Latin Amerika siyasetinde diplomatik kopuşlar nadiren ani kararlarla gerçekleşmiştir; genellikle uzun süredir biriken güvensizliklerin, karşılıklı müdahale suçlamalarının ve ideolojik ayrışmaların sonucudur. Peru’nun, eski Başbakan Betssy Chavez’e siyasi sığınma hakkı tanıdığı gerekçesiyle Meksika’yla diplomatik ilişkilerini kesme kararı da bu bağlamda değerlendirilebilir. Bu gelişme, yalnızca iki ülke arasındaki ilişkilerin bozulduğunu değil, aynı zamanda Latin Amerika’da giderek derinleşen politik kutuplaşmanın da bir yansıması olmuştur.
Krizin kökenleri, Pedro Castillo’nun 2021 yılında Peru’da iktidara gelmesiyle başlamıştır. Castillo, kırsal kesimden gelen, sendika liderliği yapmış bir öğretmen olarak “Peru’nun ilk fakir başkanı” şeklinde anılmıştır.[i] Seçim zaferi, uzun süredir elitlerin kontrolünde görülen Peru siyasetinde bir dönüm noktası olarak yorumlanmıştır. Ancak Castillo’nun tecrübesizliği, sürekli kabine değişiklikleri ve yolsuzluk iddiaları yönetimini istikrarsızlaştırmıştır.
Aralık 2022 tarihinde Castillo’nun kongreyi feshetmeye kalkışması ve “olağanüstü hükümet” ilan etmesi, Anayasa Mahkemesi tarafından darbe girişimi olarak değerlendirilmiştir. Askeri destek bulamayan Castillo birkaç saat içinde tutuklanmıştır. Bu olay, ülke içinde anayasal düzenin korunması olarak sunulsa da Meksika gibi sol eğilimli yönetimler tarafından “demokratik bir liderin hukuksuz biçimde görevden alınması” şeklinde yorumlanmıştır.
Castillo’nun eşi ve çocuklarına 2022 yılında Meksika tarafından sığınma verilmesi, iki ülke arasında ilk büyük diplomatik kırılmaya yol açmıştır. Peru hükümeti bu adımı “iç işlerine karışma” olarak nitelendirmiş ve Meksika Büyükelçisini sınır dışı etmiştir. Bu olaydan sonra diplomatik ilişkiler sürekli bir gerginlik ekseninde sürmüştür.
2025 yılında patlak veren son kriz, Castillo’nun eski başbakanı Betssy Chavez’e Meksika’nın sığınma hakkı tanımasıyla yeniden alevlenmiştir. Chavez, Castillo’nun darbe girişimine destek verdiği iddiasıyla 2023 yılında tutuklanmış, ancak daha sonra kefaletle serbest bırakılmıştır. Hakkında 25 yıla kadar hapis cezası istenen Chavez’in Meksika Büyükelçiliği’ne sığınması Peru hükümetince egemenliğe açık bir müdahale olarak görülmüştür.
Peru Dışişleri Bakanı Hugo de Zela, bu durumu “dostane olmayan bir eylem” olarak tanımlamış ve Meksika’yla diplomatik ilişkilerin kesildiğini açıklamıştır. Meksika ise bu kararı “aşırı ve orantısız” bulmuş, sığınma hakkının uluslararası hukukta tanınan insani bir mekanizma olduğunu savunmuştur. Böylece iki ülke arasında bir kez daha diplomatik uçurum oluşmuştur.
Bu gelişme, Latin Amerika’da ideolojik olarak bölünmüş iki yaklaşımı yeniden görünür kılmıştır: Peru, son yıllarda merkez-sağ eğilimli yönetimlerle uyumlu bir çizgiye yönelmişken, Meksika hâlâ Latin Amerika solunun dayanışmacı reflekslerini sürdürmektedir. Dolayısıyla Chavez meselesi, yalnızca bir bireyin sığınma talebi değil, iki farklı devlet anlayışının çatışması olarak da okunmuştur.
Meksika’nın Latin Amerika’da siyasi sığınma geleneği köklü bir geçmişe sahip olmuştur. Soğuk Savaş döneminden itibaren Meksika, İspanya İç Savaşı mültecilerinden Şilili Salvador Allende’nin destekçilerine kadar pek çok kişiye sığınma sağlamıştır. Bu nedenle Betssy Chavez’e verilen sığınma, Meksika’nın tarihsel dış politika çizgisiyle uyumlu olmuştur.
Ancak Peru açısından durum farklı yorumlanmıştır. Peru, Chavez’in yargı süreci devam ederken elçilik binasında korunmasını “adaletin engellenmesi” olarak değerlendirmiştir. Bu durum, uluslararası ilişkilerde sıkça görülen “insani müdahale” ile “egemenlik hakkı” arasındaki klasik gerilimin yeni bir örneği olmuştur.
Peru yönetimi, Meksika’nın son yıllarda yalnızca diplomatik değil, söylemsel düzeyde de Peru’nun iç siyasetine müdahil olduğunu ileri sürmüştür. Nitekim eski Meksika Devlet Başkanı Andres Manuel Lopez Obrador’un Castillo’ya yönelik destek açıklamaları Lima yönetiminde tepki yaratmıştır.[ii] Peru’nun bu bağlamda attığı “ilişkileri kesme” adımı, yalnızca bir misilleme değil, aynı zamanda Latin Amerika’daki ideolojik kamplaşmanın bir dışavurumu olmuştur.
Peru–Meksika krizinin bölgesel düzeyde de sonuçları olmuştur. Latin Amerika’da son yıllarda sol ve sağ hükümetler arasındaki dengeler sürekli değişmiştir. Brezilya’da Lula da Silva’nın yeniden iktidara gelişi, Kolombiya’da Gustavo Petro’nun ilerici politikaları ve Şili’de Gabriel Boric’in genç sol vizyonu, kıtanın “ikinci sol dalgası” olarak yorumlanmıştır. Buna karşın Peru gibi ülkelerde bu akıma karşı tepki güçlenmiştir.
Meksika, Castillo ve Chavez gibi sol eğilimli liderlere sahip çıkan tavrıyla “Latin Amerika dayanışması”nı savunduğunu öne sürmüştür. Oysa Peru, bu durumu kendi iç istikrarına yönelik tehdit olarak değerlendirmiştir. Dolayısıyla bu diplomatik kopuş, yalnızca iki ülke arasındaki ilişkiyi değil, kıtanın siyasi eksenini de yeniden şekillendiren bir gelişme olmuştur.
Ayrıca, Meksika’nın bu süreçteki tavrı, Amerika Birleşik Devletleri’yle (ABD) olan karmaşık ilişkileri bağlamında da dikkat çekmiştir. Washington yönetimi, Peru’da anayasal düzenin korunmasını desteklemiş, dolayısıyla Meksika’nın sığınma kararına mesafeli yaklaşmıştır. Bu da Latin Amerika’daki ABD etkisinin hâlen belirleyici olduğunu göstermiştir
Peru’nun Meksika’yla ilişkilerini kesmesi, kısa vadede iki ülke vatandaşlarının diplomatik hizmetlere erişimini zorlaştırmıştır. Ticari ilişkilerde de bir duraksama yaşanması muhtemel olmuştur. Ancak uzun vadede bu kararın sürdürülebilir olup olmayacağı tartışmalıdır.
Latin Amerika’da diplomatik kopuşlar genellikle geçici olmuştur. 2019 yılında Bolivya’da Evo Morales’in devrilmesi sonrası Meksika’yla yaşanan benzer kriz, birkaç yıl içinde normalleşmiştir. Dolayısıyla Peru-Meksika hattında da özellikle bölgesel forumlar aracılığıyla yeniden diyalog zemini oluşması beklenmektedir.
Ancak krizin derinliği, yalnızca diplomatik değil, sembolik bir boyut da taşımaktadır. Peru’nun “demokrasiye müdahale” vurgusu, Meksika’nın ise “siyasi zulme karşı dayanışma” söylemi, iki ülkenin uluslararası arenada birbirine tamamen zıt meşruiyet anlatıları geliştirmesine yol açmıştır. Bu durum, gelecekteki diyalog girişimlerini de zorlaştırmıştır
Peru’nun Meksika’yla diplomatik ilişkilerini kesme kararı, Latin Amerika’da egemenlik, demokrasi ve ideolojik dayanışma kavramlarının yeniden tartışılmasına neden olmuştur. Bu olay, bölgedeki sol ve sağ yönetimler arasındaki kırılgan dengeleri bir kez daha gün yüzüne çıkarmıştır.
Meksika, sığınma politikasını “insani bir sorumluluk” olarak tanımlamıştır. Buna karşın Peru, kendi yargı süreçlerine saygı duyulması gerektiğini savunmuştur. Böylece iki ülke, uluslararası hukukun farklı yorumları üzerinden çatışır hale gelmiştir.
Uzun vadede, bu krizin çözümü bölgesel diyalog mekanizmalarının güçlendirilmesine bağlı olacaktır. Ancak kısa vadede, her iki ülkenin de kamuoyunda milliyetçi söylemlerin yükselmesi nedeniyle geri adım atması zor görünmektedir. Yine de Latin Amerika tarihinde benzer örnekler göz önüne alındığında, diplomatik ilişkilerin yeniden tesis edilmesi ihtimalinin göz ardı edilmemesi yerinde olacaktır.
Peru-Meksika hattındaki bu son kopuş, Latin Amerika’nın hâlen ideolojik kutuplar arasında gidip gelen bir kıta olduğunu göstermiştir. İltica hakkı ile egemenlik arasındaki hassas çizgi bir kez daha tartışmaya açılmıştır. Sonuç olarak her iki ülke de kendi tarihsel deneyimlerinden kaynaklanan politik reflekslerle hareket etmiş ve kriz, bölgesel siyasetin yeni bir dönüm noktasına dönüşmüştür.
[i] Tian, Yang. “Peru Cuts Diplomatic Ties with Mexico over Ex-PM’s Asylum Claim”, BBC News, https://www.bbc.com/news/articles/czdrg9zqnljo, (Erişim Tarihi: 09.11.2025).
[ii] Aynı yer.
