliament-approves-new-eu-17-billion-defence-investment-programme-2025-11-25/, (Erişim Tarihi: 28.11.2025).

Gamze BAL
Gamze BAL
Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde lisans eğitimini tamamlamıştır. Akabinde Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda başladığı yüksek lisans eğitimini “1992 Sonrası Avrupa Birliği’nin Filistin-İsrail Sorununa Yaklaşımı” başlıklı teziyle tamamlamıştır. 2021-2022 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Avrupa Birliği Anabilim Dalı’nda doktora ders dönemini tamamlamıştır. Halihazırda Bal, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda doktora eğitimine devam etmektedir. İleri derecede İngilizce bilen Bal’ın başlıca çalışma alanları, Avrupa Birliği, güvenlik, etnik çatışmalar ve çatışma çözümü yöntemleridir.

Benzer İçerikler