Analiz

Nükleer Endüstride Yeni Hegemonya: Devlet-Dışı Aktörlerin Yükselen Gücü

Uluslararası nükleer rejimin yalnızca teknik değil, normatif bir kriz yaşaması olasıdır.
Ulus-üstü şirketlerin nükleer enerji alanındaki artan etkisi, devletlerin egemenlik alanlarını aşındıran yeni bir güç mimarisi inşa etmektedir.
Geleceğin nükleer düzeni, devletlerin değil, şirket çıkarları etrafında şekillenen post-egemenlikçi bir enerji jeopolitiği olabilir.

Paylaş

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

Uluslararası ilişkiler literatüründe, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren devletin mutlak egemenliği sorgulanmaya başlanmıştır. Realist kuram, devleti uluslararası sistemin temel aktörü olarak konumlandırsa da liberal ve neo-Marksist yaklaşımlar devlet dışı aktörlerin, özellikle ulus-üstü şirketlerin artan rolüne dikkat çekmiştir. Günümüzde bu eğilim, özellikle enerji güvenliği, iklim değişikliği ve yüksek teknoloji yatırımları gibi konular üzerinden daha görünür hale gelmiştir.[1] Nükleer enerji gibi yüksek düzeyli teknoloji ve sermaye gerektiren bir alan, geleneksel olarak devlet kontrolünde gelişmiştir. Ancak 21. yüzyılda bu tablo değişmeye başlamıştır. Başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD) merkezli olmak üzere birçok çok uluslu teknoloji şirketi (örneğin Microsoft, Meta, Google) nükleer enerjiye doğrudan yatırım yapmaya başlamış ve bu şirketler zamanla sadece ekonomik değil, jeostratejik aktörler haline gelmiştir.[2]

Nükleer enerji, 1950’li yıllarda ilk ticari reaktörlerin faaliyete geçmesiyle birlikte uluslararası enerji sistemine entegre olmaya başlamıştır. Günümüzde yaklaşık 440 reaktör, dünya elektriğinin yaklaşık %9’unu sağlamaktadır. Daha da önemlisi nükleer enerji, düşük karbonlu enerji üretiminin yaklaşık dörtte birini karşılayarak iklim değişikliğiyle mücadelede stratejik bir araç haline gelmiştir.[3]

Nükleer teknoloji, uranyum ve toryum gibi elementlerin atom çekirdeklerinin fisyonu sonucu ortaya çıkan enerjinin kontrol altına alınmasıyla elde edilmektedir. Bu teknoloji ilk olarak İkinci Dünya Savaşı yıllarında askeri amaçlarla geliştirilmiş; ancak 1950’lerden itibaren barışçıl kullanımı ön plana çıkmıştır. Uluslararası literatürde Joseph Nye’nin “karmaşık karşılıklı bağımlılık” yaklaşımı, nükleer enerjinin sadece enerji üretimi değil, diplomatik ve stratejik işbirliği açısından da nasıl bir araç haline geldiğini açıklamaktadır.

Bugün itibarıyla 31 ülkede faaliyet gösteren sivil nükleer santraller, toplamda yaklaşık 20.000 reaktör-yıllık işletme tecrübesi ile küresel enerji güvenliğinde temel bir unsur haline gelmiştir. Üstelik Avrupa başta olmak üzere pek çok ülke bölgesel şebekeler üzerinden nükleer kaynaklı elektrik tüketmektedir. Bu da nükleer enerjinin sınır-aşan etkileri olan bir güç kaynağı olduğunu göstermektedir.[4] Öte yandan nükleer enerji, yalnızca enerji üretimiyle sınırlı kalmamış; tıp, endüstri, tarım ve uzay araştırmaları gibi pek çok alanda da vazgeçilmez hale gelmiştir. Bu durum, nükleer teknolojilerin sürdürülebilir kalkınmanın merkezinde konumlandırıldığını göstermektedir. Matthew Bunn[5] ve Scott Sagan gibi nükleer güvenlik üzerine çalışan akademisyenler, bu teknolojilerin ciddi politik sorumluluklar da barındırdığını vurgulamışlardır.

Bu hususta Bunn’un vurguladığı gibi, nükleer enerji geleceği yalnızca teknik kapasite meselesi olmamakta; kurumsal sorumluluk, şeffaflık ve güvenlik sistemlerinin bütünleştiği bir alan haline dönüşmektedir. Bunn, özel sektörün sürece daha derin katılımının, nükleer materyallerin güvenliği açısından elzem olduğunu ileri sürmüş; nükleer tesislerin inşası ve yakıt döngüsü gibi alanlarda faaliyet gösteren ulus-üstü şirketlerin, uluslararası denetim rejimleriyle uyum içinde çalışmasının, sadece enerji arz güvenliği değil, küresel istikrar için de kritik olduğunu belirtmiştir.[6]

Ayrıca Sagan’ın (1996) “Devletler Neden Nükleer Silahlar Üretir?” başlıklı çalışması, stratejik motivasyonları üç kuramsal eksende açıklamaktadır. Bunlar; güvenlik, statü ve bürokratik süreçlerdir. Bu çerçeve, şirketsel nükleer yatırım stratejilerine de uyarlanabilir:[7]

  1. Güvenlik: Devletler nükleer güçle stratejik koruma sağlar. Benzer şekilde teknoloji firmaları, nükleer enerji anlaşmalarıyla enerji arz güvenliğini garanti eder. Örneğin Meta’nın Clinton santraliyle uzun dönem anlaşması, veri merkezlerinin kesintisiz çalışmasına yönelik stratejik bir savunma işlevi görmüştür.
  2. Statü: Sagan’a göre nükleer silah edinimi, toplumsal prestij sağlar. Bu paralelde büyük şirketler, nükleer enerjiye yatırım yaparak yüksek teknolojili ve sürdürülebilir liderlik imajı kazanmıştır. Amazon’un SMR yatırımı veya Google’ın modüler reaktör ortaklığı, bu kurumsal statü arayışının somut tezahürüdür.
  3. Bürokratik Süreçler: Devletlerin iç dinamiklerinde nükleer projeler bürokratik yapıların etkisini gösterir. Özel sektörün girişi, bu iç bürokrasiyi birinci elden etkilemiş; böylece devlet-özel ortaklığı yerleşik devlet kurumlarının yeniden yapılanmasına yol açmıştır.

Bu perspektifte ele alındığında, ulusal strateji ile şirket çıkarlarının kesiştiği bir alan yaratılmaktadır. Sagan’ın devlet merkezli bakışı, bugün teknoloji şirketlerinin de bu sisteme benzer motivasyonlarla entegre olduğunu göstermektedir. Öyle ki bu şirketler sadece enerji temin eden kurumlar değil, strateji, prestij ve bürokratik yönetişim modellerini şekillendiren küresel aktörler haline gelmişlerdir.

Günümüzde özellikle Meta, Amazon, Google ve Microsoft gibi teknoloji devleri, yapay zekâ ve veri merkezlerinin artan enerji taleplerini karşılamak amacıyla nükleer santrallere yatırım yapmaktadır. Meta, Haziran 2027 itibarıyla Constellation Energy’nin Illinois’teki Clinton Temiz Enerji Merkezi’nden 1,1 gigavatlık enerji tedarik etmeyi taahhüt etmiştir. Bu hususta tesisin yeniden lisanslanmasına katkı sunarak nükleer altyapının korunmasına da hizmet etmektedir.[8]

Bu gelişmeler, “enerji diplomasisi” kavramını yeniden tanımlamaktadır. Tannenwald’ın nükleer normlar yaklaşımı, nükleer teknolojilerin sadece savaş değil; barışçıl kalkınma ve uluslararası meşruiyet üretme aracı olarak da kullanılabileceğini savunmuştur. Günümüzde teknolojik devlerin nükleere olan yönelimi, sadece çevresel sürdürülebilirlik değil, jeopolitik pozisyonlanma açısından da stratejik bir tercih olarak değerlendirilmektedir.[9]

Washington da nükleer enerjinin geleceğini şekillendirme yönünde adımlar atmıştır. 2025 itibarıyla küçük modüler reaktörler (SMR) gibi yeni nesil teknolojilere öncelik tanıyan politikalarla birlikte mevcut nükleer kapasitenin 2050 yılına kadar 400 gigavata çıkarılması hedeflenmiştir. Bu hedefler, sadece enerji üretimini dönüştürmekle kalmamakta, aynı zamanda jeostratejik rekabetin doğasını da dönüştürmektedir. Nitekim nükleer teknolojinin ticarileşmesi ve özel sektörün Ar-Ge süreçlerine entegrasyonu, sadece enerji politikaları açısından değil, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (NPT) rejimi açısından da kırılganlıklar yaratmaktadır. Buradaki temel risk, devlet denetiminin azaldığı, regülasyonun şirket lobilerince belirlendiği bir enerji jeopolitiği sisteminin inşasıdır. Bu durumda uluslararası nükleer rejimin yalnızca teknik değil, normatif bir kriz yaşaması olasıdır.

Sonuç olarak ulus-üstü şirketlerin nükleer enerji alanındaki etkinliği, klasik devlet-merkezli uluslararası ilişkiler anlayışını aşındırmakta ve çok katmanlı bir güç dengesi inşa etmektedir. Bu bağlamda uluslararası sistemin geleceği yalnızca devletlerin rasyonel tercihlerine değil, şirketlerin ekonomik çıkarları doğrultusunda şekillendirdiği teknik ve siyasal ekosisteme de bağlı hale gelmektedir. Böylesi bir dönüşüm sadece enerji politikalarını etkilemeyecek; egemenlik, güvenlik ve uluslararası hukuk gibi temel kavramların yeniden tanımlanmasını zorunlu kılacaktır. Geleceğin enerji güvenliği, yalnızca devletlerin diplomatik becerilerine değil; şirketlerin şeffaflığına, sorumluluğuna ve kamu çıkarını önceleyen bir yönetişim modelinin inşasına bağlı olacaktır.


[1] “Meta signs 20-year nuclear power deal as tech giants continue AI-driven energy push”, New York Post, https://nypost.com/2025/06/03/business/meta-signs-20-year-nuclear-power-plant-deal-to-power-ai/, (Erişim Tarihi: 04.06.2025).

[2] “Amazon, Google, Meta Among Companies Backing Effort to Triple Nuclear Production”, Investopedia, https://www.investopedia.com/amazon-google-meta-among-companies-backing-effort-to-triple-nuclear-production-11695294, (Erişim Tarihi: 04.06.2025).

[3] “Nuclear Power in the World Today”, World Nuclear Association, https://world-nuclear.org/information-library/current-and-future-generation/nuclear-power-in-the-world-today, (Erişim Tarihi: 04.06.2025).

[4] Aynı yer.

[5] “Reducing nuclear dangers”, Science, https://www.science.org/doi/10.1126/science.adr0532, (Erişim Tarihi: 04.06.2025).

[6] Aynı yer.

[7] “Why Do States Build Nuclear Weapons?: Three Models in Search of a Bomb”, JSTOR, https://www.jstor.org/stable/2539273, (Erişim Tarihi: 04.06.2025).

[8] “Meta signs 20-year nuclear power deal as tech giants continue AI-driven energy push”, New York Post, https://nypost.com/2025/06/03/business/meta-signs-20-year-nuclear-power-plant-deal-to-power-ai/, (Erişim Tarihi: 04.06.2025).

[9] “International Norms, Nuclear Taboo, and the Risk of Use of Nuclear Weapons”, VCDNP, https://vcdnp.org/international-norms-nuclear-taboo-and-the-risk-of-use-of-nuclear-weapons, (Erişim Tarihi: 04.06.2025).

Zeynep Çağla ERİN
Zeynep Çağla ERİN
Zeynep Çağla Erin, 2020 yılında Yalova Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden “Feminist Perspective of Turkish Modernization” başlıklı bitirme teziyle ve 2020 yılında da İstanbul Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Sosyoloji bölümünden mezun olmuştur. 2023 yılında Yalova Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim dalında “Güney Kore’nin Dış Politika Kimliği: Küreselleşme, Milliyetçilik ve Kültürel Kamu Diplomasisi Üzerine Eleştirel Yaklaşımlar” başlıklı yüksek lisans tezini tamamlayarak mezun olmuştur. Şu an Kocaeli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim dalında doktora eğitimine devam etmektedir. ANKASAM Asya & Pasifik Uzmanı olan Erin’in başlıca ilgi alanları; Asya-Pasifik, Uluslararası İlişkiler’de Eleştirel Teoriler ve Kamu Diplomasisi’dir. Erin iyi derecede İngilizce ve başlangıç seviyesi Korece bilmektedir.

Benzer İçerikler