Analiz

Avustralya’nın ABD, Çin ve AB Bağlamında Stratejik Hedging Politikası

Avustralya, çok yönlü, pragmatik, kaynak temelli ve stratejik dengeleme odaklı bir dış politika inşa etmeye yönelmiştir.
Avustralya, stratejik dengeleme (hedging) hatları çerçevesinde konumlanmış ve aktif bir şekilde müdahil bir aktör olarak öne çıkmaktadır.
2025 yılı, Avustralya için dış politika ve stratejik konumlanmada dönüşümün somutlaşmaya başladığı bir yıl olarak öne çıkmıştır.

Paylaş

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

21. yüzyılın ikinci çeyreğine girerken 2026 yılı itibarıyla Avustralya, küresel güç rekabetinin yoğunlaştığı bir jeopolitik konjonktürde tarafsız veya bağımsız bir aktör olarak değil; aksine stratejik dengeleme (hedging) hatları çerçevesinde konumlanmıştır. Bu yaklaşım, yalnızca geleneksel ittifak ilişkilerinin sürdürülmesi ile sınırlı kalmamakta; ekonomik, kaynak temelli ve diplomatik çeşitlendirmeyi içeren çok boyutlu bir dış politika modelini kapsamaktadır. Avustralya’nın bu model içerisindeki konumunu anlamak hem tarihsel arka planı hem de 2024-2025 döneminde yaşanan güncel kırılma noktalarını dikkate almayı gerektirmektedir.

Avustralya’nın dış politika geleneği, uzun yıllar boyunca Batı merkezli müttefiklik anlayışı ve özellikle ABD ile güvenlik-savunma ilişkileri üzerine inşa edilmiştir. Bölgesel dengeler, Soğuk Savaş döneminden itibaren ABD-İngiltere eksenli ittifaklar çerçevesinde şekillenmiş ve Pasifik havzasındaki ABD varlığı, Canberra’nın savunma ve dış politika tercihlerini belirleyen temel unsurlardan biri olmuştur. Ancak 2010’lu yıllardan itibaren dünya sistemindeki güç kaymaları, artan ekonomik rekabet ve kaynak temelli stratejik önemin yükselmesi gibi faktörler, Avustralya’nın dış politika önceliklerinde belirgin bir dönüşümü tetiklemiştir. Bu dönüşümün arka planında Çin’in yükselişi, küresel tedarik zincirlerinin kırılganlıkları, iklim ve enerji dönüşümü ile stratejik hammaddelere yönelik talepteki önemli artış gibi dinamikler yer almaktadır.

2025 yılı, bu bağlamda Avustralya için dış politika ve stratejik konumlanmada dönüşümün somutlaşmaya başladığı bir yıl olarak öne çıkmıştır. Özellikle Ekim 2025’te ABD ile imzalanan ABD-Avustralya Kritik Mineraller Çerçeve Anlaşması, yalnızca iki ülke arasındaki bir ekonomik anlaşma olmanın ötesinde, Batı dünyasının Çin merkezli nadir toprak ve kritik mineraller tedarik zincirini yeniden yapılandırmaya yönelik stratejik bir girişim olarak değerlendirilmektedir.[i] Anlaşma çerçevesinde ABD ve Avustralya, her biri en az 1 milyar dolar yatırım taahhüdünde bulunulmuş, bu yatırım toplamda 8,5 milyar dolarlık bir proje hattının tetikleyicisi olarak planlanmıştır.[ii]

Söz konusu anlaşmanın önemi yalnızca ekonomik boyutla sınırlı değildir; aynı zamanda stratejik bir nitelik taşımaktadır. Çin, halihazırda küresel nadir toprak elementleri üretimi ve işlenmesinde baskın bir konumda bulunmaktadır; nadir toprak üretimi, manyetik malzeme üretimi ve ileri teknoloji ile savunma sanayisi için kritik altyapının büyük kısmı Çin merkezli bir yapıdadır.[iii] Batı ülkelerinin bu Çin tekeline bağımlılığı, son yıllarda artan jeopolitik gerilimler, tedarik zincirlerindeki kırılganlıklar ve teknolojik bağımlılık bağlamında önemli bir stratejik risk olarak yeniden tanımlanmıştır. Söz konusu risk, Avustralya’nın jeoekonomik konumunu yeniden değerlendirmesine yol açmıştır. Canberra yönetimi, sahip olduğu zengin mineral rezervlerini yalnızca bir hammadde kaynağı olarak görmek yerine, stratejik hammaddelerin çıkarılması, rafinasyonu ve işlenmesi süreçlerini kapsayan bir merkez hâline dönüştürmeyi hedeflemektedir.[iv]

Anlaşmanın bir diğer önemli boyutu, Avustralya’nın yalnızca bir hammadde ihracatçısı olarak kalmayıp aynı zamanda “tedarik, işleme ve dış tedarik zincirine alternatif üretme” rolünü benimsemesini öngörmesidir. Özellikle Batı Avustralya’da planlanan galyum tesisi ile nadir toprak oksitlerinin üretimi, işlenmesi ve rafinasyonu girişimleri, bu yönelimin somut adımlarını temsil etmektedir.[v] Bununla birlikte mevcut altyapı eksiklikleri, çevresel ve toplumsal kaygılar ile teknolojik işleme kapasitesinin sınırlılığı, söz konusu dönüşümün önündeki en temel engelleri oluşturmaktadır.[vi]

Dolayısıyla Avustralya’nın yeni dış politika stratejisi, “tedarik zincirinde bağımsızlık, Batı ile ittifak ilişkilerinin sürdürülmesi ve çok yönlü diplomasi” eksenleri üzerine inşa edilmektedir. Bu yaklaşım, geleneksel blok ittifakı anlayışından farklıdır; burada blok kimliği mutlak bir kriter olmaktan çıkarak esneklik, kaynak çeşitlendirmesi ve jeoekonomik konumun stratejik avantaja dönüştürülmesi ön plana çıkmaktadır. Bu perspektif, stratejik dengeleme (hedging) literatüründe tanımlanan klasik formu hatırlatmaktadır: büyük güçler arasındaki rekabet ortamında, tek taraflı bağımlılıktan kaçınarak ve çok eksenli ilişkiler geliştirilerek marjinal bağımsızlığın korunması hedeflenmektedir.

Söz konusu modelin taşıdığı temel risk, dönüşüm sürecinin zorlukları ve kırılganlığıdır. Öncelikle, işleme ve rafinasyon kapasitesinin kurulması kolay bir süreç değildir; bu hem önemli düzeyde yatırım gerektirmekte hem teknolojik altyapı hem regülasyon hem de çevresel ve ekolojik standartlar açısından yüksek maliyetler doğurmaktadır. Görüldüğü üzere, Avustralya hükümeti, bu süreci desteklemek ve piyasayı teşvik etmek amacıyla fiyat garantileri (price floor) gibi mekanizmalar önermekte ve uygulamayı planlamaktadır.[vii]

İkinci olarak, bu stratejik dönüşüm, Avustralya’nın Çin’e olan ekonomik bağımlılığını azaltma yönündeki çabalarını ifade etmekle birlikte Çin ile geçmişte kurulan ekonomik ilişkiler, özellikle mineraller ve ihracat alanındaki bağlar, bir anda terk edilememektedir. Bu durum, Canberra için hem diplomatik hem de ekonomik açıdan bir kırılganlık alanı yaratmaktadır. Özellikle Çin, nadir topraklar ve diğer kritik mineraller konusundaki gücünü sürdürmeye çalışmaktadır. Bu durum tedarik zincirinde rekabeti artırabilir, fiyat baskılarına, ihracat kısıtlamalarına veya siyasi müdahalelere yol açabilir.[viii]

Üçüncü olarak Avustralya’nın benimsediği “çok yönlü dengeleme/dış politika, jeoekonomi ve savunma-ticaret” modeli, ideolojik veya tek taraflı blok aidiyetine dayanmaktan ziyade, pragmatizm ve çıkar temelli ilişkileri ön plana çıkarmaktadır. Ancak bu yaklaşım, uzun vadede iç politikada ve toplumsal ile çevresel alanlarda tartışmalara yol açabilir. Madencilik ve mineral işleme sektörünün çevresel etkileri, yerli halkların (özellikle Aborjin topluluklarının) hak ve yaşam alanları, yerel ekonomiye entegrasyon gibi konular, dönüşümün gölgede kalan ancak kritik boyutlarını oluşturmaktadır.[ix] Bu nedenle Canberra yönetiminin, dönüşümü dikkatli, kapsayıcı ve duyarlı bir biçimde yürütmesi önem arz etmektedir.

Bu çerçevede Avustralya’nın 2025 itibarıyla izlediği dış politika ve ekonomi stratejisi şu şekilde özetlenebilir:

  • Geleneksel savunma ve güvenlik ittifaklarını (özellikle ABD ile) sürdürmek;
  • Kritik mineraller ve nadir toprak kaynaklarını stratejik varlıklar olarak konumlandırarak, bağımsız ve Batı ile uyumlu tedarik zincirleri oluşturmak;
  • Hammadde ihracatına dayalı ekonomiden, rafinasyon ve ileri teknoloji/parçalama zincirine geçişi planlayarak ekonomik yapısında dönüşüm sağlamak;
  • Çok kutuplu ve çok yönlü diplomasi ile yalnızca ABD–Çin veya Çin–Batı eksenine bağlı kalmadan AB, Kanada, Japonya gibi aktörlerle kaynak ve teknoloji işbirliği arayışına girmek;
  • Bu dönüşümün çevresel, toplumsal ve ekonomik risklerini yönetmek; iç politikada sosyal adalet, çevre koruma ve yerli halk hakları gibi alanlarda duyarlı politikalar geliştirmek.

Bu modelin uzun vadede Avustralya’ya sağlayabileceği en önemli kazanımlar arasında jeostratejik özerklik, küresel tedarik zincirlerinde merkezi bir aktör olma potansiyeli ve Batı ile teknolojik bağımsızlık ekseninde sağlam bir konum elde etme yer almaktadır. Öte yandan riskler de büyüktür: yanlış yönetim, çevresel ihmal, diplomatik tepkiler veya küresel fiyat dalgalanmaları, bu projenin sürdürülebilirliğini tehdit edebilir.

Sonuç olarak Avustralya, 2025 itibarıyla klasik müttefiklik ve ticari bağımlılıktan uzaklaşarak; çok yönlü, pragmatik, kaynak temelli ve stratejik dengeleme odaklı bir dış politika ve dış ekonomi vizyonu inşa etmeye yönelmiş durumdadır. Bu vizyon, başarılı bir biçimde uygulanırsa, Avustralya’yı yeni küresel güç dengeleri içinde “köprü ülke, stratejik tedarik merkezi ve dengeli aktör” kimliği ile konumlandırabilir.

Ancak bu kimliğin kazanımı kolay değildir: kaynak zenginliği tek başına yeterli olmayıp, kaynakların sorumlu yönetimi, teknolojik yatırımlar, düzenli diplomasi, çevresel ve toplumsal duyarlılık, ekonomik çeşitlendirme ve uzun vadeli stratejik kararlılık gerekmektedir. Dolayısıyla Avustralya’nın önümüzdeki dönemde izleyeceği dış politika yalnızca jeostratejik dengeleme anlamına gelmemekte; aynı zamanda “kaynak yönetimi, ekonomik dönüşüm, jeopolitik özerklik ve uluslararası sorumluluk” kombinasyonunu içeren karmaşık fakat potansiyel olarak etkili bir paradigma olarak değerlendirilmelidir.


[i] “US, Australia sign rare earth, mineral agreement as China tightens supply”, Al Jazeerahttps://www.aljazeera.com/economy/2025/10/20/us-australia-sign-rare-earth-mineral-agreement-as-china-tightens-supply, (Erişim Tarihi: 28.11.2025).

[ii] “Jonathan Barrett, Australia and the US have signed a critical minerals deal to take on China’s monopoly. Here’s what you need to know”, The Guardianhttps://www.theguardian.com/world/2025/oct/21/australia-us-critical-minerals-rare-earths-deal-china-explainer, (Erişim Tarihi: 28.11.2025). 

[iii] Nicole Johnston, “US-Australia rare earth deal targets China’s stronghold”, Sky Newshttps://news.sky.com/story/us-australia-rare-earth-deal-targets-chinas-stronghold-13454361, (Erişim Tarihi: 28.11.2025).

[iv] David Speers, “Australia sees opportunity in China-US rare earths dispute”, ABChttps://www.abc.net.au/news/2025-10-16/trump-albanese-xi-critical-minerals-us-china/105884214, (Erişim Tarihi: 28.11.2025).

[v] Aynı yer.

[vi] Patrick Commins, “The world dropped the ball on critical minerals and China pounced. Is it too late for Australia and the US to close the gap?”, The Guardian, https://www.theguardian.com/business/2025/oct/26/rare-earths-critical-minerals-industry-australia-us-china, (Erişim Tarihi: 28.11.2025).

[vii] Melanie Burton, “Australia weighs price floor for critical minerals, boosting rare earths miners”, Investing, https://www.investing.com/news/commodities-news/australia-considering-price-floor-to-support-critical-minerals-projects-minister-says-4169148, (Erişim Tarihi: 28.11.2025).

[viii] “US wants to make rare earth deals with Australia but without China involved, expert says”, ABC, https://www.abc.net.au/news/2025-10-16/us-is-open-to-make-rare-earth-deals-with-australia/105895128, (Erişim Tarihi: 28.11.2025).

[ix] Nic Fildes, “Mining billionaire backs Australia rare earth project in race to boost west’s supplies”, The Financial Times, https://www.ft.com/content/3a9e3c6e-a8a0-45c0-91fa-d0e2a8c89415 (Erişim Tarihi: 28.11.2025).

Sena BİRİNCİ
Sena BİRİNCİ
Sena Birinci, 2024 yılında Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. Aynı zamanda Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi'nden çift anadal yapmıştır. Şu anda Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi'nde Siyaset ve Sosyal Bilimler alanında yüksek lisans eğitimine devam eden Sena’nın ilgi alanlarını Avrupa siyaseti, Avrupa Birliği ve seçim siyaseti oluşturmaktadır. Sena, ileri derece İngilizce, başlangıç seviyesinde Rusça bilmektedir.

Benzer İçerikler