İsrail, Gazze Şeridi’nde soykırım politikalarını dünya kamuoyu önünde gerçekleştirmeye devam ederken aynı zamanda Batı Şeria’yı ilhak gündemini hayata geçirmektedir. E1 örneğinde görüldüğü üzere Filistinlilerin bulunduğu bölgeleri daha da ayıracak yeni Yahudi yerleşim planları Knesset’te kabul edilmektedir. Oldukça tartışmalı olan bu planla yetinmeyen Tel Aviv, yeni yerleşim bölgelerini de bu hafta kamuoyuyla paylaşmıştır. İsrail; işgal, apartheid politikalarına devam etmektedir. Ayrıca işgalin yasadışılığı, uzaması Batı Şeria’nın ilhakına doğru ilerlediğini göstermektedir.
1967 Arap-İsrail Savaşı sonucunda Gazze ve Doğu Kudüs’ün yanında İsrail, Batı Şeria’yı da işgal etmiştir. İsrail, Gazze ve Doğu Kudüs’te olduğu gibi Batı Şeria’yı işgal ettiğini kabul etmemektedir. Bölgeyi kontrol ettiğini öne sürmektedir. Batı Şeria’yı “tartışmalı” (disputed), “yönetim altında” (administered) veyahut “kontrolü altında” (under control) şeklinde nitelendirmektedir.
Sadece işgalle yetinmeyen İsrail, 1967’den beri Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimlerinin sayısını arttırmış; mevcut yerleşimlerin ise sınırlarını genişletmiştir. İşgalin ve yerleşimlerin sürekliliği bu iki unsur niteliğini sorgulatmaktadır. İsrail’in işgal edilmiş Filistin toprağı olan Batı Şeria’daki varlığı ayrımcı yerleşimci-sömürgeci niteliğe sahip bir rejim olarak tanımlanabilmektedir. Bunun yanında Yahudi yerleşimlerinin inşasına devam etmesi işgalin yasadışılığını da göstermektedir. Öyle ki Filistin tarafının söyleminde İsrail’in yerleşim politikaları savaş suçu olarak nitelendirilmiştir. İsrail, yerleşim politikalarıyla Filistin topraklarının statüsünü sistematik olarak değiştirmektedir. Filistin’in doğal kaynaklarının sömürülmesi, salt yerleşimler için altyapının inşa edilmesi, salt yerleşimciler için yolların yapılması ve İsrail vatandaşlarının işgal edilmiş Filistin topraklarına yerleştirilmesi İsrail’in Filistin toprağını kalıcı olarak değiştirmesinin göstergeleri olarak kabul edilmektedir.
İşgal, uluslararası hukukta istisnai bir durum ve geçici olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla İsrail’in her türlü eylemi gibi işgalin süresinin uzaması ve işgal altındaki bölgenin ilhakı ile sonuçlanması uluslararası hukukun ihlali anlamına gelmektedir. İşgal altındaki bölgenin siyasi ve hukuki statüsünü değiştirecek adımlar da atılmamalıdır. Çünkü uluslararası hukuka göre işgalci gücün söz konusu bölgenin statükosunu koruması gerekmektedir. Ancak bölgenin kamu düzeninin ve toplumsal hayatının sağlanması yönünde gücünü kullanmalıdır. Topluluğun güvenliğini sağlamalıdır. İsrail ise işgalinin varlığını meşru müdafaaya dayandırmaktadır. İsrail’in işgali uzatması için kuvvet kullanmaya devam etmesi ve söz konusu kullanımın askerî gereklilik ihtiyacından kaynaklanmaması hem kuvvet kullanma yasağının ihlali hem de uzatılmış işgalin yasadışılığını gündeme getirmektedir.
Uluslararası hukuk kapsamında sadece işgalin varlığı değil işgalin yasallığı, yasadışı işgal kavramları da gündeme gelmektedir. Örneğin uluslararası hukukun öne çıkan düzenlemelerine göre işgal, işgalci gücün bölge üzerinde egemenliğe sahip olmasına sebebiyet vermemelidir. İşgal rejimi, hukukun tanıdığı yetkiler kapsamında uygulanmalıdır. Söz konusu rejim ile işgalci gücün bölge üzerindeki kontrolü amaçlanmalıdır. İşgalci kuvvetin kamu düzenin ve toplumsal hayatının sağlanması, sürdürülmesi başlıklarında birtakım yetkileri ve sorumlulukları mevcuttur. İşgal hukuku işgalci kuvveti; yerel halkı korumak ve yerel halkın birtakım haklarına saygı duymak gibi sorumluluklarla görevlendirmektedir. Kişisel özgürlüklerin korunması, kamusal ve şahsi malların korunması örnek olarak verilebilir. İşgalden önceki yasal düzenlemeler ve idari çerçeve, yaşam koşulları işgalci kuvvetin işgal rejimini hayata geçirirken uyması gereken yasal sınırlamalarıdır.
İşgal, geçici olmalıdır; geçici bir süreliğine geçici yönetim kurulmalıdır. İşgalden önceki düzenin, sistemin mümkün olduğunca korunması amaçlanmaktadır. İşgalci güç, askerî ve etkin kontrolü altında bulunan toprak parçası üzerinde kalıcı değişiklikler yapmayacaktır. İşgal, uluslararası hukuk kapsamında geçici ve askerî gerekliliğe dayanması şartıyla gerçekleştirilebilmektedir.
İsrail’in iddia ettiğinin aksine Filistin’de işgal olduğu ve hatta bunun kalıcı niteliğe dönüştürülmeye çalışıldığı “uzatılmış işgal” ifadesi ile belirtilmek istenmektedir. Söz konusu ifade ve söylemle işgalin varlığına ve sürmesinin nedenine odaklanılmaktadır. İşgalin niteliğine dikkat çekilerek sömürgeci tutumun altı çizilmektedir.
İşgalci kuvvetin işgalin kalıcı olması yönünde de facto ya da de jure adımlar atmaması gerekmektedir. Dolayısıyla söz konusu adımlar işgali kalıcı hale getirmek ya da işgal edilmiş bölgenin statüsünü değiştirmeye yönelik faaliyetler bağlamında sayılabilir. Yahudi yerleşimlerinin inşası, Filistin toprağının ve doğal kaynaklarının İsrail tarafından kullanılması ve Doğu Kudüs’te statükoyu değiştirecek faaliyetleri işgalin kalıcı hale getirilmesine ya da işgal bölgesinin statüsünün değiştirilmesine yönelik uygulamalar olarak sıralanabilir.
İşgalci güç yabancı toprağın/ülkenin uluslararası statüsünü, yönetimini veya demokratik niteliğini kalıcı olarak değiştirmeyi hedefliyorsa ve değiştirdiyse o zaman “yaşa dışı işgalden” bahsetmek mümkündür. Örneğin İsrail, Batı Kudüs’ü de jure ilhak etmiştir. De jure ilhak ise resmen açıklama yoluyla veya işgalci gücün hukuki düzeninde toprak kazanımının yer almasıyla gerçekleştir. Batı Şeria’daki tablo ise durumun özellikle Yahudi yerleşimlerinin varlığı bakımından de facto ilhak olduğunu göstermektedir. De facto ilhakta, devlet faaliyetleriyle ve politikalarıyla işgal altındaki bölgelerde değişikliğe gidilmektedir. Ayrıca İsrail, yaptığı idari ve yasal düzenlemeleriyle yerleşimleri kendi sınırları içine katmaktadır.
İsrail işgalinin kalıcı olduğu çeşitli göstergelerle anlaşılabilir. Yahudi yerleşimlerin çeşitli politikalarla kalıcı hale getirilmesi, yerleşimlere göre sanayi ve tarımsal alanlarda düzenlemelerin yapılmasının yanı sıra su sistemleri ve yol gibi altyapı sistemlerinin yine yerleşimler temelinde düzenlenmesi işgalin kalıcı olduğunu, göstermektedir. Ayrıca tablo de facto ilhak olarak da değerlendirilebilir.
İsrail’in Filistinlilere yönelik apartheid uygulamalarına da rastlanılmaktadır. Örnek olarak İsrail’in vatandaşlık kanunu, milliyet ve göç kanunları, toprak ve mal kanunları verilebilir. Filistin’de apartheid uygulandığı tezinin en büyük göstergesi Yahudi yerleşimciler olabilmektedir. Bu bağlamda kolonileştirme, ırkçı sistemin niteliği ve kişilerin zorla yer değiştirmesi göstergelerdir. Batı Şeria’da bazı bölgeler İsrail tarafından salt Yahudilerin kullanımına ayrılmıştır. Söz konusu bölgelere Filistinlilerin izinsiz girmesi yasak olup Filistinlilerin bulunduğu bölgelere İsraillilerin girmesi de yasaktır. Batı Şeria’da yerleşim bölgelerinin yanı sıra söz konusu bölgeleri birbirine bağlayan yollar da apartheidsisteminin kanıtı olarak verilebilir.
Yargı kurumlarının Filistinlilere ve Yahudi İsraillilere farklı davranması ve Filistinlilere farklı mevzuatın uygulanması, barınma ve doğal kaynaklara erişimde yine iki topluma yönelik ayrı ve farklı politikaların izlenmesi; vatandaşlık, seyahat özgürlüğü gibi başlıklarda da iki toplum için ayrı ve farklı politikalar üretilmesi ve uygulanması İsrail ve apartheid’i yan yana getiren kanıtlar arasında yer almaktadır. Yerleşimcilere İsrail özel hukuku uygulanırken anayasal koruma altındadırlar. Öte yandan Filistinlilere ise askerî kanun uygulanmaktadır. Diğer bir ifadeyle İsrail, Batı Şeria’da kapsayıcı hukuk sistemi oluşturmuştur, fakat apartheid nitelendirmesini çalıştırmamak amacıyla ilgili hukuki düzenlemeler işgal edilmiş Filistin topraklarında bulunan Yahudilere uygulanmamaktadır. Batı Şeria’da Yahudi yerleşimciler Filistinlilerden farklı yasa ve mahkemelere tabidirler. Bu noktada da sistemleştirilmiş ayrımcılığı ve tahakkümü gözler önüne sermektedir.
Apartheid, İsrail’in Filistin üzerindeki uzamış/uzatılmış işgali ve yerleşimci koloni sistemi arasındaki bağlantıya dikkat çekmektedir. Ayrıca İsrail’in Yahudi devleti olarak tanınması talebi de apartheid yönetiminin bir başka göstergesidir. Resmî söylemlerde özellikle de barış görüşmelerinde İsrail’in Yahudi devleti olduğu olarak kabul edilmesi koşulu farklı bir grubun varlığını ve devletin bu gruba öncelik vermek istediğini göstermektedir.
İsrail işgalin başlamasından bu yana bölgenin Filistinsizleştirilmesini/Filistinlilerden arındırılmasını ya da Filistinlilerin tasviye edilmesini (de-Palestinization) amaçlamıştır ve söz konusu süreç devam etmektedir. Filistin’in egemenliğini sınırlamak için stratejik ayrıştırma, doğal kaynaklar üzerinde hak iddia ederek ekonomik refahı engellemek, Filistinlilerin kültürel ve sivil haklarından mahrum edilerek kimlik silinmesine gidilmesi, siyasi varoluşu ve devlet olma araçlarını engelleyerek Filistinlilerin self-determinasyon hakkını kullanmalarının önüne geçilmesi hedeflenmiştir. Örneğin Batı Şeria’da Doğu Kudüs de dahil olmak üzere mevcut Yahudi yerleşimlerine yenilerinin eklenmesi Filistinlileri sadece topraklarından değil diğer Filistinlilerden de ayırmaktadır.
Apartheid, uzatılmış işgal söylemi, İsrail işgalinin yasadışılığı Batı Şeria’da İsrail’in varlığının siyasete, hukuka ve normatif değerlere aykırı olduğunu göstermektedir. Bu temeller üzerinde Filistin, kendisine verilen uluslararası desteğin artmasını amaçlamaktadır. Birleşik Krallık gibi uluslararası kesimin önde gelen aktörlerinin karşı çıkışlarına rağmen İsrail’in yeni yerleşim planları ile gelmesi Batı Şeria’nın ilhakına doğru sürecin ilerlediğini göstermektedir.
