Analiz

Avrupa’da Sığınması ve Göç Sorunu: Dublin Sistemi’nin Adaletsizliği

Dublin Sistemi, göçmenlerin yükünü birkaç ülkeye yıkarak AB’nin dayanışma ilkesini fiilen ortadan kaldırmıştır.
İltica başvurularında “ilk giriş ülkesi” kuralı, sınır ülkelerini yapısal bir krize sürüklerken güçlü devletleri sorumluluktan muaf tutmaktadır.
AB, göçmenleri korumak yerine onları siyasi pazarlıkların nesnesi haline getirerek insan hakları taahhüdünü fiilen çiğnemektedir.

Paylaş

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

Dublin Sistemi’nin merkezinde yer alan “ilk giriş ülkesi” kuralı, bir sığınmacının ilk ayak bastığı Avrupa Birliği (AB) üye ülkesinin iltica başvurusunu incelemekle yükümlü olması anlamına gelmektedir. Bu düzenleme, mülteci başvurularında tek bir ülkenin sorumlu olmasını sağlayıp birden fazla ülkede tekrar tekrar iltica başvurusu yapma durumunu önlemeyi amaçlamaktadır. Ancak uygulamada, coğrafi konumu gereği AB’nin dış sınırlarında yer alan birkaç ülkeye orantısız bir yük bindirdiği sabittir. Özellikle Akdeniz havzasındaki İtalya, İspanya ve Yunanistan gibi ülkeler, Avrupa’ya ulaşan ilk durak oldukları için on yıllardır bu kurala itiraz etmektedir. Bu ülkeler, AB’nin dayanışma vaadiyle çelişen şekilde orantısız göçmen akınıyla baş başa bırakıldıklarını vurgulamaktadır.

Dublin Sistemi, 1990 tarihli Dublin Anlaşması ile temelleri atılan ve daha sonra 2003 yılında Dublin II ve 2013 yılında Dublin III tüzükleriyle güncellenen bir hukuki düzenlemedir. Bu sistem, bir iltica başvurusunu hangi üye ülkenin inceleyeceğini belirlemek için getirilmiş bir dizi kriter içerir. İlk giriş ülkesi kuralı, bu kriterler hiyerarşisinde fiilen en çok uygulanan norm haline gelmiştir. Sığınmacının ilk adım attığı AB ülkesi, o kişinin koruma talebini değerlendirmekten sorumludur.[i] Bu yaklaşımın resmi gerekçesi, sığınmacıların birden fazla ülkede mükerrer başvuru yapmasını önlemek ve aynı zamanda başvuruların hızlı, düzenli bir şekilde incelenmesini sağlamaktır. 

Nitekim kural, “ilk güvenli ülke” anlayışıyla da örtüşür biçimde bir kişinin Avrupa topraklarına girdiği ilk yerde uluslararası sığınma aramasını öngörmektedir. Ne var ki söz konusu kural hukuki düzen sağlama amacı taşısa da pratikte AB içindeki yük paylaşımı dengesini bozmuştur. Özellikle 2015 sonrası Avrupa’ya yönelen yoğun göç dalgası, Dublin Sistemi’nin sınır ülkelerine bindirdiği yükü somut biçimde ortaya koymuştur. 2015 yılında bir milyonun üzerinde mülteci ve göçmen Avrupa kıtasına ulaşmıştır. Bunların %80’i (yaklaşık 861 bini) Yunanistan’a inerken, İtalya’ya ulaşanların sayısı da 150 bin civarındadır.[ii]  Böylesi bir akın, bu ülkelerin mevcut kapasitesini katbekat aşmış ve ulusal iltica sistemlerini fiilen çökme eşiğine getirmiştir. 

Avrupa Sayıştayı daha sonra Yunanistan ve İtalya’nın, Avrupa’nın “ön cephe” ülkeleri olarak orantısız bir şekilde yük altında kaldığını tespit etmiştir.[iii] Aşırı başvuru sayıları, sahada insani kriz görüntülerine yol açmıştır. Bu aşırı kalabalık ve altyapı yetersizliği; temiz su, hijyen, barınma gibi en temel ihtiyaçların bile karşılanamadığı insan onuruna aykırı koşullar yaratmıştır. Sonuç olarak sınır devletleri; on binlerce sığınmacıyı barındırma, kayıt altına alma ve başvurularını işleme koyma yükünü büyük ölçüde tek başlarına üstlenmek zorunda bırakılmıştır. Dayanışma söylemi ne yazık ki pratikte büyük ölçüde kâğıt üzerinde kalmıştır.

Göç yükünün birkaç ülkeye yıkılması karşısında Avrupa’nın batısındaki ve kuzeyindeki ülkeler genellikle sessiz kalmış veya durumu kendi lehlerine kabullenmişlerdir. Almanya, Fransa, Hollanda gibi ekonomik olarak güçlü ve siyasi ağırlığı yüksek devletler Akdeniz sınır ülkelerine kıyasla çok daha az sayıda sığınmacı başvurusu almakta ve Dublin Sistemi’nin mevcut halinden dolaylı olarak fayda sağlamaktadır. İltica başvurularının büyük kısmını birkaç “ön cephe” ülkenin üstlenmesi sonucu kuzeydeki ülkelerin bir kısmı neredeyse hiçbir yük üstlenmeden süreci izleyebilmektedir.[iv] Dahası bazı üye ülkelerin iç siyasetinde yükselen göç karşıtı söylemler bu devletlerin AB düzeyindeki dayanışma girişimlerine mesafeli durmasına yol açmıştır. Örneğin Macaristan ve Polonya, 2015 yılında kararlaştırılan mülteci yeniden yerleştirme kotalarına katılmayı kesin bir dille reddetmişler; gelen sığınmacılardan bir tek kişiyi bile kabul etmeyerek ortak yük paylaşımı çabasını sekteye uğratmışlardır.[v] Bu tutum, AB içinde ciddi bir bölünmeye neden olmuştur.

Göç krizinin ilk döneminde kapılarını açarak çok sayıda mülteci kabul eden bazı ülkeler (örneğin Almanya ve İsveç), ilerleyen yıllarda ikincil hareketleri (sığınmacıların ilk ülkeyi terk edip başka bir üye ülkeye geçmeleri) engelleme konusunda katı tutumlar benimsemiştir. Dublin kurallarını harfiyen uygulamaya çalışarak sığınmacıları kayıtlı oldukları ilk ülkeye geri göndermeye odaklanmışlardır. Almanya gibi ülkeler, Yunanistan’dan gelen ilticacıların bir dönem geri alınmasını durdurmuş olsalar da (M.S.S. kararından sonra), İtalya veya İspanya üzerinden gelenlerin kendi ülkelerinde kalmasını önlemek için hukuki yolları zorlamaktadır. Bu durum, bir çelişkiyi ortaya koymaktadır. AB içinde güçlü ülkeler, sorunun çözümüne dönük politikalar üretmek yerine mevcut hukuki durumu kullanarak yükü tekrar sınırdakilere aktarmanın yollarını aramıştır. 

Sığınmacıların üye ülkeler arasında daha adil dağılmasını öngören zorunlu kota sistemi, Vişegrad grubu ülkelerinin (Polonya, Macaristan, Çekya, Slovakya) direnciyle karşılaştığından yürürlüğe tam olarak konulamamıştır. Polonya ve Macaristan gibi hükümetler, iç kamuoylarındaki tepkiyi de gözeterek “dayatılan” her türlü paylaşım mekanizmasına itiraz etmekte, bunun yerine sığınmacıların ilk ülkeye iade edilmesinde ısrarcı olmaktadır. Sınır dışı işlemleri ve göçmenlerin ilk ülkeyi terk etmeleri halinde cezai müeyyidelerle karşılaşmaları gibi uygulamalar da bu çifte standardın yansımalarıdır. Sonuç olarak Avrupa ülkelerinde var olan bu tutum, birlik içinde hem siyasi güvensizliğe yol açmakta hem de AB’nin varlık sebebi olarak nitelendirilen “ortak değerler” söyleminin inandırıcılığını zedelemektedir.

Dublin Sistemi’nin bugünkü işleyişi, AB’nin hem yapısal hem normatif açmazlarını ifşa etmektedir. “İlk giriş ülkesi” kuralı, göç krizine karşı kolektif bir refleks geliştirmek yerine birkaç sınır ülkesini istikrarsızlaştıran bir yük dağılımı doğurmuştur. Bu durum Avrupa değerlerinin inandırıcılığını da zedelemiştir. Sığınmacılar, hukuki prosedürlerin ve siyasi pazarlıkların nesnesi haline gelirken asli sorun olan insan onuruna yaraşır bir koruma anlayışı sistem dışına itilmiştir. Bu tablo karşısında AB’nin reform yönelimi teknik iyileştirmelerden ibaret kalmakta, yapısal adaletsizliği ortadan kaldırmak yerine onu yeniden ambalajlamaktadır. 

Zorunlu yerleştirme planlarının siyasi karşılığı yokken sınır prosedürlerinin hızlandırılması daha çok caydırma amacı taşımaktadır. Gerçek bir reformdan söz edilecekse bu, ancak “ilk giriş ülkesi” gibi eşitsizlik üreten kuralların terk edilmesiyle mümkündür. Avrupa’nın göç politikasında samimi bir dayanışma kültürü oluşmadıkça sistemin güvenliği önceleyen ve insanı ikinci plana iten yapısı devam edecektir. Bu ise yalnızca sınır ülkelerini değil uzun vadede Avrupa projesinin bütününü zayıflatan bir duruma dönüşmektedir. AB’nin kurucu değerleri; dayanışma, eşitlik ve ortak sorumluluk ilkeleri etrafında şekillenmiştir. Ancak göç politikalarında bu ilkeler, özellikle ekonomik ve siyasi olarak güçlü üyeler tarafından pragmatik çıkarlarla aşındırılmakta; biz ve onlar ayrımı üzerinden yeniden tanımlanmaktadır. Bu yaklaşım, yalnızca sınır ülkelerini yapısal olarak istikrarsızlaştırmakla kalmamakla birlikte aynı zamanda Birliğin gücünü de zayıflatmaktadır. Avrupa entegrasyonu, bu değerlerin tüm üye devletlerce eşit biçimde sahiplenilmediği bir ortamda sürdürülemez.


[i] “EU: Dublin III Regulation fails asylum seekers”, Amnesty International, https://www.amnesty.org/en/latest/news/2018/05/eu-dublin-iii-regulation-asylum-system-reform/, (Erişim Tarihi: 18.07.2025).

[ii] “Over one million sea arrivals reach Europe in 2015”, UNHCR, https://www.unhcr.org/news/stories/over-one-million-sea-arrivals-reach-europe-2015 (Erişim Tarihi: 18.07.2025).

[iii] “EU support for migration management in Greece and Italy – Special Report 24/2019”, European Court of Auditors, https://op.europa.eu/webpub/eca/special-reports/migration-24-2019/en/, (Erişim Tarihi: 18.07.2025).

[iv] “EU: Dublin III Regulation fails asylum seekers”, Amnesty International, https://www.amnesty.org/en/latest/news/2018/05/eu-dublin-iii-regulation-asylum-system-reform/, (Erişim Tarihi: 18.07.2025).

[v] Jennifer Rankin, “EU court rules three countries broke law over refugee quotas”, The Guardian, https://www.theguardian.com/law/2020/apr/02/eu-court-rules-three-countries-czech-republic-hungary-poland-broke-law-over-refugee-quotas, (Erişim Tarihi: 18.07.2025).

Ali Kerem GÜLAÇTI
Ali Kerem GÜLAÇTI
Ali Kerem Gülaçtı, Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde lisans eğitimine devam ederken aynı zamanda Tarih Bölümü’nde yandal programını sürdürmektedir. Ali Kerem’in başlıca ilgi alanları; Avrupa siyaseti, insan hakları hukuku ve hükümetlerarası örgütlerdir. Ali Kerem, ileri düzeyde İngilizce ve başlangıç seviyesinde Almanca bilmektedir.

Benzer İçerikler