Analiz

Trump’ın Gazze Barış Planı ve Ortadoğu Diplomatik Dengelerine Etkileri

Bu girişim, kalıcı bir barış düzeninden ziyade geçici bir ateşkes ya da sınırlı bir diplomatik ara formül niteliğinde görülmektedir.
Trump’ın 20 maddelik Gazze barış planının uygulanabilirliği oldukça sınırlıdır.
ABD’nin önceliği çatışmayı tamamen sona erdirmekten çok, krizi yönetilebilir bir düzeyde tutmak ve İsrail’in çıkarlarını koruyarak uluslararası tepkileri yatıştırmaktır.

Paylaş

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

Ortadoğu siyasetinde Gazze meselesi, bölgesel istikrarsızlıkların ve küresel güç mücadelelerinin en belirgin yansımalarından biri olarak uzun yıllardır gündemdeki yerini korumaktadır. 7 Ekim 2023 tarihinde Hamas’ın İsrail’e düzenlediği saldırılar ve ardından başlayan geniş çaplı İsrail harekâtı, hem bölgedeki şiddeti hem de uluslararası diplomatik çabaları yeniden yoğunlaştırmıştır. Bu süreçte İsrail, saldırıları gerekçe göstererek Gazze’de geniş çaplı askeri operasyonlar yürütmüş; uluslararası kamuoyunda bu operasyonlar, sivilleri hedef alan aşırı güç kullanımı, insani yardımın engellenmesi ve sivil altyapının sistematik biçimde tahrip edilmesi nedeniyle “soykırım” olarak nitelendirilmiştir. 

Ayrıca İsrail’in bu yaklaşımının yalnızca Hamas’ı etkisizleştirme amacını aşarak Gazze’nin bütünüyle işgal edilmesine yönelik stratejik bir planı ortaya çıkartmıştır. Bu noktada ABD’nin İsrail’e verdiği sınırsız ve koşulsuz destek, meselenin küresel ölçekte daha da derinleşmesine yol açmıştır. Washington yönetimi hem diplomatik platformlarda hem de askeri ve ekonomik yardımlar aracılığıyla İsrail’in politikalarını meşrulaştıran bir konumda bulunmuştur. Ancak bu tek taraflı destek, uluslararası toplumda ciddi tepkiler uyandırmıştır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda ve farklı uluslararası forumlarda çok sayıda devlet, İsrail’in uygulamalarını uluslararası hukukun ihlali olarak nitelendirmiş, hatta İngiltere ve Fransa’nın içinde bulunduğu pek çok ülke bu gelişmelere tepki olarak Filistin’i resmen devlet olarak tanıma yoluna gitmiştir. Böylelikle Filistin’in uluslararası statüsü güçlenmiş ve ABD ve İsrail’in uluslararası toplumda yalnızlaşması daha görünür hale gelmiştir.

Tam da bu ortamda, Donald Trump’ın açıkladığı 20 maddelik Gazze barış planı, yalnızca İsrail-Filistin çatışmasına yönelik değil, aynı zamanda ABD’nin azalan meşruiyetini yeniden tesis etme ve uluslararası toplumun artan baskısını yumuşatma çabası olarak ortaya çıkmıştır. Plan, İsrail’in güvenlik kaygılarını öne çıkarırken, Filistin’e kısıtlı bir siyasal alan açmayı hedeflemiş ve bu yolla hem bölgesel aktörlerin hem de Avrupa devletlerinin desteğini kazanmış gibi görünmektedir.

Trump’ın 29 Eylül’de açıkladığı 20 maddelik plan, kendisine özgü şekilde abarttığı kadar olmasa da önemli bir diplomatik girişim olduğunu belirtebiliriz. Trump’ın kendi has üslübuyla açıkladığı plan esas itibarıyla üç temel eksende şekillenmektedir. Birincisi, tüm rehinelerin serbest bırakılması ve hayatını kaybedenlerin naaşlarının iadesi, kısa vadeli insani kazanımları öne çıkaran bir unsurdur. İkincisi, Gazze’nin askerden arındırılması ve Hamas’ın siyasi sürecin dışında bırakılması, İsrail’in güvenlik kaygılarını tatmin etmeye dönük bir hedefi yansıtmaktadır. Üçüncüsü ise Gazze’nin geçici olarak teknokratlardan oluşan bir komite tarafından, uluslararası gözetim altında yönetilmesi önerisiyle, Filistin’de yeni bir siyasi düzen tesis etmeyi amaçlamaktadır. Bu maddeler, ABD’nin güvenlik merkezli yaklaşımının yanı sıra uluslararası meşruiyet zemini oluşturma arayışını da göstermektedir.

Planın bölgesel düzeyde aldığı destek, ABD’nin diplomatik ağırlığını yeniden görünür kılmıştır. Türkiye, Suudi Arabistan, Katar, Mısır ve Ürdün gibi ülkelerle yürütülen temaslar sonucunda ortaya çıkan olumlu tutum, bölgedeki Arap ve Müslüman devletlerin, en azından kısa vadeli bir ateşkese ve insani rahatlamaya katkı sunma isteğini ortaya koymaktadır. Avrupa cephesinde İngiltere, Fransa, İtalya ve Avrupa Konseyi’nin desteği, planın Batı Dünyası’nda da olumlu bir karşılık bulduğunu göstermektedir. Ancak özellikle Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un yaptığı iki devletli çözüm vurgusu, planın nihai bir barışın değil, geçici bir ara çözümün parçası olarak değerlendirildiğini ortaya koymaktadır.

Filistin iç siyasetinde ise plan farklı yansımalar doğurmuştur. Hamas’ın “işgal devam ettiği sürece silahlardan vazgeçilmeyeceği” yönündeki açıklaması, örgütün askeri gücünü koruma kararlılığını ve İsrail’in temel beklentileriyle çatışan bir tutumu ortaya koymuştur. Buna karşılık Batı Şeria’daki Filistin Yönetimi, planı ihtiyatlı bir şekilde olumlu karşılamış, seçimlerin yenilenmesi ve insani yardımların garanti altına alınması gibi unsurları desteklemiştir. Bu yaklaşım, Fetih’in meşruiyetini güçlendirme arayışını yansıtmakta ve Filistin iç siyasetinde Hamas’a karşı uluslararası destekle pekişen bir denge kurma çabasına işaret etmektedir.

Planın dikkat çekici bir başka boyutu, İsrail’in Katar’la kurduğu doğrudan temastır. Başbakan Netanyahu’nun Doha’ya yönelik saldırı nedeniyle özür dilemesi ve gelecekte benzer saldırıların olmayacağına dair güvence vermesi, Katar’ın Hamas üzerindeki etkisinin süreçte önemli bir rol oynayabileceğini göstermektedir. Bu durum, İsrail-Katar ilişkilerinde yeni bir diplomatik açılımın mümkün olabileceğine işaret etmekle birlikte ABD’nin planına bölgesel meşruiyet kazandırma arayışının da bir parçası olarak değerlendirilebilir.

Trump’ın 20 maddelik barış planı, kısa vadede uluslararası kamuoyunda olumlu bir diplomatik atmosferin oluşmasına katkı sağlamış ve özellikle Gazze’deki insani kayıpların azaltılabileceğine dair beklentileri güçlendirmiştir. Bununla birlikte Hamas’ın silahsızlanmaya yönelik katı tutumu ile İsrail’in askeri operasyonlarını sürdürmesi, planın hayata geçirilme şansını önemli ölçüde zayıflatmaktadır. Dolayısıyla bu girişim, kalıcı bir barış düzeninden ziyade geçici bir ateşkes ya da sınırlı bir diplomatik ara formül niteliğinde görülmektedir. Buna rağmen planın üç temel sonucu öne çıkmıştır: Birincisi, ABD’nin bölgesel ve küresel aktörleri aynı müzakere zemini etrafında bir araya getirmesiyle diplomasinin yeniden öncelikli bir araç haline gelmesidir. İkincisi, Filistin iç siyasetindeki Hamas-Fetih rekabetinin uluslararası bağlama taşınmasıdır. Üçüncüsü ise Katar başta olmak üzere arabulucu aktörlerin süreçte daha görünür ve etkili bir konuma yükselmesidir.

Trump’ın 20 maddelik Gazze barış planının uygulanabilirliği oldukça sınırlıdır. Bunun üç temel nedeni vardır: Birincisi, Hamas’ın silahsızlanmayı kesin biçimde reddetmesi ve Filistin halkının büyük kısmının İsrail’in işgal politikaları sürdükçe bu tür adımlara güven duymaması, planın sahada karşılık bulmasını engellemektedir. İkincisi, İsrail’in barış görüşmeleri devam ederken dahi askeri operasyonlarını sürdürmesi; güvenlik kaygılarını gerekçe göstererek sahadaki fiili durumları (yeni yerleşimler, abluka, askeri kontrol) kalıcılaştırma eğilimi taşımasıdır. Bu durum, Filistin tarafında “barış süreci” söylemlerinin yalnızca zamana oynama stratejisi olduğu yönünde derin bir kanaat yaratmaktadır. Ayrıca çeşitli uluslararası raporlar ve bazı BM yetkililerinin bildirimlerine göre, çatışma sürecinde Birleşmiş Milletler’e ait ofisler, okullar ve lojistik tesisler dâhil olmak üzere insani altyapıya yönelik saldırılar gerçekleşmiş; bu tür hedeflere yönelik vuruşlar insani yardım erişimini zedeleyerek güven ortamının tesisini daha da güçleştirmiştir. Bu tür olaylar, sahadaki güvenlik garantilerinin eksikliği ve insani hukuk endişeleri nedeniyle planın uygulanmasını daha da zorlaştırmaktadır. Üçüncüsü, ABD’nin İsrail’le olan özel ilişkisi ve İsrail’in güvenliğini kendi dış politikasının merkezine yerleştirmesi nedeniyle, Washington’un tarafsız bir arabulucu gibi davranması neredeyse imkânsızdır. ABD, diplomatik çabalarda genellikle İsrail’in güvenlik önceliklerini merkeze almakta, Filistin’in egemenlik taleplerini ise ikinci plana itmektedir.

Bu bağlamda, ABD’nin gerçekten “barış” isteyip istemediği sorusu kritikleşmektedir. Washington yönetimi, uluslararası kamuoyunun yoğun baskısı ve artan insani kayıplar karşısında barış planları açıklamakta; ancak bu planlar çoğunlukla kalıcı bir çözümden ziyade kısa vadeli ateşkesler veya insani yardımların önünü açmayı hedeflemektedir. Diğer bir ifadeyle, ABD’nin önceliği çatışmayı tamamen sona erdirmekten çok, krizi yönetilebilir bir düzeyde tutmak ve İsrail’in çıkarlarını koruyarak uluslararası tepkileri yatıştırmak olmuştur.

Sonuç olarak, Trump’ın 20 maddelik Gazze planı teorik düzeyde diplomatik bir girişim olsa da pratikte uygulanabilirliği oldukça düşük görünmektedir. İsrail ve ABD’nin geçmişteki barış süreçlerinde gösterdiği tutum, tarafsızlık ve güvenilirlik açısından ciddi soru işaretleri doğurmaktadır. Kalıcı bir barışın tesis edilebilmesi, yalnızca ABD’nin değil, daha geniş bir uluslararası garantörlük mekanizmasının ve iki devletli çözümü açıkça taahhüt eden bir iradenin devreye girmesiyle mümkün olabilir.

Prof. Dr. Murat ERCAN
Prof. Dr. Murat ERCAN
Anadolu Üniversitesi Öğretim Üyesi

Benzer İçerikler