Avusturya’nın Avrupa Birliği Dönem Başkanlığını Devralması ve Göç Kriziyle İlgili Yeni Yaklaşımlar

Paylaş

1 Temmuz 2018 itibarıyla Avrupa Birliği dönem başkanlığı Avusturya’ya geçti. “Koruyan bir Avrupa” sloganıyla AB dönem başkanlığını devralan Avusturya’ya yönelik mülteci akınının önlenmesi veya göçün engellenmesi konusuna yoğunlaşabileceği için şimdiden farklı eleştiriler yapılmaktadır. Küçük bir ülke olması ve siyasi etkisinin sınırlı olması nedeniyle Avusturya’nın dönem başkanlığının AB’de çok büyük değişikliklere yol açacağı düşünülmemelidir. Merkel’in sözünü ettiği AB’nin geleceğinin göç krizinin çözümüne bağlı olduğu meselesi geçerliliğini korumaya devam edecektir. Dolayısıyla Avusturya dönem başkanlığı da göç kriziyle mücadele için büyük bir enerji sarf etmek zorunda kalacaktır.

 28-29 Haziran’da Brüksel’de yapılan küçük göç zirvesi bazı eski doğu bloku ülkelerinin tepkisine neden olmuştu. Polonya, Çekya ve Macaristan gibi ülkeler göçmen krizinin kendilerini ilgilendirmediğini belirterek zirveye katılmamışlardır. Buna bağlı olarak zirveden çıkan kararlar da soruna kısa vadeli çözüm üretebilecek niteliktedir. Almanya’da Merkel’in hükümet ortağı Bavaryalı Hristiyan Sosyal Birliğin ülkenin açık kapı politikasına karşı çıktığı bir dönemde gerçekleştirilen zirvede Merkel’e kısa da olsa vakit kazandıracak bazı gelişmeler yaşandı. Göç probleminin çözülmemesi ve Almanya’ya gelen göçmen sayısındaki artışa dikkat çeken Hristiyan Sosyal Birlik Lideri Seehofer, Merkel’i hükümetten çekilmekle tehdit etmiştir. Almanya’da hükümetin düşmesi AB içinde genel bir kargaşaya yol açacağı ve İtalya gibi genel durumdan rahatsız olan bazı ülkelerin talepleri üzerine bu zirve toplanmıştır.

Zirvede Avrupa için Avustralya usulü bir göç politikasının benimsenmesi kabul görmüştür. Buna göre insan kaçakçılarını caydırıcı önlemler almak ve kaçakları taşıyan gemilerin yola çıkmadan önce engellenmesi amacıyla Avrupa dışındaki ülkelerle anlaşmalar yapılması kabul edilmiştir. Cezayir, Tunus, Mısır ve Libya gibi ülkelerle yapılması planlanan bu anlaşmaların amacı mültecilerin Avrupa kıyılarına ulaşmadan durdurulmasıdır. Buradaki amaç Türkiye ile 2016 Mart’ta yapılan anlaşmanın benzerlerinin bu ülkelerle de yapılmasıdır. Göç zirvesi sırasında gerek Fransa gerekse Avusturya kendi sınırları içerisinde bir mülteci toplama merkezinin açılmasına şiddetle karşı çıkmıştır. Bu nedenle hem mülteci toplama merkezlerinin hem de önleme faaliyetlerinin Avrupa sınırları dışında gerçekleştirilmesi görüşü ağırlık kazanmıştır.

Bu zirvede kararlaştırılan diğer bir husus da Balkan ülkelerinin güvenli ülkeler olarak kabul edilmesi olmuştur. Böylece AB üyesi ülkelerin buradan göçmen kabul etme zorunluluğunun ortadan kalktığı şeklinde bir görüş ortaya çıkmıştır. Zirve sırasında en büyük gerginliği İtalya’daki yeni popülist hükümetin lideri Conte çıkarmıştır. Conte İtalya’nın daha fazla yardım almaması halinde zirvenin tamamını veto etmekle tehdit etmiştir. Son yıllarda İtalya Yunanistan’ın Türkiye ile yapılan anlaşma sayesinde rahatladığını fakat kendisine herhangi bir yardım yapılmadığını savunmaktadır. İtalya daha çok Libya, Tunus ve Cezayir’den gelen mültecilerin akınına maruz kaldığı için bu ülkelerle göç anlaşması yapılmasını talep etmektedir. Nitekim yine bu doğrultuda mültecilerin sığınma talebinde bulundukları ilk AB ülkesinde kalmalarını düzenleyen Dublin Konvansiyonu’nun da değiştirilmesi talebi İtalya’dan gelmiştir. İtalya’ya göre aşırı bir göç akınında sınır bölgesinde bulunan ya da denize kıyısı olan ülkeler savunmasız durumda kalmaktadırlar. Çünkü mültecilerin ilk giriş yaptıkları bölgeler buraları olduğu için bu durum sınır bölgesindeki ülkelerde bir yığılmaya yol açmaktadır. Dolayısıyla İtalya bu konuda AB’nin kendisinden yük almasını ve bunu diğer üye ülkeler arasında eşit paylaştırmasını talep etmektedir. Zirve sonrasında Conte’nin İtalya’nın zirveden istediğini aldığına yönelik sözlerine İtalyan İç İşleri Bakanı Salvini “ne söyledikleri ve ne tür sözler verdikleri umurumda değil, ben kâğıtta ne yazdığına bakarım” şeklindeki sözleri damga vurdu.

Avrupa Birliği içerisindeki sınırlarda kontrollerin artmasının sınır kavramını yeniden gündeme getireceğini düşünen Merkel, mülteci akınının AB’yi tehdit eden bir hal aldığını savunmaktadır. Bu nedenle konunun AB’ye gelmeden birlik sınırları dışında çözülmesi daha büyük bir önem taşımaktadır.

Yeni AB dönem başkanı olarak Avusturya’nın temel çalışma alanını yine göç konusu oluşturacak. Avusturya Kosova ve Arnavutluk gibi ülkelere, üyelik müzakereleri gibi farklı teşvik edici yöntemler kullanarak mülteci toplama merkezleri açılmasını tasarlamaktadır. Böylece konu AB içerisine girmeden dış sınırlarda halledilebilecektir. İnsan Hakları örgütleri tarafından katı bir şekilde eleştirilen bu plan Avrupa’nın açık kapı politikasının sonlandığını ve Avrupa tarihinde yeni bir utanç sayfasının açıldığı görüşlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Benzer İçerikler