Küreselleşmeyle birlikte artan dijitalleşme ve mobilite, uluslararası organize suç ağlarının daha etkili faaliyet göstermesine zemin hazırlamıştır. Bu ağlar içinde en kırılgan grupları hedef alan kadın ticareti, günümüzde uluslararası güvenlik ve insan hakları açısından kritik bir sorun olarak öne çıkmaktadır. Sınır ötesi suçlarla mücadelede Interpol gibi çok taraflı polis işbirliği örgütleri stratejik bir rol üstlenmektedir.
Aralık 2024 tarihinde Interpol ile Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) yürüttüğü çevrim içi operasyon kapsamında Latin Amerika-Avrupa hattındaki kadın ticareti ağına dair önemli bulgular elde edilmiştir. Operasyonda 146 şüpheli tespit edilirken, 68 mağdura ulaşılmış; yüz tanıma ve dijital analiz teknolojileriyle 365 kullanıcı adı ve 162 bağlantı riskli veri olarak sınıflandırılmıştır.[i]
Operasyona Kanada’nın yanı sıra Almanya, İspanya ve Hollanda gibi Avrupa ülkeleri de aktif katkı sağlamış, dijital izlerin paylaşımı sayesinde vakalar eşgüdüm içinde soruşturulmuştur. Bu durum, uluslararası suçlarla mücadelede Interpol’ün, devletlerin dış politika araçları arasında önemli bir köprü işlevi gördüğünü ortaya koymaktadır.
Feminist güvenlik çalışmaları, geleneksel güvenlik anlayışlarını sorgulayarak güvenlik kavramını cinsiyete duyarlı biçimde yeniden tanımlamaktadır. Bu yaklaşım, özellikle kar ve güç ilişkilerinin kadınların güvenliği üzerindeki doğrudan etkilerini analiz ederek devlet merkezli güvenlik algılarına alternatif bir çerçeve sunmaktadır.
Feminist perspektif, insan güvenliği paradigmasıyla da ilişkilidir. Ancak bu yaklaşım, kimi zaman devlet güvenliğini bireylerin güvenliğinin önüne koyduğu gerekçesiyle eleştirilir. Örneğin, insan ticaretiyle mücadelede temel metinlerden biri olan Palermo Protokolü, mağdurları yalnızca “güvenlik” sorunu bağlamında ele aldığı ve insan hakları boyutunu geri planda bıraktığı için feminist kuramcılar tarafından eleştirilmiştir. Bu eleştiriler, özellikle kadın mağdurların öznelliklerini görünmez kılmaması ve erkek mağdurların da dışlanmaması açısından önemlidir.[ii]
Feminist neo-abolisyonist yaklaşım ise kadın ticaretini yalnızca bir suç kategorisi olarak değil, aynı zamanda yapısal ve cinsiyete dayalı bir baskı sisteminin ürünü olarak değerlendirmektedir. Bu çerçeve, kadınları “savunmasız kurbanlar” şeklinde pasifleştirmektense onları tam anlamıyla insan hakları öznesi olarak tanımlar ve güçlendirici bir politika çağrısı yapmaktadır.[iii] Bu bağlamda Interpol’ün yürüttüğü operasyonlar yalnızca kolluk kuvvetlerinin faaliyetleri olarak değil, aynı zamanda devletlerin dış politikasında cinsiyete duyarlı ve insan hakları temelli bir araç olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla Interpol’ün teknik kapasitesi, feminist güvenlik yaklaşımıyla bütünleştirildiğinde, insan ticaretiyle mücadelede daha bütünsel ve adil bir politika zemini oluşturulabilir.
Interpol’ün yürüttüğü dijital operasyonlar, insan ticaretiyle mücadelede mağdurların korunmasını ve suçluların adalet önüne çıkarılmasını hedeflerken, bu operasyonların kuramsal düzeyde çeşitli eleştirilerle karşılaştığı görülmektedir. Feminist güvenlik yaklaşımları, özellikle mağdurların “savunmasız” kategorisine yerleştirilmesini, bireylerin özneliklerini ve ajanslarını göz ardı eden bir yaklaşım olarak değerlendirmektedir. Bu çerçevede kadınların yalnızca pasif kurbanlar olarak değil, kimi zaman suç örgütlerinde aktif roller üstlenebildikleri; erkeklerin de insan ticareti mağduru olabildiği vurgulanmalıdır. Dolayısıyla cinsiyetlendirilmiş güvenlik anlayışlarının, gerçek mağduriyetlerin çeşitliliğini ve karmaşıklığını yansıtmadığı eleştirisi yapılmaktadır.
Bununla birlikte bazı feminist kuramcılar “embedded feminism (gömülü feminizm)” kavramı üzerinden devletlerin kadın hakları söylemini araçsallaştırdığına dikkat çekmektedir. Bu eleştiriye göre, devlet ya da uluslararası örgütler kadınların özgürleştirilmesini veya korunmasını hedefleyen söylemleri operasyonel bir çerçevede sunarken, bu söylemin arkasında asıl stratejik ya da güvenlik temelli çıkarlarını gizleyebilirler. Bu tür durumlarda “kadınları kurtarma” söylemi, dış politikanın meşruiyet kazanmasında bir araç olarak kullanılabilir.
Interpol destekli uluslararası operasyonlar da bu bağlamda değerlendirilebilir. Her ne kadar insan hakları temelli görünse de bu operasyonlar aynı zamanda devletlerin dış politika araçlarına dönüştüğünde, feminist eleştiri açısından yeni bir güç-asimetri ilişkisi doğurabilir. Bu nedenle operasyonel stratejilerin hem güvenlik mantığını hem de toplumsal cinsiyet duyarlılığını içerecek biçimde yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir.
Üye devletlerin dış politika yönelimleri, Interpol operasyonlarını yalnızca suçla mücadele aracı olarak değil, aynı zamanda uluslararası normlara ve insan hakları rejimlerine olan bağlılıklarının bir göstergesi olarak konumlandırabilir. Özellikle Feminist Dış Politika yaklaşımını benimseyen ülkeler (örneğin Kanada ve bazı Avrupa devletleri) kadın ticaretiyle mücadelede Interpol’ün oynadığı rolü desteklerken, bu mücadelenin biçimsel uygulamalarını da feminist eleştiri süzgecinden geçirme eğilimindedir. Bu yaklaşım, sadece sonuç odaklı bir güvenlik anlayışı değil, aynı zamanda sürece dayalı bir etik-politik sorgulama mekanizması önermektedir.
Interpol, bu bağlamda yalnızca uluslararası suçla mücadele eden bir güvenlik aygıtı değil; aynı zamanda toplumsal cinsiyet eşitliğini önceleyen yapısal dönüşümleri de destekleyen bir aktör konumuna gelmektedir. Örgüt, üye ülkelerle işbirliği içerisinde cinsiyete duyarlı polis teşkilatlarının kurulmasını teşvik etmekte; mentorluk programları, liderlik eğitimleri ve toplumsal cinsiyet farkındalığına yönelik kapasite geliştirme faaliyetleri düzenlemektedir. Bu girişimler sayesinde Interpol, yalnızca dış politikanın değil, kurum içi yapılanmanın da feminist normlarla uyumlu hâle gelmesini mümkün kılmaktadır.
Dolayısıyla Interpol, devletlerin dış politikaları ile küresel cinsiyet rejimleri arasında bir arayüz işlevi görebilir. Bu işlev, hem güvenlik temelli uluslararası müdahalelerin meşruiyetini artırmakta hem de feminist normatif çerçevenin kurumsal yapılara entegre edilmesine katkı sunmaktadır.
Interpol, kadın ticaretiyle mücadelede ulusötesi işbirliklerini koordine eden ve devlet dış politikalarının uygulayıcı uzantısına dönüşen önemli bir aktördür. İnsan kaçakçılığına karşı sunduğu operasyonel kapasite, uluslararası taahhütlerin somutlaşması açısından değerlidir. Ancak feminist güvenlik teorileri, bu müdahalelerin kadınları yalnızca “mağdur” konumuna indirgediğini ve toplumsal-politik ajandalarını görünmez kıldığını eleştirir. Ayrıca kadın odaklı söylemlerin aşırı kullanımı, erkek mağdurların ya da örgüt içindeki kadın ajanların rollerini geri planda bırakabilir. Bu nedenle Interpol ile feminist dış politika ilkeleri arasında kurulacak işbirliklerinin yalnızca teknik değil, normatif düzeyde de dönüşüm hedeflemesi gerekmektedir. Böylece güvenlik, sadece devlet merkezli değil, insan güvenliği ekseninde de yeniden tanımlanabilir. Kadın ticaretiyle mücadelede kalıcı başarı, ancak bu çok boyutlu ve eleştirel yaklaşımla mümkündür.
[i] “Inside INTERPOL’s Probe into Cyber‑Enabled Human Trafficking”, INTERPOL, December 18, 2024, https://www.interpol.int/News-and-Events/News/2024/Inside-INTERPOL-s-probe-into-cyber-enabled-human-trafficking, (Erişim Tarihi: 24.07.2025).
[ii] “Human Security vs. Feminist Security Approaches to Human Trafficking in the Mediterranean”, Atlas Institute, https://atlasinstitute.org/human-security-vs-feminist-security-approaches-to-human-trafficking-in-the-mediterranean, (Erişim Tarihi: 24.07.2025).
[iii] Laura Rubio Grundell, “The Intersection of Security and Neo-abolitionism in the EU’s Anti-trafficking Policies,” in Security Meets Gender Equality in the EU, Gender and Politics (Cham: Palgrave Macmillan, 2023), https://doi.org/10.1007/978-3-031-12209-5_4.