Donald Trump’ın 22 Ağustos 2025 tarihinde yaptığı açıklama, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) siyasetinde güvenlik ve federal müdahale tartışmalarını yeniden gündeme taşımıştır. Vaşington’a 800 Ulusal Muhafız konuşlandırılmasının ardından Şikago’ya da aynı yönde adımlar atılacağının duyurulması, başkanın güvenlik algısına dair yaklaşımının sertleştiğini göstermiştir. Trump, Şikago’yu “bir felaket” olarak tanımlamış ve “hazır olduğumuzda oraya başlayacağız” ifadesini kullanmıştır.[i] Bu söylem hem siyasi hem de toplumsal düzlemde derin yankılar uyandırmıştır.
Vaşington’daki askeri konuşlanmanın gerekçesi olarak suç oranlarındaki artış gösterilmiştir. Trump, başkentte “herkesin öldürüldüğünü ve soyulduğunu” iddia etmiş, restoranların kapandığını ileri sürmüştür. Ancak Adalet Bakanlığı verileri, 2023 yılı sonrası şiddet suçlarında %35 oranında bir azalma yaşandığını ortaya koymuştur. Dolayısıyla Trump’ın söylemiyle resmi veriler arasında ciddi bir farklılık oluşmuştur. Bu durum, başkanın güvenlik politikalarının istatistiklerden ziyade siyasi hedeflerle yönlendirildiğini düşündürmüştür. Özellikle 2024 yılı seçimlerinde Vaşington’un %92,5 oranında Demokrat aday Kamala Harris’e oy vermesi, Trump’ın başkente yönelik özel bir tavır sergilemesine zemin hazırlamıştır.[ii] Böylece güvenlik meselesi, aynı zamanda siyasi bir hesaplaşma aracı hâline gelmiştir.
Trump’ın güvenlik politikaları sadece Vaşington ve Şikago’yla sınırlı kalmamıştır. Daha önce Los Ángeles’te de Ulusal Muhafızların devreye sokulduğu bilinmektedir. Kaliforniya Valisi Gavin Newsom’un karşı çıkmasına rağmen federal kuvvetlerin şehirde konuşlandırılması, eyalet yönetimiyle federal yönetim arasında gerilimi artırmıştır. Bu örnek, Trump’ın güvenlik yaklaşımının federal sistemdeki güç dengesini zedelediğini göstermiştir. Çünkü ABD Anayasası’nda eyaletlerin güvenlik politikalarında geniş yetkileri bulunmasına rağmen, başkan bu sınırları zorlamış ve merkezi kontrolü pekiştirmeye çalışmıştır. Böylelikle Trump’ın yönetim tarzı otoriter eğilimlerle yorumlanmıştır.
Şikago’ya yönelik planlanan müdahale, sembolik açıdan büyük bir önem taşımıştır. Zira Şikago uzun yıllardır Demokrat Parti’nin güçlü olduğu bir kent olmuştur. Trump’ın bu kente dair “beceriksiz bir belediye başkanı var” sözleri, güvenlik meselesinin ötesinde partizan bir çatışmayı işaret etmiştir.[iii] Özellikle siyahi kadın seçmenlerin Trump’a destek verdiğini ima eden açıklamalar, başkanın toplumsal algıları siyasi retorikle harmanladığını göstermiştir. Bu bağlamda güvenlik politikaları, aynı zamanda seçim kampanyasının bir uzantısı haline gelmiştir.
Trump yönetimi, vatandaşlığa kabul sürecinde “iyi ahlaki karakter” şartını genişleterek göçmenler üzerindeki baskıyı artırmıştır. ABD Vatandaşlık ve Göçmenlik Hizmetleri (USCIS) memurlarına gönderilen talimatla göçmenlerin olumlu ve olumsuz özelliklerinin daha bütüncül biçimde değerlendirilmesi istenmiştir. Bu uygulama, göçmenlik sürecinde belirsizliği artırmış ve özellikle Latin Amerika kökenli topluluklar arasında kaygılara yol açmıştır. Bu adımlar, güvenlik politikalarının göç karşıtı yaklaşımıyla paralel bir şekilde yürütüldüğünü göstermiştir.
ABD’nin güvenlik ve göç meselelerini bu şekilde iç içe geçirmesi, Trump’ın siyasi vizyonunda “düzeni sağlama” temasının merkezde olduğunu ortaya koymuştur. Başkan, suç oranlarını olduğundan daha yüksek göstererek müdahalelerini meşrulaştırmaya çalışmıştır. Böylece hem göçmen topluluklar hem de Demokrat yönetimlere sahip şehirler üzerinde baskı kurmuştur. Bu yaklaşım, kısa vadede güvenlik güçlerinin varlığını artırmış olsa da uzun vadede toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmiştir. Çünkü güvenlik meselesi, tarafsız bir idari sorun olmaktan çıkıp partiler arası bir çatışma alanına dönüşmüştür.
Trump’ın söylemleri, demokratik denge açısından da ciddi kaygılar doğurmuştur. Federal hükümetin yerel yönetimleri “beceriksiz” ilan ederek askerî önlemlerle dizginlemeye çalışması, Amerika’nın yerleşik kurumlarını yıpratmıştır.[iv]Demokratik sistemde güvenlik politikalarının meşruiyeti, şeffaf verilere ve yerel yönetimlerin işbirliğine dayandırılması gerekirken, Trump bu süreci kendi siyasal söylemi üzerinden yürütmüştür. Böylece güvenlik konusu, seçim stratejisinin bir parçası hâline gelmiştir.
Trump’ın 2025 yazında attığı bu adımlar, 2026 yılında yapılacak senato seçimleri öncesi stratejik bir hamle olarak da okunmuştur. Kamuoyuna “ülkeyi yeniden güvenli hâle getiren lider” imajı çizmek istemiştir. Ancak resmi verilerle çelişen açıklamaları, bu imajın temelsiz olduğunu göstermiştir. Medyanın ve akademik çevrelerin dikkat çektiği üzere, şiddet oranları zaten azalmışken Trump’ın olağanüstü bir kriz algısı yaratması, toplumsal korkuları körüklemeye yönelik bir siyaset biçimi olarak değerlendirilmiştir.
Trump’ın bu hamlesi ayrıca uluslararası alanda da ciddi yankı bulmuştur. Amerikan demokrasisinin uzun yıllar boyunca dünyaya örnek teşkil ettiği sıkça dile getirilirken, federal kuvvetlerin kent merkezlerinde bu denli yoğun ve görünür hâle gelmesi çeşitli eleştirilere yol açmıştır. Özellikle Avrupa basınında, ABD’nin demokratik değerleri savunma iddiasıyla çelişen bir uygulama sergilediği yorumları yapılmıştır. İnsan hakları örgütleri, bu tür müdahalelerin vatandaşların temel hak ve özgürlüklerini baskı altına aldığını ileri sürmüştür. Böylece ABD’nin küresel itibarı, Trump’ın güvenlik politikaları nedeniyle tartışmalı bir hâle gelmiştir. Bu durum, Vaşington yönetiminin uluslararası arenada moral üstünlüğünü kaybetmesine neden olmuştur.
Toplumsal düzeyde bakıldığında bu gelişmeler, özellikle azınlık gruplarının devletle ilişkisini daha da kırılgan hâle getirmiştir. Siyahi ve Latin kökenli topluluklar, güvenlik adına alınan önlemlerin doğrudan kendilerini hedef aldığını düşünmüşlerdir. Şikago ve Los Angeles gibi kentlerde bu toplulukların tarihsel olarak polis şiddetine daha fazla maruz kaldıkları bilinmektedir. Trump’ın açıklamaları ve askeri varlığın artışı, bu gruplarda devletin tarafsızlığını yitirdiği algısını pekiştirmiştir. Ayrıca bu durum, yıllardır süregelen ırk eşitsizliği tartışmalarını yeniden alevlendirmiştir. Protestoların daha sert yöntemlerle bastırılması, güven yerine korku yaratmış ve toplumsal barışın kırılganlığını artırmıştır. Böylelikle güvenlik tedbirleri, sosyal uyumu güçlendirmek yerine zayıflatmıştır.
Sonuç itibarıyla Trump’ın Şikago’ya Ulusal Muhafız gönderme planı, yalnızca bir güvenlik önlemi olarak değil, aynı zamanda siyasi bir mesaj olarak anlaşılabilir. Ayrıca göçmenlik politikalarında yapılan sıkılaştırmalar, bu yaklaşımın bütünsel bir parçası olmaktadır. Tüm bu gelişmeler, ABD’de demokratik kurumların tarafsızlığına gölge düşürmektedir. Trump’ın güvenlik politikaları, kısa vadede disiplin sağlamış gibi görünse de uzun vadede toplumsal ayrışmayı pekiştirmektedir. Böylece hem güvenlik hem de demokrasi alanında kalıcı bir tahribat yaratılmıştır.
[i] Atwood, Kylie, “EE.UU. anuncia que está haciendo un ‘control continuo’ a más de 55 millones de extranjeros con visas”, CNN en Español, https://cnnespanol.cnn.com/2025/08/22/eeuu/eeuu-control-55-millones-extranjeros-visas-trax, (Erişim Tarihi: 24.08.2025).
[ii] Aynı yer.
[iii] Aynı yer.
[iv] Aynı yer.