Küresel ve bölgesel düzeyde yaşanan jeopolitik kırılmalar, devletlerarası ittifak yapılarını sadece geleneksel güvenlik anlayışlarıyla değil, aynı zamanda tarihsel bağlar, kimlik temelli politikalar ve çok boyutlu stratejik vizyonlarla yeniden şekillendirmektedir. Özellikle Güney Kafkasya ve Orta Doğu arasındaki stratejik geçiş kuşağında yer alan Türk devletleri, son yıllarda artan krizler ve vekâlet savaşları karşısında kolektif bir caydırıcılık zemini oluşturma arayışına girmiştir. Bu bağlamda 2021 yılında imzalanan Şuşa Beyannâmesi, yalnızca Azerbaycan ile Türkiye arasında tarihsel kardeşliğe dayalı bir müttefiklik belgesi olmanın ötesine geçerek Türk Dünyası’nın siyasî, askerî ve ekonomik dayanışmasının kurumsal temelini atan bir stratejik paradigma hâline gelmiştir.
2020 yılında gerçekleşen 44 günlük Karabağ Savaşı sonrasında Azerbaycan’ın elde ettiği askerî zafer, yalnızca işgal altındaki toprakların kurtarılmasıyla sınırlı kalmamış; aynı zamanda Güney Kafkasya’daki güç dengelerini kökten değiştiren bir sürecin başlangıcını teşkil etmiştir. Bu dönüşümün diplomatik ve stratejik temel taşı ise 15 Haziran 2021 tarihinde Azerbaycan’ın kültürel başkentlerinden biri olan Şuşa’da, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından imzalanan “Şuşa Beyannâmesi” olmuştur.[1] Söz konusu metin, tarihî kardeşliği kurumsal müttefikliğe taşıyarak iki devletin yalnızca siyasal değil; askerî, ekonomik, kültürel ve savunma sanayi alanlarında da derinleşen bir birliktelik tesis etmesini sağlamıştır.
Bu beyannâmeyle birlikte Karabağ’ın yeniden imarı, ulaştırma koridorlarının açılması ve enerji işbirliklerinin hayata geçirilmesi, artık iki ülke arasındaki ilişkilerin stratejik ortaklıktan tam teşekküllü bir askerî müttefikliğe evrildiğini teyit etmiştir. Zengezur Koridoru’nun “stratejik merkez” olarak tanımlandığı beyannâmede, Nahçıvan ile Azerbaycan arasındaki fizikî bütünlüğün tesisi kadar Türk Dünyası’nın batıdan doğuya uzanan ulaşım omurgasının kurulması hedeflenmiştir. Bu çerçevede Beyannâme, yalnızca Azerbaycan-Türkiye ilişkilerini düzenleyen bir belge değil; aynı zamanda Türk Dünyası’nın geleceğine dair siyasî, ekonomik ve askerî vizyonu temsil eden bir stratejik yol haritası olarak işlev kazanmıştır.[2]
Şuşa Beyannâmesi’nin uluslararası sistemdeki karşılığı, yalnızca Karabağ sonrası statükonun yeniden tesisiyle sınırlı kalmamış; aynı zamanda 2023 yılında Karabağ’ın tamamında Azerbaycan egemenliğinin sağlanması sürecinde de belirleyici olmuştur. Bu süreçte Türkiye’nin gösterdiği açık destek ve tarafların ortak hareket kabiliyeti, bölge dışı aktörlerin pasif tutumuna karşı bölgesel bir caydırıcılık üretmiş ve Azerbaycan’ın artan diplomatik özgüvenini pekiştirmiştir. Bu yönüyle Şuşa, yalnızca zaferin değil; kurumsal stratejik ortaklığın, güvenlik temelli dayanışmanın ve çok boyutlu işbirliğinin sembolü hâline gelmiştir.
15 Haziran 2025 tarihinde Şuşa’da düzenlenen “Yeni Dünya Düzeni: Jeopolitik Yönelimler ve Küresel Meydan Okumalar” başlıklı uluslararası konferansta yer alan katılımcılar, Beyannâme’nin klasik bir savunma anlaşmasından öte; bölgesel ve küresel krizlere karşı Türk Dünyası’nın kurumsal refleks kabiliyeti kazandığı bir yapı olduğunu belirtmişlerdir. Cumhurbaşkanı Aliyev’in mesajında, Şuşa’nın sadece tarihsel değil; aynı zamanda gelecek odaklı stratejik bir merkez olduğu vurgulanmıştır.[3]
Şuşa Beyannâmesi’nin öneminin yeniden gündeme geldiği bir diğer olay ise İran-İsrail hattında yaşanan gerilimdir. 14 Haziran 2025 tarihinde İsrail’in başlattığı hava saldırıları kapsamında Tebriz’in hedef alınması, yalnızca İran’ın kuzeyindeki askerî altyapıya yönelik bir hamle değil; aynı zamanda Türk Dünyası açısından hassas bir sosyopolitik coğrafyaya yapılan doğrudan müdahale niteliği taşımıştır. Azerbaycan’ın “Bütöv (Bütün) Azerbaycan” algısı ve inancı çerçevesinde tarihî ve kültürel bağlara sahip olduğu “Güney Azerbaycan” olarak adlandırılan İran’ın resmî kuzey bölgesinin de merkezi olan Tebriz, bu saldırılarda en çok zarar gören stratejik noktalardan biri olmuştur. Uydu görüntüleri, dağlık arazilere gizlenmiş Şahab Füzeleri için inşa edilmiş mobil rampaların ve siloların ağır hasar aldığını belgelemektedir.[4]
Aynı gün içinde İran, İsrail’e ait bir F-35 savaş uçağının Tebriz semalarında düşürüldüğünü iddia etmiş; böylece doğrudan hava çatışması düzeyine varan bir savaş ortamında, Tebriz tekrar ön cepheye dönüşmüştür.[5] Yerel raporlar, Tebriz Uluslararası Havalimanı ve Şehid Fakuri Askerî Üssü çevresindeki patlamaların yalnızca hava savunma sistemlerine değil, aynı zamanda lojistik ve ulaştırma hatlarına da zarar verdiğini ortaya koymuştur.[6] Bu saldırılar, İran’ın kuzey kolunu felce uğratma çabasının ötesinde bölgedeki yoğun Türk nüfusunun güvenliğini sarsıcı bir etki doğurmuştur. Bu durum, Azerbaycan için sınır güvenliğinin ötesinde, sınır ötesindeki soydaşlarının güvenliğine yönelik duyarlılığı daha da arttıracağı düşünülmektedir.
Tebriz’in İran Ordusu açısından kritik bir askerî üs olması, bu saldırıların yalnızca taktiksel değil, aynı zamanda stratejik ve sosyodemografik anlamlar taşıdığını ortaya koymaktadır. 31. Aşura Mekanize Tümeni’nin ve TAB 2 Hava Üssü’nün bulunduğu bu şehir, İran Hava Kuvvetleri’nin İHA ve füze sistemlerinin sevkiyatında başat rol oynamaktadır. Bu nedenle İsrail’in Tebriz’i hedef alması; sadece İran’ın askerî kapasitesine değil, Türk kimliğiyle özdeşleşmiş bir coğrafyaya yönelmiş stratejik bir “nabız yoklaması” anlamı da taşımaktadır. Gerçekçi bir analizle değerlendirildiğinde bu tür saldırılar, doğrudan hedefin ötesinde, hedefin çevresindeki tarihî ve kimliksel bağlara sahip aktörlerin tepkilerini ölçmeye yönelik örtülü mesajlar da içermektedir.
Şuşa Beyannâmesi’nin taşıdığı stratejik savunma refleksi, özellikle bölgesel krizlerin tırmandığı dönemlerde daha görünür ve işlevsel hâle gelmiştir. Türkiye ve Azerbaycan’ın müttefiklik temelinde geliştirdiği ortak askerî tatbikatlar, savunma sanayii işbirlikleri ve diplomatik eşgüdüm mekanizmaları, yalnızca Karabağ özelinde değil; Güney Kafkasya, Orta Doğu ve Orta Asya üçgeninde giderek genişleyen bir caydırıcı yapı inşa etmektedir. Türkiye’nin Bayraktar TB2, Akıncı ve Anka gibi insansız hava araçlarıyla (İHA) sahada sağladığı üstünlük, Karabağ Savaşı’nda net şekilde ortaya çıkmış ve bu teknolojik kabiliyet Azerbaycan’la birlikte yürütülen üretim ve eğitim projeleriyle bölgesel bir etki gücüne dönüşmüştür.
2025 yılında Tebriz’in hedef alınmasıyla derinleşen İran-İsrail geriliminde bu caydırıcılığın önemi bir kez daha anlaşılmış, Türk savunma kapasitesi yalnızca sembolik değil, operasyonel bir varlık göstermeye başlamıştır. Bu perspektiften bakıldığında, İran’ın Zengezur Koridoru’na yönelik sert çıkışları ve bu hattı bir “jeopolitik kuşatma planı” olarak nitelendirmesi, aslında Şuşa Beyannâmesi’nin sahip olduğu bölgesel entegrasyon potansiyelinden duyulan rahatsızlığın açık bir ifadesidir. Tahran yönetiminin Ermenistan’la enerji ve altyapı alanlarında işbirliğini hızlandırması, diplomatik baskılarını artırması ve doğrudan Türkiye-Azerbaycan eksenini hedef alması, bu stratejik yapının güçlenmesini engellemeye yönelik tepkisel bir blokaj stratejisi olarak okunabilir.[7]
Budapeşte’de 2025 yılında düzenlenen Türk Devletleri Teşkilâtı (TDT) zirvesi sonrasında, bahsi geçen beyannâmenin önemi bir kez daha vurgulanmış, Türk devletlerin askerî stratejik birliğinin pekiştirmesi yolunda kritik adım olarak görülmüştür. Fakat zirve sonrası Özbekistan’ın Şuşa Beyannâmesi’ne katıldığı yönündeki haberlerin sosyal medyada yayılması, bilgi dezenformasyonu riskini gözler önüne sermiştir. Basında yer alan bu iddialar, Özbekistan Dışişleri Bakanlığı tarafından resmî olarak yalanlanmış ve ülkenin bu beyannâmeye taraf olmadığı net biçimde açıklanmıştır.[8] Özbekistan’ın rasyonel politikalar çerçevesinde temkinli yaklaşması, dış politikadaki çok kutuplu anlayışla birlikte tutumu anlaşılabilirken; Orta Asya ve Türk Dünyası’nın stratejik birliği açısından Özbekistan ve Kazakistan gibi Türk devletlerinin Şuşa Beyannâmesi ve benzerinde Türkiye-Azerbaycan stratejik işbirliği zincirine katılması, oldukça önem arz etmektedir.
İsrail basınında yer alan haberler de Türkiye’nin bölgedeki etkinliğini doğrudan hedef alan bir söylem yapısının oluştuğuna işaret etmektedir. Eski İsrail millî futbolcusu ve medya figürü Eyal Berkovic’in “Hamas’ı ve İran’ı yendik, final Türkiye ile” şeklindeki çıkışı,[9] İsrail kamuoyunda Türkiye’nin yalnızca diplomatik değil, stratejik bir tehdit olarak algılandığının göstergesi olmuştur.
Şuşa Beyannâmesi, Türkiye ve Azerbaycan arasında kurumsal ittifak mimarisini tesis ederek yalnızca Güney Kafkasya’da değil, Orta Asya ve Orta Doğu ekseninde de yeni bir güvenlik ve işbirliği paradigmasının temelini atmıştır. Özellikle 2025 yılında Tebriz’in hedef alınmasıyla birlikte Türk kimliği taşıyan coğrafyaların savaş alanına dönüşmesi, Beyannâme’nin yalnızca Karabağ özelinde değil, olası bir ihtimalde daha geniş bir coğrafyada caydırıcı ve dengeleyici bir rol üstlenmesi gerektiğini ortaya koymuştur. Bu bağlamda Şuşa Beyannâmesi’nin TDT’nin askerî-siyasî altyapısını kurumsallaştıracak şekilde genişletilmesi, mevcut kriz ortamında barış ve güvenliğin sağlanması kadar, bölgede gelişebilecek vekâlet savaşlarına karşı çok taraflı bir savunma kapasitesi inşasını da mümkün kılacaktır. Ayrıca bu yapı bölgesel çatışmalarda yalnızca diplomatik değil, gerektiğinde ortak operasyonel kabiliyete sahip bir kriz müdahale mekanizmasına dönüşebilir. Böylelikle Beyannâme, sadece bir ikili güvenlik anlaşması değil, Türk Dünyası’nın kolektif savunma refleksini temsil eden bir çerçeve niteliği kazanır.
Özbekistan gibi Orta Asya’nın güçlü ve stratejik devletlerinin Şuşa Beyannâmesi benzeri oluşumlara katılımı, yalnızca sayısal genişleme değil; aynı zamanda Türk Dünyası’nın doğudan batıya uzanan hat üzerinde bütünleşmiş jeopolitik bir cephe oluşturması anlamına gelecektir. Gerçekçi bir perspektiften bakıldığında, Özbekistan’ın resmî katılımı hâlinde, Kazakistan ve Kırgızistan gibi devletlerin de Türk savunma stratejilerine daha aktif angaje olması beklenebilir. Bu durum, Rusya-Çin eksenindeki dengeleri doğrudan etkileyeceği gibi, İran’ın kuzey sınırlarında yeni bir güvenlik koridoru algısı oluşturacaktır. Bu tür çok taraflı bir müttefiklik, enerji güvenliği, ulaştırma ağları ve dijital altyapı gibi alanlarda ortak stratejilerin geliştirilmesine imkân tanıyacak; yalnızca askerî değil, ekonomi-politik dayanışmayı da kurumsallaştıracaktır. Ancak bu olasılığın başarısı, sadece dış tehditlere karşı bir refleks geliştirmekten değil, aynı zamanda Türk devletleri arasında uzun vadeli güven, eşgüdüm ve karar alma mekanizmalarının kurumsal biçimde inşa edilmesinden geçecektir. Aksi hâlde genişleyen ittifak potansiyeli kısa vadeli jestler düzeyinde kalabilir ve bölgesel krizler karşısında etkisiz kalabilir.
Sonuç olarak Şuşa Beyannâmesi, yalnızca Azerbaycan ile Türkiye arasında imzalanan bir ittifak metni olmanın ötesinde Türk Dünyası’nın tarih, kimlik ve ortak çıkarlara dayalı stratejik bütünleşme vizyonunun temel belgesi hâline gelmiştir. Karabağ Zaferi sonrasında bölgesel güvenlik mimarisini yeniden şekillendiren bu çerçeve, 2025 yılında Tebriz ve diğer Türk bölgeleri merkezli krizle birlikte, sadece Karabağ özelinde değil, daha geniş bir coğrafyada da caydırıcılık ve dayanışma açısından ne denli kritik olduğunu ortaya koyacaktır. Bu bağlamda Beyannâme’nin Özbekistan ve diğer Türk devletlerinin katılımıyla çok taraflı bir güvenlik mimarisine evrilmesi, yalnızca Türk coğrafyasının değil, bölgesel sistemin de istikrarına katkı sağlayabilecek gerçekçi ve yapıcı bir olasılık olarak değerlendirilmektedir.
[1] “Shusha Declaration on Allied Relations between the Republic of Azerbaijan and the Republic of Turkey”, President of the Republic of Azerbaijan, https://president.az/en/articles/view/52122, (Erişim Tarihi: 19.06.2025).
[2] “Segodnya Chetvertaya Godovshchina Podpisaniya Shushinskoy Deklaratsii”, Baku.ws, https://baku.ws/ru/politika/segodnya-chetvertaya-godovshina-podpisaniya-shushinskoj-deklaracii, (Erişim Tarihi: 19.06.2025).
[3] “International Conference Addresses New Global Order in Shusha”, Azertag, https://azertag.az/en/xeber/international_conference_addresses_new_global_order_in_shusha-3612459, (Erişim Tarihi: 19.06.2025).
[4] Oman Al Yayhai, “In Pictures: Aftermath of Israeli Strikes on Iran’s Military and Nuclear Sites”, Euronews, https://www.euronews.com/2025/06/16/in-pictures-aftermath-of-israeli-strikes-on-irans-military-and-nuclear-sites, (Erişim Tarihi: 19.06.2025).
[5] “Iran Shoots Down Israeli F-35 Fighter jet Over Tabriz, Reports Iranian Agency”, Middle East Monitor – MEMO, https://www.middleeastmonitor.com/20250617-iran-shoots-down-israeli-f-35-fighter-jet-over-tabriz-reports-iranian-agency/, (Erişim Tarihi: 19.06.2025).
[6] “Israel Wipes out Strategic Iranian Airport in Fresh Round of Strikes”, YNetNews, https://www.ynetnews.com/article/o5xv0ej7w, (Erişim Tarihi: 19.06.2025).
[7] Tahir Qureshi, “Iran Uncovers Turkey’s Double Game to Harm it Geopolitically and Strategically, now Tehran…, Erdogan…”, India, https://www.india.com/news/world/iran-uncovers-turkeys-double-game-to-harm-it-geopolitically-strategically-now-tehran-erdogan-ankara-israel-ayatollah-khamenei-azerbaijan-zangezur-corridor-armenia-russia-7888894/, (Erişim Tarihi: 19.06.2025).
[8] “Informatsiya o Prisoyedinenii Uzbekistana k Shushinskoy Deklaratsii Oprovergnuta”, Kun.Uz, https://www.kun.uz/ru/news/2025/05/24/informatsiya-o-prisoyedinenii-uzbekistana-k-shushinskoy-deklaratsii-oprovergnuta, (Erişim Tarihi: 19.06.2025).
[9] “Israeli journalist Eyal Berkovic is a former international footballer who played for Maccabi Haifa…”, Drop Site – X, https://x.com/DropSiteNews/status/1935095736754159696, (Erişim Tarihi: 19.06.2025).