Analiz

Avrupa Birliği’nin Görünmeyen Krizi “Beyin Göçü” ve Olası Etkileri

Beyin göçü olgusu, AB’nin genişleme sürecinin yarattığı en ciddi paradokslardan birini temsil etmektedir.
Beyin göçünün hız kazanmasında teknik ve kültürel kolaylaştırıcı unsurlar da önemli rol oynamaktadır.
AB’nin bu soruna yönelik geliştirdiği politikalar, istenen dengeyi sağlamakta yetersiz kalmıştır.

Paylaş

Avrupa Birliği’nin (AB) genişleme süreci, kıta ölçeğinde siyasi ve ekonomik entegrasyonu derinleştiren en iddialı projelerden biri olarak tarihî bir önem taşımaktadır. Ancak 2004 yılında Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinin katılımıyla hızlanan bu süreç, Birlik içinde yapısal asimetrileri de beraberinde getirmiş; bu asimetrilerin en belirgin tezahürü “beyin göçü” olgusu olmuştur. Beyin göçü, yüksek nitelikli bireylerin daha gelişmiş ekonomilere doğru kitlesel hareketi anlamına gelmekte ve AB’nin serbest dolaşım ilkesi çerçevesinde yasallık kazanmakla birlikte uzun vadede birliğin bütünleşme hedeflerini baltalayan sonuçlar doğurmaktadır.

Avrupa Birliği’nin genişleme stratejisinin temel hedeflerinden biri, üye devletler arasında ekonomik ve sosyal uyumu sağlamak, bir diğer ifadeyle bölgesel yakınsamayı teşvik etmektir. Ne var ki Doğu ve Batı Avrupa arasındaki gelişmişlik farkı, genişleme sonrasında nitelikli insan sermayesinin tek yönlü akışına zemin hazırlamıştır. Örneğin, Polonya’nın tıp ve mühendislik alanlarındaki mezunlarının önemli bir kısmı, daha yüksek ücret ve kariyer olanakları sunan Almanya gibi gelişmiş Batı Avrupa ülkelerine yerleşmektedir. Benzer şekilde Romanya’da yetişen yazılım mühendisleri, Batı Avrupa’nın teknoloji merkezlerine yönelmektedir. Bu durum, göç veren ülkelerde nitelikli işgücü kaybını artırmakta, üretken kapasiteyi zayıflatmakta ve bölgesel kalkınma dinamiklerini olumsuz etkilemektedir. Böylece AB’nin “Uyum Politikası” ile azaltmayı hedeflediği bölgesel eşitsizlikler, nitelikli işgücünün batıya yönelmesi sonucu daha da derinleşmekte; bu süreç ekonomik yakınsama idealini tersine çevirerek Birliğin bütünleşme hedefleriyle çelişen bir tablo ortaya çıkarmaktadır.

Beyin göçü, salt ekonomik bir olgu olmanın ötesinde siyasi, kurumsal ve toplumsal dinamiklerin etkileşimiyle şekillenen çok boyutlu bir süreçtir. Özellikle yeni üye devletlerde gözlemlenen kurumsal zafiyetler (yolsuzluk, siyasal istikrarsızlık, liyakat temelli olmayan atama ve terfi sistemleri), nitelikli genç nüfusun ülkesine olan güvenini zayıflatmakta ve dışa yönelim kararını güçlendirmektedir. Bu durum, bireysel düzeyde yalnızca ekonomik fırsat arayışıyla değil, aynı zamanda kurumsal adalet, özgürlük alanı ve mesleki tatmin arzusuyla da ilişkilidir. Örneğin, Macaristan’da son yıllarda üniversite yönetimlerinin özerkliğinin kısıtlanması ve akademik özgürlüklerin gerilemesi, birçok araştırmacı ve akademisyenin Almanya veya Avusturya gibi akademik özerkliğin daha güçlü olduğu ülkelere yönelmesine yol açmıştır. Benzer biçimde Bulgaristan’da sağlık sisteminin yetersiz kaynaklarla sürdürülmesi, düşük ücretler ve çalışma koşullarının ağırlaşması, doktor ve hemşirelerin Batı Avrupa ülkelerine kitlesel biçimde göç etmesine neden olmuş; bu süreç, yerel sağlık hizmetlerinin niteliğini düşürerek yeni bir “insan sermayesi yoksullaşması” döngüsü yaratmıştır.

Beyin göçünün hız kazanmasında teknik ve kültürel kolaylaştırıcı unsurlar da önemli rol oynamaktadır. Bologna Süreci kapsamında eğitim programlarının Avrupa genelinde standartlaştırılması, akademik diplomaların tanınırlığını artırmış; yabancı dil yeterliliğindeki artış, özellikle İngilizcenin ortak iletişim dili haline gelmesi, genç profesyonellerin Avrupa iş piyasalarına entegrasyonunu kolaylaştırmıştır. Bu gelişmeler, hareketliliği yalnızca ekonomik bir tercih olmaktan çıkararak bireylerin yaşam kalitesi, sosyal güvence, akademik özgürlük, demokratik değerler ve kişisel gelişim beklentileriyle şekillenen çok boyutlu bir sosyal harekete dönüştürmüştür. Bu bağlamda beyin göçü, Avrupa Birliği’nin serbest dolaşım ilkesi çerçevesinde doğal bir sonuçtan ziyade doğu-batı ekseninde derinleşen kurumsal dengesizliklerin ve toplumsal memnuniyetsizliğin somut bir göstergesi haline gelmiştir.

AB’nin bu soruna yönelik geliştirdiği politikalar, istenen dengeyi sağlamakta yetersiz kalmıştır. Uyum Politikası kapsamında yürütülen yapısal fon programları ve Horizon Europe gibi araştırma inisiyatifleri, bilgi dolaşımını teşvik etmeyi hedeflese de uygulamada “geçici dolaşım” yerine “kalıcı yer değiştirme”yi teşvik etmiştir. Erasmus+ programı gibi öğrenci değişim projeleri, kültürel etkileşimi artırmakla birlikte katılımcıların mezuniyet sonrası kariyerlerini Batı Avrupa’da sürdürme eğilimini güçlendirmiştir. Özellikle Litvanya ve Letonya gibi Baltık ülkelerinde, nüfusun genç ve eğitimli kesimindeki sürekli azalma, ulusal yenilik kapasitelerini aşındırmakta ve AB’nin “bilgi temelli ekonomi” hedefini bütüncül bir şekilde hayata geçirmesini engellemektedir. Bu bağlamda Türkiye’nin bilimsel kapasitesi, beşeri sermaye birikimi ve genç nüfusu, Avrupa’nın yenilikçi sektörleri açısından önemli bir potansiyel oluşturmaktadır. Bu nedenle Avrupa’daki üniversiteler, teknoloji firmaları ve araştırma merkezleri, Türk uzmanları ve araştırmacıları uluslararası işbirliği çerçevesinde bünyelerine dahil etme yönünde artan bir eğilim göstermektedir.

Bu süreçte, Avrupa Birliği’nin Horizon Europe ve Erasmus gibi programları aracılığıyla sağlanan akademik ve mesleki hareketlilik imkanları da belirleyici bir rol oynamaktadır. Söz konusu programlar, Türk araştırmacı ve profesyonellerin Avrupa’daki kurumlarla daha güçlü bağlar kurmasına, ortak projeler yürütmesine ve bilgi paylaşımını artırmasına katkı sunmaktadır. Bu durum, Türkiye ile Avrupa arasında nitelikli insan sermayesi alanında karşılıklı bir etkileşim zemini yaratmakta ve uzun vadede bilgi transferi, teknolojik işbirliği ve akademik ortaklıkların gelişmesine olanak sağlamaktadır.

Ne var ki bu karşılıklı etkileşim her ne kadar kısa vadede olumlu bir görünüm arz etse de uzun vadede Türkiye açısından dikkatle yönetilmesi gereken yapısal bir riski de beraberinde getirmektedir. Zira Avrupa ülkelerinin yüksek nitelikli işgücü talebinin artması, özellikle AB üyeliği sonrasında Türk profesyonellerin daha kapsamlı biçimde Avrupa işgücü piyasalarına yönelmesine yol açabilir. Bu durum, Türkiye’nin kendi kalkınma hedefleri, Ar-Ge kapasitesi ve stratejik sektörlerinde nitelikli insan kaynağı dengesini olumsuz etkileyebilir. Dolayısıyla Türkiye’nin AB üyelik sürecini ilerletirken, beyin göçünü beyin dolaşımına dönüştürecek politikaları devreye sokması; araştırma altyapısına yatırım yaparak nitelikli işgücünün ülke içinde kalmasını teşvik edecek sürdürülebilir stratejiler geliştirmesi gerekmektedir. Aksi takdirde Avrupa Birliği’ne yönelik insan sermayesi hareketliliği, uzun vadede ülke içinde ciddi yapısal sorunlara ve sektörel dengesizliklere yol açma potansiyeli taşımaktadır.

Sonuç olarak beyin göçü olgusu, AB’nin genişleme sürecinin yarattığı en ciddi paradokslardan birini temsil etmektedir. Bir yandan serbest dolaşım ilkesi ile bireysel özgürlükler genişlerken, diğer yandan insan sermayesinin eşitsiz coğrafi dağılımı, Birlik içindeki yapısal ayrışmayı derinleştirmektedir. Batı Balkanlar veya Ukrayna gibi potansiyel yeni üyelerin katılımı söz konusu olduğunda, bu riskin daha da belirginleşeceği öngörülebilir. Türkiye özelinde ise yüksek nitelikli insan sermayesinin Avrupa işgücü piyasalarına yönelimi, ülke içinde ileride oluşabilecek yapısal dengesizlikler ve Ar-Ge kapasitesi kayıpları açısından dikkatle izlenmesi gereken bir gelişme olarak öne çıkmaktadır. Bu nedenle Türkiye’nin nitelikli işgücünü elde tutacak ve beyin göçünü yönetilebilir bir dolaşıma dönüştürecek önlemleri devreye sokması elzemdir. Aksi takdirde genişleme siyasi bir başarı olarak tarihe geçse dahi ekonomik ve toplumsal düzeyde telafisi güç asimetrilerin kalıcı hale gelmesi kaçınılmaz olacaktır.

Prof. Dr. Murat ERCAN
Prof. Dr. Murat ERCAN
1980 Aksaray doğumlu Prof. Dr. Murat Ercan, 1998-2004 yılları arasında Viyana Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünden lisans ve yüksek lisans eğitimini tamamlayarak mezun oldu. 2004 yılında aynı üniversitede Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalında doktora eğitimine kabul edilen Ercan, 2006 yılında doktora eğitimini tamamlayarak 2008 yılında Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi’nde Yardımcı Doçent Doktor olarak göreve başlamıştır. 2014 yılında Uluslararası İlişkiler-Avrupa Birliği alanından Doçent ve 2019 yılında Profesörlük unvanı alan Ercan, aynı yıl Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümüne geçiş yapmıştır. 2008 yılından itibaren Prof. Dr. Ercan, bölüm başkanlığı, Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdür Yardımcılığı ve Meslek Yüksek Okulu Müdürlüğü gibi görevlerde bulunmuştur. 2008 yılından itibaren Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi ve Anadolu Üniversitesinde uzmanlık alanıyla ilgili lisans, yüksek lisans ve doktora seviyesinde dersler vermiştir. Ercan’ın verdiği dersler şu şeklide sıralanabilir: Avrupa Birliği, Türkiye-AB İlişkileri, Türk Dış Politikası, Uluslararası İlişkiler, Uluslararası Örgütler, Uluslararası Güncel Sorunlar, Devletler Hukuku, Küresel Siyaset ve Güvenlik ve Türkiye ve Türk Dünyası İlişkileri, Akademik kariyeri boyunca Uluslararası İlişkiler alanında Avrupa Birliği, Avrupa Birliği ve Türkiye ile İlişkileri, Türk Dış Politikası ve Bölgesel Politikalar alanında çok sayıda makale, kitap ve proje çalışması gerçekleştiren Prof. Ercan, ulusal ve uluslararası kongre ve seminerler düzenlemiş ve bu organizasyonlarda düzenleme kurulu başkanlığını yürütmüştür. Hâlihazırda Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü'nde öğretim üyesi olarak görev yapmakta olan Prof. Dr. Murat Ercan, evli ve iki çocuk babasıdır.

Benzer İçerikler