13 Haziran 2025 tarihinde İsrail’in “Yükselen Aslan” operasyonuyla İran’ın nükleer ve askeri tesislerine yönelik başlattığı hava saldırıları, Orta Doğu’da uzun süredir devam eden gerilimde yeni ve tehlikeli bir eşiği temsil etmektedir. Aynı gün içinde İran’ın yüzlerce füze ve insansız hava aracıyla gerçekleştirdiği karşı saldırı, bölgeyi topyekûn bir çatışma atmosferine sürüklemiştir. Avrupa Birliği (AB), Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Rusya ve Çin gibi küresel aktörler derhal itidal çağrısında bulunmuştur. Bu analiz, jeopolitik, diplomatik, ekonomik, askeri, medya ve uluslararası ilişkiler perspektiflerinden çok yönlü bir değerlendirme sunmayı amaçlamaktadır.
1. Jeopolitik Perspektif
İsrail, İran’ın nükleer programının “geri döndürülemez bir noktaya” ulaştığını öne sürerek 13 Haziran 2025 sabahı başlattığı “Yükselen Aslan” adlı hava operasyonuyla İran’ın nükleer altyapısını hedef almıştır. İsrail Hava Kuvvetleri’nin özellikle Natanz, Fordo ve Arak gibi uranyum zenginleştirme tesislerine, Devrim Muhafızları’na ait komuta merkezlerine ve füze rampalarına yoğunlaştığı bildirilmiştir. Saldırılar aynı zamanda Suriye’nin güneyinde yer alan ve İran destekli milislerin konuşlandığı üsleri, Irak’taki Haşdi Şabi kontrolündeki silah depolarını ve Lübnan sınırına yakın Hizbullah mevzilerini de hedef almıştır. İsrail Savunma Bakanlığı kaynaklarına göre bu hedefler, İran’ın nükleer kapasitesini destekleyen askeri ağın merkezi olarak tanımlanmıştır. İsrail’in stratejisi bu kapsamda sadece nükleer altyapıyı değil, bu altyapıyı koruyan ya da destekleyen bölgesel tehdit unsurlarını da etkisiz hale getirmeyi amaçlayan önleyici bir askeri operasyon niteliğindedir.[1] İsrail, sadece İran’ı değil; onun bölgede desteklediği Hizbullah, Haşdi Şabi ve Suriye rejimi gibi vekil aktörleri de hedef almaktadır. İran ise bu saldırıyı doğrudan bir savaş ilanı olarak nitelendirmiş ve derhal misilleme yapmıştır.
2. AB’nin Tutumu: Diplomatik Açmaz ve Stratejik Yetersizlik
İsrail’in 13 Haziran 2025 tarihinde İran’a yönelik başlattığı hava saldırılarının ardından AB, geleneksel refleksleri doğrultusunda hızla diplomatik açıklamalarda bulunmuştur. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Almanya Başbakanı Friedrich Merz ve Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer gibi liderler, taraflara azami itidal çağrısı yaparak geniş çaplı bir savaşın hem bölge hem de küresel istikrar açısından yıkıcı sonuçlar doğuracağı uyarısında bulunmuştur.[2]
AB’nin bu diplomatik hamleleri, “kriz yöneticiliği” perspektifinden değerlendirildiğinde, uluslararası meşruiyeti koruma çabası olarak okunabilir. Nitekim AB yetkilileri, İsrail’in “meşru müdafaa hakkını” tanımakla birlikte bu hakkın uluslararası hukuk çerçevesinde sınırlı ve orantılı kullanılması gerektiğini vurgulamaktadır. Ancak AB’nin hem eylemsizlik algısını hem de jeopolitik etkisizliğini besleyen yapısal zaafları, bu diplomatik açıklamaların sahadaki etkisini sınırlı kılmaktadır.
AB’nin bu tür krizlerde kolektif bir dış politika ve savunma stratejisi geliştiremeyişi, bir kez daha yapısal sorunları gündeme taşımıştır. Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası’nın (OGSP) uygulamada etkisiz kalması, AB’nin bölgesel ve küresel güvenlik mimarisine katkı sunma kapasitesini sorgulatmaktadır. Özellikle Almanya, Fransa ve İtalya gibi başat üyeler arasında güvenlik tehditlerinin algılanması ve müdahale yöntemleri bakımından ciddi uyumsuzluklar bulunmakta; bu da AB’nin ortak refleks geliştirmesini zorlaştırmaktadır.
AB’nin güvenlik politikalarında Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne (NATO) olan yapısal bağımlılığı, stratejik özerklik iddialarını zayıflatmaktadır. Rusya-Ukrayna Savaşı’ndan bu yana gündeme gelen “Avrupa Stratejik Pusulası” gibi girişimlere rağmen AB, henüz kendi kriz yanıt kapasitesini geliştirmiş değildir. İsrail-İran Savaşı’nda da bu eksiklik net şekilde gözlemlenmektedir: Brüksel’in diplomatik söylemleri güçlü olsa da askeri ya da ekonomik baskı unsurları üretme kapasitesi sınırlıdır.
İç politik dinamikler de AB’nin tutumunu şekillendiren önemli bir faktördür. Almanya’da özellikle muhafazakâr çevrelerin İsrail yanlısı söylemleri güç kazanmış; bu da Berlin’in dengeleyici bir pozisyon almasını zorlaştırmıştır. Fransa ise geleneksel olarak İran’la sürdürülebilir diplomatik ilişkileri koruma eğiliminde olsa da bu savaşta ilk etapta daha çok “dengeleyici arabulucu” pozisyonu yerine Batı kampına yakın bir tutum sergilemiştir. Bu da AB içinde ortak bir pozisyonun inşasını daha karmaşık hale getirmiştir.
Son olarak AB’nin enerji bağımlılığı ve ekonomik çıkarları da bu kriz bağlamında belirleyici olmuştur. İran’a yönelik olası yeni yaptırımların enerji arz zincirini etkileme potansiyeli, özellikle İtalya, Yunanistan ve İspanya gibi Akdeniz ülkelerinde endişeyle karşılanmaktadır. Bu durum, AB’nin kriz karşısında “değer temelli dış politika” ile “çıkar temelli reelpolitik” arasında sıkışıp kaldığını göstermektedir.
Hürmüz Boğazı’nın jeostratejik konumu, bu çatışmada bir kez daha öne çıkmıştır. İran’ın, boğazdan geçen petrol tankerlerini hedef alabileceğine dair açıklamaları, küresel enerji piyasalarında panik havası oluşturmuştur. Brent petrolü 130 doları aşarken; doğalgaz, altın ve hatta gıda emtialarında fiyatlar hızla yükselmiştir. Avrupa, enerji ithalatının büyük bölümünü bu güzergâhtan sağladığı için alternatif tedarik hatları arayışına girmiştir. Norveç gazı ve Cezayir hattı gibi kaynaklara yönelme eğilimi artmıştır.
İsrail’in olası kara operasyonları, bölgedeki boru hatları, deniz ticareti ve lojistik rotaları üzerinde de tehdit oluşturmaktadır. İran’a yönelik yeni yaptırımların gündeme gelmesi halinde Çin ve Hindistan gibi aktörlerle enerji ve ticaret ilişkileri de yeniden şekillenebilir. Bu durum, küresel ekonomik dengeleri etkileyebilecek boyuttadır.
3. Diplomatik Gelişmeler ve Birleşmiş Milletler’in Rolü:
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, olayların hemen ardından acil toplantı çağrısı yapmış ve taraflara “maksimum itidal” çağrısında bulunmuştur. İsrail’in hava saldırıları sonrasında ABD’nin doğrudan müdahil olmaması, dikkat çekici bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. Ayrıca diplomatik çabaların koordinasyonunda AB-ABD ayrışması da gözlemlenmektedir. ABD, daha sert güvenlik önlemleri önerirken; AB daha yumuşak, diyalog temelli bir yaklaşımı savunmaktadır. Bu durum, Batı Bloğu’nun ortak dış politika geliştirme konusundaki zayıflığını da ortaya koymaktadır.
Çatışmanın medya üzerindeki yansıması, klasik bilgi savaşı örneklerinden biri olarak değerlendirilebilir. Batı medyası, İsrail’in saldırısını “önleyici savunma” çerçevesinde aktarırken; İran’ın kamu yayın organları bu eylemi “devrimi hedef alan emperyalist bir saldırı” olarak sunmaktadır. Bu zıt anlatımlar, kamuoyunun algısını yönlendirme konusunda ciddi bir etki yaratmaktadır.
Sosyal medya platformlarında ise dezenformasyon, sahte görüntüler ve yanlış bilgiler hızla yayılmaktadır. Özellikle Telegram, X ve TikTok gibi mecralarda yürütülen kampanyalar, krizin uluslararası boyutunu daha da karmaşık hale getirmektedir. Bu ortamda medya okuryazarlığı ve dijital güvenlik önlemlerinin önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır.
İsrail ve İran arasında yaşanan bu askeri tırmanma, yalnızca iki ülkenin değil; tüm dünyanın güvenlik, enerji ve diplomatik istikrarını tehdit eden çok katmanlı bir krizdir. AB’nin arabuluculuk arzusu yüksek olsa da sahadaki caydırıcılık eksikliği, bu arzunun etkisini sınırlamaktadır. Uluslararası toplumun bu krize ortak ve etkili bir yanıt üretmesi, yalnızca diplomatik söylemlerle değil, aynı zamanda enerji, güvenlik ve medya stratejilerini kapsayan entegre bir politika setiyle mümkün olabilir. Özellikle nükleer müzakerelerin yeniden yapılandırılması ve BM çatısı altında yeni bir bölgesel güvenlik mekanizması oluşturulması, kalıcı barış için elzemdir.
[1] “Tehran fires ballistic missiles at Tel Aviv-as it happened”, The Times, https://www.thetimes.com/world/middle-east/israel-iran/article/israel-attacks-iran-latest-news-nuclear-site-qltfw980m, (Erişim Tarihi: 14.06.2025)
[2] “‘Deeply alarming’: World leaders urge restraint as Israel pummels Iran”, Politico, https://www.politico.eu/article/world-leaders-restraint-unprecedented-israel-iran-strikes-keir-starmer-benjamin-netanyahu-antonio-guterres-donald-trump/, (Erişim Tarihi: 14.06.2025).