Donald Trump’ın ikinci döneminde Beyaz Saray’ın açıkladığı 1,8 milyar dolarlık dış yardımın yeniden düzenlenmesi, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) uzun süredir süregelen “yumuşak güç” anlayışında köklü bir kırılmaya işaret etmiştir.[i] Venezuela, Küba ve Nikaragua gibi “Marksist ve Amerikan karşıtı” olarak nitelendirilen hükümetlere karşı daha doğrudan bir mücadeleyi hedeflemiştir. Ayrıca bu fonların bir kısmı, stratejik maden ve enerji yatırımları için Avrupa ve Grönland’a, geri kalanının da Çin’in Latin Amerika’daki nüfuzuna karşı kullanılmasına ayrılmıştır. Bu hamle, ABD’nin küresel yardım politikasını insani temellerden güvenlik eksenli bir çizgiye kaydırmıştır.
Trump’ın “Önce Amerika” politikası, ilk başkanlık döneminde de uluslararası yardım bütçelerinde kesintiler ve öncelik kaymalarıyla kendini göstermiştir. Ancak ikinci dönem, bu yaklaşımı daha kurumsal ve kapsamlı hâle getirmiştir. Beyaz Saray’ın Kongre’ye sunduğu bildirimde “ulusal güvenliğin güçlendirilmesi” ve “Amerikan refahının artırılması” vurgusu, klasik insani yardımdan ziyade jeopolitik faydaya dayalı bir dış yardım vizyonu ortaya koymuştur.[ii] Bu, ABD’nin dış yardımını uzun yıllar boyunca tanımlayan “gıda, sağlık ve ekonomik kalkınma” odağından belirgin bir uzaklaşma anlamına gelmiştir.
Trump yönetimi, özellikle Latin Amerika’da “otoriter rejimler” olarak tanımladığı ülkeleri hedef tahtasına koymuştur. Venezuela, Küba ve Nikaragua gibi sol eğilimli hükümetlerin ABD karşıtı söylemlerini, ayrıca Çin ve Rusya’yla olan yakınlıklarını gerekçe gösteren bu plan, Vaşington’un bölgesel nüfuzunu yeniden tesis etme çabasının bir yansıması olmuştur.
Latin Amerika uzun zamandır ABD’nin hem ekonomik hem de güvenlik açısından kritik bir sahası olmuştur. Monroe Doktrini’nden Soğuk Savaş’a, “uyuşturucuyla savaş” politikalarından günümüzdeki göç krizine kadar Vaşington, bölge üzerinde tarihsel bir etki kurmuştur. Trump’ın ikinci dönemindeki bu fon yönlendirme hamlesi, söz konusu geleneğin modern bir tezahürü olarak okunabilir.
Plan uyarınca 400 milyon doların Latin Amerika’ya ayrılması, iki ana hedefi öne çıkarmıştır: yasa dışı göçün önlenmesi ve Çin’in madencilik ve teknoloji sektörlerindeki artan etkisinin frenlenmesi. Çin, son on yılda Venezuela’dan Arjantin’e kadar bölgedeki altyapı, enerji ve maden yatırımlarını önemli ölçüde artırmıştır. ABD, bu nüfuzun kendi ekonomik ve stratejik çıkarlarını zayıflatacağını düşünmüş ve Latin Amerika’ya yönelik yeni fonları bu nedenle önceliklendirmiştir.
Bu adım, özellikle Venezuela’ya karşı daha sert ekonomik yaptırımlar, Nikaragua hükümetinin uluslararası finansman kaynaklarına erişiminin kısıtlanması ve Küba üzerindeki diplomatik baskının artırılması gibi politikaları destekleyebilecek bir mali temel yaratmıştır. Dolayısıyla fonlar, yalnızca kalkınma projeleri değil, aynı zamanda politik nüfuzun güçlendirilmesi için bir kaldıraç işlevi görmüştür.
Planın yalnızca Latin Amerika’yla sınırlı kalmaması da dikkat çekicidir. 400 milyon dolarlık ayrı bir bölümün Avrupa’ya, özellikle de Grönland ve Ukrayna’ya yönlendirilmesi, ABD’nin stratejik kaynaklara erişim ve jeopolitik rekabet alanlarındaki önceliklerini ortaya koymuştur. Trump’ın Grönland’a olan ilgisi, bölgenin nadir toprak elementleri ve enerji potansiyeliyle bağlantılıdır. Ukrayna’ya yönelik enerji ve kritik mineral programları ise hem Rusya’ya karşı bir ekonomik denge hem de Avrupa’nın enerji güvenliğini destekleme hedefiyle açıklanabilir.
Bu unsurlar, Vaşington’un küresel ölçekte sadece askeri gücüne değil, ekonomik ve stratejik kaynaklar üzerindeki denetime de yatırım yaptığını göstermiştir. Böylece ABD, dış yardımı klasik anlamda “yardım” olmaktan çıkarıp doğrudan ulusal güvenlik ve jeoekonomik çıkarlarının bir aracı hâline getirmiştir.
ABD Anayasası gereği bütçe tahsisinde Kongre’nin onayı gerekmektedir. Trump yönetiminin bu planı uygulamaya koyabilmesi için Kongre’den geçmesi şarttır. Ancak Cumhuriyetçiler içindeki şahin kanadın ulusal güvenlik gerekçelerini desteklemesi, Demokratların ise insani yardım bütçesinin kesintiye uğramasına karşı çıkması beklenmiştir. Bu durum, iç politikada yeni bir tartışma başlatmıştır. Demokratlar, bu fonların daha önce kriz bölgelerindeki gıda ve sağlık programları için ayrıldığını hatırlatarak, kesintilerin insani felaketleri derinleştireceğini savunmuştur.
Buna karşın Trump, seçmen tabanına “vergilerimizin Amerika’nın güvenliği ve refahı için harcanacağı” mesajını vererek iç politik avantaj elde etmeye çalışmıştır. Bu söylem, göç ve güvenlik konularında endişe duyan muhafazakâr seçmenleri memnun etmiştir. Dolayısıyla, plan hem iç hem de dış politikada stratejik bir araç olarak konumlanmıştır
Bu politika değişikliği, Vaşington’un geleneksel müttefikleri ve hedef aldığı ülkeler tarafından yakından izlenmiştir. Latin Amerika’daki sol eğilimli hükümetler, bu fon yönlendirmesini ABD’nin müdahaleci tutumunun yeni bir örneği olarak değerlendirmiştir. Karakas, Havana ve Managua yönetimleri, ABD’nin “egemenliklerine karıştığı” yönünde sert açıklamalar yapmıştır.
Öte yandan bölgedeki ABD yanlısı hükümetler (örneğin Kolombiya ve Ekvador), bu fonların kendi güvenlik ve kalkınma projelerine katkı sağlayabileceği beklentisiyle temkinli bir memnuniyet göstermiştir. Avrupa’da ise Grönland ve Ukrayna’ya ayrılan fonlar, ABD’nin stratejik ortaklıkları güçlendirme niyetini ortaya koymuştur. Ancak Avrupa Birliği (AB) içinde bazı çevreler, bu yardımların AB politikalarını etkilemek için bir baskı unsuru olabileceğinden kaygı duymuştur.
ABD dış politikasının uzun yıllar temel taşlarından biri, insani yardım ve kalkınma projeleri aracılığıyla “yumuşak güç” uygulamaları olmuştur. Ancak Trump’ın yeni planı, bu geleneği kırmış ve dış yardımı açıkça stratejik bir enstrüman hâline getirmiştir. Bu durum, küresel düzenin diğer aktörleri için de yeni bir rekabet alanı yaratmıştır. Çin ve Rusya, bu boşluktan yararlanarak kendi insani yardım ve yatırım programlarını artırabilir; bu da küresel güç dengelerini değiştirebilir.
Trump yönetiminin 1,8 milyar dolarlık dış yardım fonunu yeniden yönlendirme planı, yalnızca bir bütçe düzenlemesi değil, ABD’nin küresel rolünün yeniden tanımlanması olmuştur. Latin Amerika’da “otoriter rejimlere” karşı doğrudan müdahaleyi, Çin’in bölgedeki etkisini sınırlamayı ve Avrupa’daki stratejik kaynaklara erişimi hedefleyen bu politika, Vaşington’un dış yardım kavramını güvenlik ve jeoekonomi ekseninde yeniden şekillendirmiştir.
Bu adım, kısa vadede ABD’nin bölgesel nüfuzunu artırmaya hizmet edebilmiştir; ancak uzun vadede insani yardımların azalması, kriz bölgelerinde yeni insani felaketlerin doğmasına yol açabilecektir. Ayrıca Kongre’deki tartışmalar ve uluslararası tepkiler, bu planın uygulanabilirliğini ve sürdürülebilirliğini belirleyecek temel faktörler olacaktır. ABD’nin “yumuşak güç”ten “korumacı güç”e geçişi, sadece Latin Amerika’yı değil, küresel düzenin tamamını etkileyecek bir dönüm noktası yaratmıştır.
[i] Fernández, Sleither. “Trump Plans to Redirect Foreign Aid Resources Toward Confronting ‘Authoritarian Regimes’ in Latin America.” Guacamaya, guacamayave.com/en/trump-plans-to-redirect-foreign-aid-resources-toward-confronting-authoritarian-regimes-in-latin-america-2/, (Erişim Tarihi: 28.09.2025).
[ii] Aynı yer.