Son yıllarda Avrupa siyasetinde yaşanan en dikkat çekici eğilimlerden biri, merkez siyasal çizgilerin çözülmesi ve seçmenlerin ideolojik olarak daha belirgin, çoğu zaman da protesto niteliği taşıyan alternatiflere yönelmesidir. 2008 küresel ekonomik krizinin yarattığı toplumsal kırılmalar, pandemi sonrası artan yaşam maliyetleri ve konut krizleri, geleneksel sosyal-demokrat partilerin temsil kabiliyetini zayıflatmıştır. Bu bağlamda “yeni sol” ya da “radikal sol” olarak tanımlanan hareketler, klasik sınıfsal söylemleri kültürel ve ekolojik adalet gibi alanlarla harmanlayarak yeniden sahneye çıkmıştır. İrlanda’daki 2025 cumhurbaşkanlığı seçimleri de bu dalganın hem yerel hem Avrupa düzeyindeki en anlamlı yansımalarından biri olarak değerlendirilebilir.
İrlanda, tarihsel olarak Katolik kimliğiyle muhafazakâr bir siyasi kültüre sahip olmasına rağmen 2000’li yılların sonlarından itibaren toplumsal dönüşüm sürecine girmiştir. Eşcinsel evliliklerin yasallaşması, kürtaj referandumu ve konut krizine karşı gelişen toplumsal hareketler, ülkenin politik gündemini köklü biçimde değiştirmiştir.[i] Bu dönüşümün yarattığı yeni siyasi iklim, geleneksel partiler olan Fianna Fáil ve Fine Gael’in hegemonyasını zayıflatırken, Sinn Féin ve bağımsız sol aktörlerin toplumda artan bir meşruiyet kazanmasına olanak sağlamıştır.[ii] 2025 yılında Catherine Connolly’nin cumhurbaşkanlığı seçiminde elde ettiği zafer, bu toplumsal yeniden yapılanmanın siyasal düzleme yansıması olarak okunabilir.
Connolly’nin seçim başarısının temelinde, merkez siyasetle arasına koyduğu mesafe ve halkçı bir üslup bulunmaktadır. Bağımsız bir aday olmasına rağmen, kampanyasında sistem karşıtı bir söylemi kurumsal sorumlulukla dengelemeyi başarmıştır. Ekonomik adalet, konut krizi, sağlık sistemi, sosyal refah ve iklim değişikliği gibi somut konulara odaklanması, seçmenlerin gündelik kaygılarına dokunmuş; özellikle genç seçmenlerde karşılık bulmuştur. Connolly’nin “İrlanda’nın vicdanı” olarak tanımlanan söylemi, siyasetin yalnızca teknik bir yönetim meselesi değil, ahlaki bir sorumluluk alanı olduğunu vurgulamıştır.[iii]
Bu noktada seçimin sembolik boyutu da dikkat çekicidir. Cumhurbaşkanlığı makamı İrlanda Anayasası gereği sınırlı yürütme yetkilerine sahiptir; ancak tarihsel olarak, bu makam ulusal kimliğin ve demokratik meşruiyetin temsil alanı olarak görülmüştür. Connolly’nin seçilmesi, bu bağlamda halkın siyasal sisteme duyduğu güvenin yeniden tanımlanması anlamına gelmektedir. Seçmen, parlamenter düzenin işleyişine yönelik memnuniyetsizliğini, temsil kabiliyeti yüksek ancak kurumsal sınırları net bir figüre yönelterek ifade etmiştir.
Connolly’nin dış politika söylemleri, seçimin yalnızca ulusal değil, aynı zamanda Avrupa çapında yankı uyandırmasının başlıca nedenidir. Özellikle Gazze’deki savaş bağlamında Filistin halkına yönelik güçlü dayanışma mesajları ve Avrupa Birliği’nin bu konudaki pasif tutumuna yönelttiği eleştiriler, Connolly’yi klasik İrlanda tarafsızlık anlayışını yeniden yorumlayan bir figür hâline getirmiştir.[iv] Bu durum, AB içindeki dış politika tartışmalarına da yeni bir perspektif kazandırabilir. İrlanda’nın Avrupa içinde “insan hakları eksenli tarafsızlık” yaklaşımını kurumsallaştırması, hem dış politikada değer temelli bir yönelimi güçlendirebilir hem de toplumsal vicdan siyasetine dayalı yeni bir normatif modelin önünü açabilir.
Seçim sonucunun Avrupa siyasetine etkisi, nicelikten çok nitelik düzeyinde hissedilecektir. Öncelikle, Connolly’nin zaferi Avrupa’daki sol hareketlere moral ve stratejik bir ivme kazandırmıştır. İspanya’da Podemos’un zayıfladığı, Almanya’da Sol Parti’nin (Die Linke) bölündüğü ve Fransa’da Mélenchon liderliğindeki sol ittifakın istikrarsız bir çizgide ilerlediği bir dönemde, İrlanda gibi küçük bir ülkenin sol bir lideri cumhurbaşkanlığı makamına taşımış olması, solun yeniden meşruiyet kazanabileceğini göstermektedir.[v] Ayrıca Connolly’nin “bağımsız sol” kimliği, partiler üstü bir sol tahayyülün mümkün olduğunu da kanıtlamıştır; bu, geleneksel partilerin yıprandığı Avrupa siyasetinde önemli bir yenilik olarak görülebilir.
Avrupa Birliği’nin mevcut yönetişim yapısı, ekonomik istikrar ve güvenlik ekseninde merkezileşmiş bir siyasal düzene dayanmaktadır. Connolly’nin seçilmesi, bu merkezileşmenin sınırlarını hatırlatan bir uyarı niteliğindedir. Halkların Avrupa’sı söylemi, AB içinde genellikle marjinal bir konumda tutulmuş olsa da İrlanda örneğinde yeniden anlam kazanmıştır. Sol-popülist çizgi, burada otoriter ya da sistem karşıtı değil, etik temelli bir kamusal dayanışma formu olarak şekillenmiştir.[vi] Bu, Avrupa’da sağ popülizmin yükselişine karşı geliştirilebilecek alternatif bir modelin de habercisi olabilir.
Diğer yandan Connolly’nin seçilmesi, İrlanda iç siyasetinde de önemli sonuçlar doğuracaktır. Cumhurbaşkanının anayasal yetkileri sınırlı olsa da kamuoyu oluşturma gücü oldukça yüksektir. Bu bağlamda Connolly, konut krizi, sosyal adalet ve çevre politikalarında hükümet üzerinde dolaylı baskı kurabilir. Bu durum, İrlanda’da daha katılımcı ve hesap verebilir bir yönetim kültürünün gelişmesine katkıda bulunabilir. Ayrıca bu yeni siyasal atmosfer, gelecekteki genel seçimlerde sol partilerin parlamentodaki temsil oranını artırma potansiyelini de güçlendirebilir.
Normatif açıdan bakıldığında Connolly’nin zaferi, Avrupa’da solun yeniden “etik siyaset” üzerinden meşruiyet kazanabileceğini gösteren bir deneyim sunmaktadır. Ekonomik krizler, güvenlik tehditleri ve göç gibi karmaşık sorunların ortasında seçmenin “erdemli temsil” arayışına yönelmesi, siyasal temsilin yalnızca çıkar temelli değil, değer temelli bir zeminde yeniden kurulabileceğine işaret etmektedir.[vii] Bu yönüyle Connolly, Avrupa solunun yeniden kimlik inşasında sembolik bir figür hâline gelmiştir.
Sonuç olarak 2025 İrlanda cumhurbaşkanlığı seçimi, Avrupa siyasetinde ideolojik kırılmaların ve temsil krizlerinin yaşandığı bir dönemde, solun yeniden sahneye dönüşünü simgeleyen bir dönüm noktasıdır. Catherine Connolly’nin zaferi, İrlanda’nın toplumsal dönüşüm sürecini yansıttığı kadar Avrupa demokrasilerinin geleceğine dair de önemli mesajlar içermektedir. Bu seçim, solun yalnızca ekonomik eşitsizliklere değil, aynı zamanda etik, kültürel ve çevresel adaletsizliklere karşı da bütüncül bir siyasal hat kurabileceğini göstermiştir. Bu yönüyle Connolly, Avrupa’da sol siyasetin yeniden tanımlanmasında bir istisna değil, belki de yeni bir dönemin habercisidir.
[i] “Ireland’s left-wing independent Connolly wins presidential election in landslide”, France 24, https://www.france24.com/en/europe/20251025-ireland-s-left-wing-independent-connolly-set-to-be-president-after-rival-concedes-election (Erişim Tarihi: 10.11.2025).
[ii] Rory Carroll, “Leftwinger Catherine Connolly wins Ireland presidential election by landslide”, The Guardian, https://www.theguardian.com/world/2025/oct/25/catherine-connolly-ireland-presidential-election-leftwing (Erişim Tarihi: 10.11.2025).
[iii] Aynı yer.
[iv] Karl Sexton, “Ireland: Left-wing Connolly wins presidential election”, DW, https://www.dw.com/en/ireland-left-wing-connolly-wins-presidential-election/a-74496453 (Erişim Tarihi: 10.11.2025).
[v] Auryn Cox, “Connolly declared president of Ireland after landslide win”, BBC, https://www.bbc.com/news/articles/c4gk2kml122o, (Erişim Tarihi: 10.11.2025).
[vi] Aynı yer.
[vii] Aynı yer.
