Analiz

NATO Sensör Stratejisinde Hukuk, Algoritma ve Caydırıcılık

Yüksek çözünürlüklü veri toplama kabiliyeti, veri mahremiyeti tartışmalarını yeniden alevlendirebilir.
Dual-use sensörlerin NATO içinde çok uluslu geliştirilmesi, güvenlik ve şeffaflık dengesinde yeni diplomatik normların oluşmasına zemin hazırlayabilir.
Trace-level tespit yeteneğine sahip portatif sistemler, NATO’nun hibrit tehditlere karşı yüksek hassasiyetli erken uyarı kapasitesini yaygınlaştırabilir.

Paylaş

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

Haziran 2025 tarihinde NATO Bilim ve Teknoloji Organizasyonu (STO) bünyesinde gerçekleştirilen İsveç merkezli saha gösterimi, CBRNe (Kimyasal, Biyolojik, Radyolojik, Nükleer ve Patlayıcı) tehditlerin algılanmasında yeni bir dönemin kapılarını aralamıştır.[i] İsveç Savunma Araştırma Ajansı’nın Grindsjön Tesisi’nde yürütülen bu beş günlük etkinlik, iz düzeyindeki (trace-level) patlayıcı ve farmasötik materyallerin tespiti için taşınabilir sensörlerin operasyonel sınamalarını içermiştir. NATO STO’nun iki farklı teknik paneli tarafından koordine edilen bu gösterim (SET-316 ve SET-HFM-324) sadece sensör performansını değerlendirmekle kalmamış; aynı zamanda askeri ve sivil kullanım ayrımının bulanıklaştığı hibrit tehdit ortamlarında kullanılabilecek yeni nesil algılama mimarilerinin uygulanabilirliğini test etmiştir.

Yüzey kontaminasyonunu tespit etmek üzere geliştirilen bu sensör sistemleri, hem ticari hem de prototip formatlarda test edilmiştir. Özellikle farmasötik kalıntılar gibi genellikle ‘zararsız’ addedilen, ancak hibrit tehditlerde kullanılma potansiyeli taşıyan maddelerin iz düzeyinde belirlenebilmesi, NATO’nun durumsal farkındalık kapasitesini (situational awareness) artırma hedefiyle doğrudan ilişkilidir. Bu bağlamda gösterim yalnızca teknik bir deneme değil; aynı zamanda askeri etik, angajman kuralları (ROE) ve ikili kullanım (dual-use) konularının da masaya yatırıldığı bir ön saha deneyidir. Bu teknolojik sıçrama, gelecekte sivil alanlarda konuşlandırılacak yapay zekâ destekli sensörlerin hukuki ve etik sınırlarını tartışmaya açan kritik bir kilometre taşı olarak değerlendirilmektedir.

Yapay zekâ tabanlı CBRNe sistemlerinin sınırlı otonomiyle çalışması mümkün görünmektedir. Bu durumda sistemlerin tehlikeli kimyasalları veya iz düzeyde patlayıcıları tespit ettiği durumlarda nihai karar alma yetkisi insanda kalırken, ön değerlendirme ve tehdit analizi aşamaları yapay zekâ tarafından yürütülebilecektir. Böyle bir model, NATO’nun ROE (Angajman Kuralları) ile tam uyum içinde çalışırken operasyonel hız ve etkinliği de artırabilir. Ancak bu yaklaşımın sahada uygulanabilirliği, sistemin güvenilirlik katsayısı ve hatalı pozitif üretme ihtimaline göre değişkenlik gösterebilir.

ROE kapsamında “algoritmik tepki” tanımlamalarının yapılması gündeme gelebilir. NATO içinde kullanılan angajman protokollerinin, yalnızca insan merkezli karar mekanizmalarını değil, yapay zekâ ile desteklenen ön alarm ve tepki çağrısı sistemlerini de kapsayacak şekilde genişletilmesi teknik ve hukuki bir zorunluluk hâline gelebilir. Özellikle CBRNe tehditleri gibi anlık müdahale gerektiren durumlarda, yapay zekânın tehdit seviyesini belirleyip bu veriyi operatöre sunması, yeni bir angajman modeli doğurabilir. Bu da NATO içi operasyonel prosedürlerin ve eğitim programlarının yeniden yapılandırılmasını gerektirebilir.

Uluslararası hukukta CBRNe sistemlerine özgü yeni protokollerin oluşturulması olasıdır. AI destekli sensörlerin, özellikle sivil bölgelerde kullanılması durumunda, hem Cenevre Sözleşmeleri hem de uluslararası insan hakları hukuku açısından yeni düzenlemelere ihtiyaç doğabilir. Bu bağlamda teknolojinin kendisi kadar onu kullanan aktörlerin sorumluluğu da tanımlanmalı ve ihlal durumlarında hukuki hesap verebilirlik mekanizmaları kurulmalıdır. Ayrıca NATO dışındaki aktörlerin benzer sistemleri kendi ROE’leri içinde kullanması durumunda doğabilecek asimetrik uygulamalar da uluslararası norm üretimini hızlandırabilir.

Etik denetim mekanizmalarının teknik mimariye entegre edilmesi teknik olarak mümkün görünmektedir. Yapay zekânın karar alma süreçlerinde tarafsız ve önyargısız çalışmasını sağlamak için sistemlerin izlenebilirlik, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerine göre tasarlanması gerekebilir. Bu amaçla “explainable AI” (açıklanabilir yapay zekâ) modellerinin kullanılması, alınan kararların hem askeri hem de hukuki denetime açık olmasını sağlayabilir. Böylece insan denetiminin olmadığı senaryolarda dahi kararların arkasındaki algoritmik mantık geriye dönük olarak incelenebilir.

Çift kullanımlı (dual-use) sensörlerin geliştirilmesi, NATO içinde ortak şeffaflık protokollerini zorunlu kılabilir. Yüzeyde sivil amaçlarla kullanılabilen bu sensörlerin aynı zamanda askeri istihbarat elde etmek için de uygun olması, özellikle ittifak dışı ülkelerin tehdit algısını artırabilir. Bu nedenle sensör teknolojilerinin sınıflandırılması, veri paylaşımı ve hedef alan sınırlandırmaları gibi konularda NATO içinde standart mutabakatların geliştirilmesi mümkün gözükmektedir. Özellikle sivil-asker ayrımının bulanıklaştığı hibrit savaş ortamlarında bu protokoller, hem güven inşası hem de kriz yönetimi açısından kritik rol oynayabilir.

Çok uluslu sensör projelerinde şeffaflık ve güvenlik arasında hassas bir denge kurulması gerekecektir. Sensörler üzerinde ortak mülkiyet, veri akışı şemaları ve algoritmik karar süreçlerine ilişkin şeffaflık talebi, müttefikler arası güveni artırabilir; ancak aynı zamanda operasyonel gizliliği zedeleyebilir. Bu ikilemin aşılması için sensörlerin sadece veri toplama değil, aynı zamanda bu veriyi hangi koşullarda kimlerle paylaşacağına dair diplomatik mutabakatların yapılması olasıdır. Örneğin SET-HFM-324 kapsamında geliştirilen teknolojiler, yalnızca NATO müttefiklerine açık platformlarda test edilerek bu hassas denge sağlanabilir.

Dual-use sensörlerin konuşlandırılması, ev sahibi ülke egemenliği açısından yeni müzakereleri zorunlu kılabilir. Sivil görünümlü olsa da bu sistemlerin stratejik veri toplayabilme kapasitesi, sensörlerin konuşlandırıldığı ülkeler için egemenlik hakkı ihlali şeklinde algılanabilir. Bu bağlamda NATO’nun gelecekte yapacağı konuşlandırmalarda sadece askeri değil; diplomatik ön mutabakatları da içeren “sensör yerleştirme anlaşmaları (sensor emplacement protocols)” oluşturması gündeme gelebilir. Özellikle AB’nin Dual-Use Regulation uygulamaları benzeri mekanizmaların NATO’ya da adapte edilmesi teknik ve hukuki olarak mümkün görünmektedir.

Yüksek çözünürlüklü veri toplama kabiliyeti, veri mahremiyeti tartışmalarını yeniden alevlendirebilir. Geliştirilen sensörlerin yalnızca kontaminasyon değil, insan hareketliliği, biyolojik veriler veya altyapı detaylarını da algılayabilecek düzeyde olması, kişisel verilerin korunması ve askeri/sivil ayrımın netleştirilmesi açısından yeni hukuki normlar doğurabilir. Bu bağlamda sensörlerin konuşlandırıldığı sahalarda “veri asgariyet ilkesi”nin (principle of data minimization) uygulanması gerekebilir. NATO içinde bu konuda teknik rehberlerin hazırlanması ve müttefik ülkelerin iç hukukuyla uyumlaştırılması muhtemeldir.

Sonuç olarak NATO STO tarafından İsveç’te gerçekleştirilen Haziran 2025 tarihli teknoloji gösterimi, CBRNe tehditlerinin algılanması ve yüzey kontaminasyonunun izlenmesi konularında çok katmanlı bir paradigma değişikliğine işaret etmektedir. Özellikle yapay zekâ destekli sensörlerin kullanımı ve bu sistemlerin angajman kurallarıyla entegrasyonu, yalnızca teknik yeterlilik değil; aynı zamanda normatif çerçeve açısından da tartışmaları beraberinde getirmiştir. NATO’nun bu alandaki ilerlemeleri, çok taraflı güvenlik işbirliğinin geleceği ve hibrit tehditlere karşı dayanıklılık kapasitesinin şekillenmesinde belirleyici rol oynayabilir. 


[i] “NATO STO researchers use sensors to detect trace levels of explosives and pharmaceutical materials”, NATO Science & Technology Organization, https://shorturl.at/UjcwT, (Erişim Tarihi: 02.08.2025).

Aybike VRESKALA
Aybike VRESKALA
Hacettepe Üniversitesi İngilizce-Fransızca Mütercim ve Tercümanlık (Çift Anadal) ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü (Özel Öğrenci)

Benzer İçerikler