Avrupa, 2025 yazında tarihinin en sıcak dönemlerinden birini yaşarken, iklim krizinin etkileri giderek daha hissedilir ve ölümcül bir hale gelmektedir. Haziran ve temmuz aylarında Akdeniz bölgesini etkisi altına alan aşırı sıcak dalgaları, yalnızca çevresel yıkıma yol açmakla kalmamış, aynı zamanda halk sağlığını tehdit eden bir boyut kazanmıştır. Avrupa Çevre Ajansı (EEA) ve Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) gibi kurumların verileri, bu dönemde binlerce kişinin sıcaklık kaynaklı nedenlerle hayatını kaybettiğini, hava kirliliği ve kuraklık gibi yan etkilerin de krizin boyutunu daha da derinleştirdiğini ortaya koymaktadır.[1]
Bu durum, Avrupa Birliği’nin (AB) iklim değişikliğine karşı izlediği stratejilerin yeterliliğini sorgulayan tartışmaları yeniden alevlendirmiştir. AB’nin 2040 iklim hedeflerine dair yeni öneriler ise bu kriz anında daha “esnek” ve “gerçekçi” hedefler belirlemeyi amaçlamaktadır. Ancak söz konusu öneriler, çevre örgütleri ve bazı bilim insanları tarafından yetersiz ve gecikmiş bir yanıt olarak değerlendirilmektedir.
2025 yazında yaşanan aşırı hava olayları, Avrupa’nın iklim politikalarının somut sonuçlar üretip üretmediğine dair soruları yeniden gündeme taşımıştır. DW tarafından aktarıldığı üzere, özellikle Yunanistan, İtalya ve İspanya gibi Güney Avrupa ülkelerinde sıcaklık 45°C’yi aşarken, yangınlar yerleşim alanlarını tehdit etmiş, tarımsal üretim ciddi zarar görmüştür. EEA’nın yayımladığı analiz, Avrupa’nın iklim değişikliği etkilerine karşı yeterince hazırlıklı olmadığına işaret etmekte ve özellikle erken uyarı sistemleri, şehir planlaması ve altyapı yatırımlarında ciddi açıklar bulunduğunu vurgulamaktadır.[2] Ajans, “Avrupa’nın iklim değişikliği karşısında savunmasız olduğu bir döneme girdiğini” ifade etmekte ve tüm sektörlerin iklim etkilerini hesaba katan bir dönüşüm sürecine girmesi gerektiğini savunmaktadır. Bu uyarılar, iklim değişikliğinin yalnızca çevresel değil, aynı zamanda sosyal ve ekonomik bir kriz alanı olduğunu bir kez daha gözler önüne sermektedir.
Bu bağlamda Avrupa Komisyonu, Temmuz 2025 tarihinde yeni 2040 iklim hedeflerini içeren bir öneri paketi açıklamıştır. AB, 2040 yılına kadar sera gazı emisyonlarını 1990 seviyelerine kıyasla %90 oranında azaltmayı hedeflemektedir.[3] Ancak bu hedefin “%100 sıfır emisyon” olmayışı, çevre politikaları açısından tartışmalı bir esneklik olarak değerlendirilmiştir. Komisyon yetkilileri, yeni hedefin “uygulanabilir ve ekonomik olarak sürdürülebilir” olmasına öncelik verdiklerini belirtmiş; geçiş sürecinde karbon yakalama teknolojileri, yeşil hidrojen yatırımları ve adil dönüşüm mekanizmalarının öne çıkarılacağını ifade etmişlerdir.[4] Yine de bu stratejinin özellikle fosil yakıta bağımlı ülkelerdeki dönüşüm hızını yeterince teşvik edip etmeyeceği belirsizliğini korumaktadır.
Avrupa Komisyonu’nun bu yeni hedef setini açıklarken “esneklik” ve “pragmatizm” kavramlarına yaptığı vurgu, iklim krizinin artık salt bilimsel değil, aynı zamanda siyasi bir mesele haline geldiğini göstermektedir. Komisyon Başkanı’nın yaptığı açıklamada, “vatandaşları kaygılandıran maliyet unsurlarına dikkat edilmesi” gerektiği ifade edilmiş ve toplumsal destek olmadan dönüşüm sürecinin başarıya ulaşamayacağı vurgulanmıştır.[5] Ancak Avrupa İklim Vakfı gibi çevreci kuruluşlar, bu söylemin gerçekte bir geri adımı temsil ettiğini savunarak 2040 hedefinin Paris Anlaşması’nın 1,5°C eşiğiyle uyumlu olmadığını ileri sürmektedir. Özellikle fosil yakıt sübvansiyonlarının hâlâ sürüyor oluşu ve bazı sektörlerde emisyonların artmaya devam etmesi, bu eleştirilerin temelini oluşturmaktadır.
Bir diğer dikkat çekici boyut ise, iklim politikalarının üye ülkeler nezdinde giderek daha fazla iç siyasi dinamiklere bağlı hale gelmesidir. Fransa’da yaşanan erken seçimlerin ardından aşırı sağın yükselişi, ulusal düzeyde iklim önceliklerinin nasıl değişebileceğine dair önemli sinyaller vermiştir. Benzer biçimde Almanya’da iklim protestolarına karşı geliştirilen “enerji güvenliği” söylemi, yeşil geçişin toplumsal desteğinin kırılganlaştığını ortaya koymaktadır. Bu durum, Avrupa genelinde yeşil politikaların artık daha temkinli ve kademeli biçimde uygulanması gerektiği yönündeki görüşleri güçlendirmiştir. Brüksel merkezli düşünce kuruluşu CEPS’ten bir uzmanın görüşüne yer verilerek, “toplumsal tepkinin gözetilmediği her iklim politikası, siyasi sonuçları da beraberinde getirir” uyarısı yapılmıştır.[6]
İklim Krizi’nin yarattığı yapısal tehditler karşısında Avrupa’nın bütüncül bir direnç stratejisine ihtiyaç duyduğu açıktır. Ancak bu stratejinin sadece emisyon azaltım hedeflerinden ibaret kalmaması önemlidir. Uyarlama politikaları, afet yönetimi, su kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı ve tarımsal üretimin yeniden yapılandırılması gibi alanlarda da daha somut ve bağlayıcı adımların atılması gerekmektedir. EEA’nın uyarısına göre, Avrupa şehirlerinin büyük çoğunluğu hâlâ iklim adaptasyonu konusunda planlama eksikliği yaşamaktadır ve mevcut bütçeler, iklim risklerinin önlenmesi açısından yetersizdir.[7] Bu durum, İklim Krizi’nin artık ertelenemez bir yönetişim sorunu haline geldiğini göstermektedir.
Yaz aylarında artan sıcaklıkların sağlık sistemi üzerindeki baskısı da önemli bir konu olarak öne çıkmaktadır. DSÖ yetkilileri, aşırı sıcakların kalp, solunum ve böbrek hastalıklarını tetiklediğini ve özellikle yaşlı nüfusun ciddi risk altında olduğunu belirtmiştir. 2022 yazında sıcaklık kaynaklı ölümlerin 61.000’i aştığını hatırlatan sağlık otoriteleri, bu rakamın 2025 yılında daha da artabileceğinden endişe etmektedir. Bu bağlamda sağlık sistemlerinin iklim değişikliğine karşı “dayanıklı” hale getirilmesi, artık halk sağlığı politikalarının da merkezine yerleşmek zorundadır.[8]
Sonuç olarak da 2025 yazı itibarıyla Avrupa, iklim krizinin artık teorik değil, günlük hayatı tehdit eden somut bir gerçeklik olduğunu acı biçimde deneyimlemektedir. AB’nin açıkladığı 2040 hedefleri, teknik olarak kapsamlı olsa da politik ve ekonomik açıdan daha temkinli bir yaklaşımı temsil etmektedir. Ancak iklim bilimcilerin, sivil toplumun ve bazı üye devletlerin bu hedeflerin yetersizliğine dair dile getirdiği eleştiriler, daha iddialı ve somut bir eylem planı ihtiyacını ortaya koymaktadır. Avrupa’nın iklim değişikliğine karşı verdiği mücadele, sadece teknik hedeflere indirgenemez; bu süreç aynı zamanda toplumsal adalet, siyasi irade ve uzun vadeli dayanıklılık gibi çok boyutlu bir sınavdır. Avrupa, bu sınavda geç kalmanın bedelini ağır ödememek için şimdi daha kararlı olmak zorundadır.
[1] “Extreme weather in a changing climate: Is Europe prepared?”, EEA, https://www.eea.europa.eu/en/newsroom/news/extreme-weather-in-a-changing-climate-is-europe-prepared, (Erişim Tarihi: 03.07.2025).
[2] Aynı yer.
[3] “Nikolaus J. Kurmayer, Seven key points about the EU’s new 2040 climate target”, Euractiv, https://www.euractiv.com/section/eet/news/seven-key-points-about-the-eus-new-2040-climate-target/, (Erişim Tarihi: 03.07.2025).
[4] Rory O’Neill, “Lethal heat is Europe’s new climate reality”, Politico, https://www.politico.eu/article/lethal-heat-europe-climate-reality-temperature-heatwave-who-pollution-wildfires/, (Erişim Tarihi: 03.07.2025).
[5] Aynı yer.
[6] Aynı yer.
[7] Aynı yer.
[8] Laura Paddison & Mitchell McCluskey, “European summers are getting brutally hot. So why is air conditioning so rare?”, CNN, https://edition.cnn.com/2025/07/02/climate/europe-air-conditioning-heat-wave-intl-latam, (Erişim Tarihi: 03.07.2025).