Trump yönetiminin “Önce Amerika” söylemi çerçevesinde uygulamaya koyduğu korumacı ekonomi politikaları, küresel ticaret düzeni ve Amerikan ekonomisi üzerinde derin ve çok boyutlu etkilere yol açmıştır. Özellikle 2018-2019 döneminde başlayan ve 2025 yılında yeni tarifelerle devam etmesi beklenen bu süreç, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Çin, Avrupa Birliği (AB), Kanada ve Meksika gibi önemli ticaret ortaklarıyla ilişkilerini yeniden şekillendirmiştir.
Yüksek tarifeler, ticaret anlaşmalarının yeniden müzakere edilmesi ve stratejik sektörlerde yabancı yatırımlara yönelik kısıtlamalar gibi politikalar; imalat sanayisindeki iş kayıpları ve gelir eşitsizliği endişelerini gidermeyi hedeflese de uzun vadede küresel ticaretin daralması, üretim maliyetlerinin artması ve uluslararası işbirliğinin zayıflaması gibi riskleri beraberinde getirmektedir. Küreselleşme sürecinde artan dış rekabetin ve imalat sektöründe yaşanan iş kayıplarının ABD’deki ekonomik eşitsizlikleri derinleştirdiği düşüncesi, Trump yönetimini bu tür korumacı adımlar atmaya yöneltmiştir.
ABD, farklı ülkelere uyguladığı yüksek tarifelerle çelik ve alüminyum gibi stratejik sektörlerde yerli üreticileri korumak için ithalat maliyetlerini artırırken, bu politikaların merkezinde ticaret açığını azaltma ve istihdamı koruma amacıyla “ticaret savaşı” olarak nitelendirilebilecek bir dizi önlem yer almıştır. Yüksek tarifeler özellikle Çin’in de aralarında bulunduğu birçok ülkenin misilleme yapmasına yol açarak küresel ticaret savaşlarını tetiklemiş, artan korumacılık küresel üretim ağlarında yeniden yapılanmaya ve tedarik zincirlerinde kesintilere neden olarak teknoloji, otomotiv ve tarım gibi sektörlerde belirsizliği artırmıştır.
Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ve Uluslararası Para Fonu (IMF), bu korumacı önlemlerin küresel ticareti daraltacağını ve ülkeler arası ekonomik işbirliğini zayıflatacağını belirtmektedir. 2018 ve 2019 yıllarında uygulanan tarifeler, Vergi Vakfı[1] analizlerine göre uzun vadede ABD’nin Gayri Safi Yurt İçi Hasılası’nı (GSYİH) yüzde 0,2 oranında azaltacak, sermaye stokunu yüzde 0,1 daraltacak ve yaklaşık 142.000 tam zamanlı eşdeğer iş kaybına yol açacaktır. Bu dönemde toplanan ek vergi miktarı 80 milyar dolara yaklaşmış, hane halkı başına düşen doğrudan vergi yükü ortalama 200-300 dolar olarak hesaplanmıştır. Ancak nihai tüketici fiyatlarındaki artış ve üretim süreçlerindeki maliyet baskısı hesaba katıldığında, reel ekonomik yükün daha yüksek olduğu düşünülmektedir.
Özellikle çelik ve alüminyum sektörleri kısa vadede koruma altına alınmış olsa da girdi maliyetlerindeki yükseliş nedeniyle otomotiv gibi yan sektörlerde uluslararası rekabet gücü zayıflamıştır. 2025 yılında uygulanması beklenen yeni tarifeler, “Önce Amerika” politikasının devamı niteliğindedir. Kanada, Meksika ve Çin gibi ülkelerden yapılan ithalata yönelik yüksek tarifeler, kısa vadede ABD’nin vergi gelirlerini artırsa da uzun vadede ekonomik büyüme ve hane halkı gelirleri üzerinde baskı oluşturacaktır. Vergi Vakfı, 2025-2034 arasında federal vergi gelirlerinde 1,1 trilyon dolarlık artış öngörürken, aynı dönemde ekonomik çıktının yüzde 0,4 daralacağı ve bunun hane halkı başına yıllık ortalama 600-800 dolar arasında ek yük getireceği tahmin edilmektedir.
Hammadde ve ara malı ithalatındaki yüksek tarifeler, özellikle teknoloji ve otomotiv gibi entegre sektörlerde maliyet artışlarına ve enflasyonist baskıların güçlenmesine yol açabilir. Ayrıca yerli teknolojik gelişmeleri koruma amacıyla uygulanan politikaların, yabancı rekabetin azalmasıyla inovasyon dinamiklerini zayıflatabileceği ve teknoloji transferleri ile Ar-Ge yatırımlarının verimliliğini düşürebileceği dile getirilmektedir.
Kısa vadede çelik ve alüminyum gibi sektörlerde yerli üretimin artması ve iş gücünün korunması, korunan sektörlerdeki işçilerin ve işletmelerin memnuniyetini artırarak Trump yönetimi için siyasi bir kazanım sağlayabilir. Ancak uzun vadede artan korumacılığın, diğer ülkelerin de benzer önlemler almasına neden olarak küresel ticareti ve büyümeyi olumsuz etkilediği, yüksek tarifelerin girdi fiyatlarını artırarak maliyet enflasyonunu tetiklediği ve ticari gerilimlerin ABD’nin Çin ve Avrupa ülkeleriyle ilişkilerini gerginleştirdiği görülmektedir. Bu durum, yeni bölgesel entegrasyon projelerinin ve ittifakların oluşmasına da zemin hazırlamaktadır.
Sonuç olarak Trump’ın “Önce Amerika” yaklaşımıyla uyguladığı ve 2025 itibarıyla genişletmeyi planladığı korumacı ekonomi politikaları, kısa vadede belirli sektörlere koruma sağlarken, uzun vadede hem Amerikan ekonomisi hem de küresel ticaret düzeni için ciddi riskler barındırmaktadır. Yüksek tarifelerle korunan sektörler ilk etapta istihdam artışı veya korunması gibi avantajlar elde etse de üretim maliyetlerinin yükselmesi, inovasyonun yavaşlaması ve uluslararası ticaret hacminin daralması gibi etkenler ekonominin genel verimliliğini olumsuz etkileyebilir. DTÖ ve IMF gibi uluslararası kuruluşlar, bu politikaların sürdürülebilirliğini sorgulamakta ve serbest ticaretin uzun vadeli büyüme, inovasyon ve tüketici refahı üzerindeki olumlu etkilerine dikkat çekmektedir.
[1] “Trump Tariffs: Tracking the Economic Impact of the Trump Trade War”, Tax Foundation, https://taxfoundation.org/research/all/federal/trump-tariffs-trade-war/, (Erişim Tarihi: 18.07.2025).