Türkiye’ye dayatılan Tercih: Kırk Katır mı Kırk Satır mı?

Paylaş

El Bab merkezli son yaşananlar göz önünde bulundurulduğunda yukarıdaki soru akla gelmiyor desek, açıkçası yalan olur. Peki, bu soru ilk defa mı karşımıza çıkıyor? Elbette hayır! Yine Ortadoğu kaynaklı ve Osmanlı’yı hedef alan bir kriz sonrası 1830’lardan itibaren karşı karşıya kaldığımız bir durumun güncel versiyonu ile karşı karşıyayız. Her ne kadar şekil şartlarında en azından Türkiye ve İslam dünyası boyutuyla bir takım farklılıklar söz konusu olsa da…
Şöyle ki; ilkinde zayıflayan ve çöküş sürecine girmiş bir devletin tekrar toparlanması için güç ve zaman kazanmaya yönelik bir durum söz konusu iken; mevcutta Yeni Yalta sürecinde bir kutup olarak Türk-İslam dünyası ile birlikte “biz de varız” demeye çalışan ve dördüncü bir güç merkezi olarak yeni dünya düzeninde yerini almaya çalışan bir Türkiye söz konusu.
“Dördüncü Güç Merkezi”, burada meselenin bam teli. İçimizdeki bazı kesimler bunu her ne kadar mümkün görmese de, dışarısı açısından durum fazlasıyla farklı. Onlar Yeni Türkiye sürecini kendi gelecek projeksiyonları-hedefleri açısından ciddi bir tehdit-meydan okuyucu olarak görüyorlar.
Buna dost ve düşman olarak gördüğümüz neredeyse tüm taraflar dâhil.
Dolayısıyla, Türkiye’nin dengeye dayalı “aktif tarafsızlık” politikasını hedef alan ve bir tercihe zorlayan bir süreçten geçiyoruz. Bir tarafta ABD-İngiltere’nin başını çektiği “Anglo-Sakson İttifak”, bir diğer tarafta ise Rusya-Çin ikilisinin başını çektiği “Yükselen Doğu İttifakı” ve Almanya öncülüğünde ABD’den bağımsız bir politika izlemeye çalışan “Kıta Avrupası İttifakı”.
Aralarında Düşman, Türkiye’ye Karşı Müttefik Anlayışı…
Nitekim, şu an karşı karşıya kaldığımız durum; tarafların Türkiye’nin “Dördüncü Güç Merkezi” potansiyeline sahip olduğunu fark etmesinden kaynaklanıyor. Hatta daha da ötesi, Türkiye’nin bu potansiyelini aktife çevirme noktasında attığı adımlar, yeniden yapılanma arayışları ve sahaya inişi bu güçleri fazlasıyla rahatsız ediyor.
Bundan dolayı da her üç güç merkezi Türkiye’yi taraf olmaya zorluyor. Burada öncelik her ne kadar Türkiye’nin hangi tarafın bir parçası olacağı ya da seçeceği yönündeki güç mücadelesi gibi görünse de, nihayette her birinin buluştuğu nokta Türkiye’nin bağımsız bir aktör olarak hareket etmemesi. Bu hedef, belki de tarafların mutabık kaldıkları tek husus.
Bir diğer tabirle, bu üç güç merkezi kendi elleriyle bir  “Frankenstein” yapmak istemiyorlar. Bunun için de “Yeni Türkiye”nin önünü kesmeye yönelik olarak içten ve dıştan her türlü hamleyi; kendi içlerinde rakip, Türkiye’ye karşı müttefiklik anlayışı içinde gerçekleştirmeye çalışıyorlar.

Türkiye’nin Denge Politikası Hedefte!

Dolayısıyla Türkiye tehlikeli bir denge oyunu ile karşı karşıya. Dikkatli okuyucularım bu hususa daha önce “Yeni Türkiye Üzerinde Denge Oyunları” başlıklı yazımda dikkat çektiğimi hatırlayacaktır. Yeri gelmişken orada yaptığım bazı tespitleri ana hatlarıyla bir kez daha burada ifade etmek istiyorum.
Öncelikle; gelinen aşama itibarıyla, Türkiye’nin dış politikada eli eskisine göre daha kuvvetli ve manevra kabiliyeti yüksek. Bunun bir kaç nedeni var: Birincisi, yükselen yeni güç merkezleri ve uluslararası sistemin inşa sürecinin devam etmesi ve bu bağlamda her taraf açısından geçerli olan kaypak zemin; ikincisi, Türk-İslam dünyasının jeopolitiği-dönüşü (uyanışı); üçüncüsü, “Yeni Türkiye” sürecinin oyun bozucu bir aktör olmanın ötesinde oyun kuruculuğunun Türk-İslam dünyası açısından da görülmesi ve bunun yol açtığı psikolojik etki ile yeni bir kurumsal yapılanma sürecine girilmesi; dördüncüsü, Batı’nın kendi içindeki dağılmışlık ve ABD’ye güvenin dip yapmaya başlaması; beşincisi, ABD’nin kendi içinde başlayan örtülü iç savaş.
Bu faktörler içerisinde ilk madde oldukça önemli, özellikle de dengeye dayalı politikanın sürdürülebilirliği açısından. Burada, güç merkezleri adaylarının sayısının artması her ne kadar Türkiye üzerinde ilk bakışta bir baskı, dolayısıyla da olumsuz bir durum gibi görünse de, sonuçta aralarındaki rekabet (elbette devam ettiği sürece) Türkiye açısından bir fırsat oluşturacaktır. Ankara bunun farkında.

Türkiye Ne Yapmalı?

Özellikle ABD Başkanı Trump ile ABD-Rusya arasında yeni işbirliği arayışları, Türkiye’nin şu ana kadar inşa etmeye çalıştığı denge politikasına ciddi anlamda bir tehdit oluşturuyor. Eğer, ABD-Rusya ikilisi kendi aralarında dünyayı paylaşma için anlaşırlarsa, o zaman Türkiye İkinci dünya Savaşı sonrası karşı karşıya kaldığı akıbetle bir kez daha, hatta daha ağır bir şekilde yüzleşmeye sürüklenebilir. Daha somut ifadeyle, Ankara izlediği denge politikasının altında kalır.
Daha önceki “denge” politikamız sonuçları itibarıyla İngiltere’ye, “aktif tarafsızlık” siyasetimiz ise ABD’ye kazandırmıştı. Birisinde savaşa girerek, diğerinde ise girmeyerek kaybetmiştik. İkincisindeki tek kazancımız “kayıpların” olmamasıydı. Ama her ne hikmetse yabancı bir gücün üsleri ile dolaylı istiladan da kurtulamadık. Son yetmiş yıldır bunun çok ağır bedellerini ödüyoruz.
Bu durumda Ankara’nın bu tehlikeli oyunu görmesi ve buna göre denge içinde bir denge politikası geliştirmesi kaçınılmaz. Peki, bunu nasıl ve kimlerle yapabilir? Mevcut durumda Türkiye’nin zamana ve güce ihtiyacı var.

Bu zamanı ve gücü ise, yine denge politikası ile elde edebilir. O zaman ne yapmalı? Cevap çok basit: ABD-Rusya arasındaki bu süreçten rahatsız olan tüm güç merkezleri ile güçlü işbirliği yaparak ve tarihsel hafızasına başvurarak. Ne de olsa elimizde kuruluşu gerçekleştirilmiş olan ve hayata geçirilmeye çalışılan projelerimiz var…


*Milli Gazete‘de Yayınlanmıştır.
Prof. Dr. Mehmet Seyfettin EROL
Prof. Dr. Mehmet Seyfettin EROL
1969 Dörtyol-Hatay doğumlu olan Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol, Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden 1993 yılında mezun oldu. BÜ’de 1995 yılında Yüksek Lisans çalışmasını tamamlayan Erol, aynı yıl BÜ’de doktora programına kabul edildi. Ankara Üniversitesi’nde doktorasını 2005’de tamamlayan Erol, 2009 yılında “Uluslararası İlişkiler” alanında doçent ve 2014 yılında da Profesörlük unvanlarını aldı. 2000-2006 tarihleri arasında Avrasya Stratejik Araştırmaları Merkezi (ASAM)’nde görev yapan Erol, ASAM’ın Genel Koordinatörlük görevini de bir dönemliğine yürütmüştür. 2009 yılında Stratejik Düşünce Enstitüsü’nün (SDE) Kurucu Başkanlığı ve Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerinde bulundu. Uluslararası Strateji ve Güvenlik Araştırmaları Merkezi (USGAM)’nin de kurucu başkanı olan Prof. Erol, Yeni Türkiye Stratejik Araştırmalar Merkezi (YTSAM) Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Başkanlığını da yürütmektedir. Prof. Erol, Gazi Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi (GAZİSAM) Müdürlüğü görevinde de bulunmuştur. 2007 yılında Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar Vakfı (TÜRKSAV) “Türk Dünyası Hizmet Ödülü”nü alan Prof. Erol, akademik anlamdaki çalışmaları ve medyadaki faaliyetlerinden dolayı çok sayıda ödüle layık görülmüştür. Bunlardan bazıları şu şekilde sıralanabilir: 2013 yılında Çağdaş Demokratlar Birliği Derneği tarafından “Yılın Yazılı Medya Ödülü”, 2015 yılında “APM 10. Yıl Hizmet Ödülü”, Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) tarafından “2015 Yılın Basın-Fikir Ödülü”, Anadolu Köy Korucuları ve Şehit Aileleri “2016 Gönül Elçileri Medya Onur Ödülü”, Yörük Türkmen Federasyonları tarafından verilen “2016 Türkiye Onur Ödülü”. Prof. Erol’un 15 kitap çalışması bulunmaktadır. Bunlardan bazılarının isimleri şu şekildedir: “Hayalden Gerçeğe Türk Birleşik Devletleri”, “Türkiye-AB İlişkileri: Dış Politika ve İç Yapı Sorunsalları”, “Avrasya’da Yeni Büyük Oyun”, “Türk Dış Politikasında Strateji Arayışları”, “Türk Dış Politikasında Güvenlik Arayışları”, “Türkiye Cumhuriyeti-Rusya Federasyonu İlişkileri”, “Sıcak Barışın Soğuk Örgütü Yeni NATO”, “Dış Politika Analizinde Teorik Yaklaşımlar: Türk Dış Politikası Örneği”, “Krizler ve Kriz Yönetimi: Aktörler ve Örnek Olaylar”, “Kazakistan” ve “Uluslararası İlişkilerde Güncel Sorunlar”. 2002’den bu yana TRT Türkiye’nin sesi ve TRT Radyo 1 (Ankara Radyosu) “Avrasya Gündemi”, “Stratejik Bakış”, “Küresel Bakış”, “Analiz”, “Dosya”, “Haber Masası”, “Gündemin Öteki Yüzü” gibi radyo programlarını gerçekleştirmiş olan Prof. Erol, TRT INT televizyonunda 2004-2007 yılları arasında “Arayış”, 2007-2010 yılları arasında Kanal A televizyonunda “Sınır Ötesi” ve 2020-2021’de de BBN TÜRK televizyonunda “Dış Politika Gündemi” programlarını yapmıştır. 2012-2018 yılları arasında Millî Gazete’de “Arayış” adlı köşesinde dış politika yazıları yayımlanan Prof. Erol’un ulusal-uluslararası medyada çok sayıda televizyon, radyo, gazete, haber siteleri ve dergide uzmanlığı dahilinde görüşlerine de başvurulmaktadır. 2006-2018 yılları arasında Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde ve Ankara Üniversitesi Latin Amerika Araştırmaları Merkezi’nde (LAMER) de dersler veren Prof. Erol, 2018’den bu yana Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak akademik kariyerini devam ettirmektedir. Prof. Erol, 2006 yılından itibaren Ufuk Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde de dersler vermiştir. Prof. Erol’un başlıca ilgi ve uzmanlık alanları ve bu kapsamda lisans, master ve doktora seviyesinde verdiği derslerin başlıcaları şu şekilde sıralanabilir: “Jeopolitik”, “Güvenlik”, “İstihbarat”, “Kriz Yönetimi”, “Uluslararası İlişkilerde Güncel Sorunlar”, “Türk Dış Politikası”, “Rus Dış Politikası”, “ABD Dış Politikası”, “Orta Asya ve Güney Asya”. Çok sayıda dergi ve gazetede yazıları-değerlendirmeleri yayımlanan Prof. Erol’un; “Avrasya Dosyası”, “Stratejik Analiz”, “Stratejik Düşünce”, “Gazi Bölgesel Çalışmalar”, “The Journal of SSPS”, “Karadeniz Araştırmaları gibi” akademik dergilerde editörlük faaliyetlerinde bulunan Prof. Erol, “Bölgesel Araştırmalar”, “Uluslararası Kriz ve Siyaset Araştırmaları”, “Gazi Akademik Bakış”, “Ege Üniversitesi Türk Dünyası İncelemeleri”, “Ankara Uluslararası Sosyal Bilimler”, “Demokrasi Platformu” dergilerinin editörlüklerini hali hazırda yürütmekte, editör kurullarında yer almaktadır. 2016’dan bu yana Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM) Kurucu Başkanı olarak çalışmalarını devam ettiren Prof. Erol, evli ve üç çocuk babasıdır.

Benzer İçerikler