Analiz

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Meşruiyet Krizi

Evrensel ceza adaleti, yalnızca güçsüz aktörlere uygulanıyorsa ahlaki ve hukuki meşruiyetini kaybetme riski taşır.
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu hakkında verdiği tutuklama talebi, adaletin evrenselliğini ve uygulanabilirliğini yeniden tartışmaya açmıştır.
Mahkeme’nin güçlü liderler karşısındaki etkisizliği, sistemin yapısal ve siyasi sınırlarını gözler önüne sermektedir.

Paylaş

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

2024 yılının Mayıs ayında Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısı Karim Khan, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu hakkında savaş suçu ve insanlığa karşı suçlar işlediği gerekçesiyle tutuklama emri talebinde bulunmuş ve bu karar, uluslararası kamuoyunda tarihî bir dönüm noktası olarak değerlendirilmiştir. Ancak kararın uygulanabilirliğine ilişkin belirsizlikler, dikkatleri UCM’nin yapısal ve siyasal yaptırımının sınırlılığına çevirmiştir. Özellikle Batı destekli liderlere yönelik kararların pratikte hayata geçirilememesi Mahkeme’nin “evrensel adalet” mottosunu sorgulatmaktadır. Bu analiz, Netanyahu’ya yönelik tutuklama talebinin uygulanamamasını, UCM’nin kurumsal zayıflıkları, siyasal araçsallaşma riski ve çifte standart algısı çerçevesinde değerlendirerek kurumun meşruiyetini sorgulamayı amaçlamaktadır.

UCM’nin Yapısal Sorunları ve Uygulama Gücü

UCM’nin yargı yetkisi, 1998 tarihli Roma Statüsü ile çizilmiştir. Bu belgeye göre UCM, yalnızca söz konusu statüyü onaylamış taraf devletler üzerinde doğrudan yargı yetkisine sahiptir. Mahkemenin herhangi bir infaz gücü ya da kolluk kuvveti bulunmamaktadır. Dolayısıyla tutuklama emirlerinin uygulanması tamamen devletlerin gönüllü işbirliğine dayanmaktadır.[1]

Roma Statüsü ayrıca Mahkeme’nin taraf olmayan devletlerde de yargı yetkisi kullanabilmesini mümkün kılan iki temel mekanizma sunmaktadır. Bunlardan ilki, söz konusu devletin UCM’ye özel yetki vermesidir. İkincisi ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) Roma Statüsü’ne taraf olmayan bir ülke hakkında soruşturma başlatılmasını UCM’ye yönlendirmesidir. Ancak bu yol, BMGK’nin daimî üyelerinin veto hakkı nedeniyle son derece sınırlı biçimde kullanılabilmektedir; Sudan (2005) ve Libya (2011) örnekleri istisnai niteliktedir.[2]

İsrail özelinde ise durum daha karmaşıktır. İsrail, Roma Statüsü’ne taraf değildir, dolayısıyla UCM’nin doğrudan yargı yetkisi yoktur. Ancak 2015 yılında Filistin’in Mahkeme’ye taraf olması, işlenen suçların Filistin topraklarında gerçekleşmesi koşuluyla UCM’ye dolaylı yetki tanımıştır.[3]

Netenyahu’ya Yönelik Tutuklama Talebinin Hukuki ve Etik Boyutu

UCM Başsavcısı Karim Khan’ın Netanyahu hakkında talep ettiği tutuklama emri, 2023-2024 döneminde Gazze Şeridi’nde gerçekleşen İsrail askeri operasyonlarına dayanmaktadır. Özellikle sivillerin yoğun yaşadığı bölgelere yapılan hava saldırıları, hastaneler, okullar ve yardım konvoylarının hedef alınması gibi uygulamalar; savaş suçu ve insanlığa karşı suç kategorilerine girmektedir. Ayrıca Gazze’ye yönelik uygulanan kapsamlı abluka, sivil halkın temel gıda, ilaç ve suya erişimini engellediği gerekçesiyle uluslararası insancıl hukuk kapsamında suç teşkil ettiği ileri sürülmüştür.[4]

Bu çerçevede Netanyahu’nun hukuki sorumluluğu doğrudan emir vermesiyle ve aynı zamanda komuta zincirindeki üst düzey bir siyasi lider olarak bu suçları önleyememesi ya da durdurmamasıyla ilişkilendirilmiştir. UCM’nin uygulamasında, üst düzey devlet görevlilerinin “bilgi sahibi olma” ve “önleme yükümlülüğü” özel bir sorumluluk doğurmaktadır.[5] İsrail ve destekçileri bu suçlamalara karşı devletin “meşru müdafaa hakkı”nı kullandığını ileri sürmüşse de UCM Başsavcılığı bu argümanın uluslararası hukuk açısından geçerli olamayacağını çünkü sivillere yönelik orantısız güç kullanımının hiçbir koşulda meşru kabul edilemeyeceğini belirtmiştir.[6]

UCM’ye Yönelik Seçici Adalet Eleştirisi

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kararları siyasal sonuçları açısından yoğun tartışmalara yol açmıştır. Özellikle UCM’nin geçmişte Afrika devletlerine karşı aldığı kararlar Mahkeme’nin evrensel adalet yerine seçici adalet uyguladığı yönündeki eleştirileri beraberinde getirmiştir. 2009 yılında Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir hakkında verilen tutuklama emri Afrika Birliği’nin kolektif direnciyle uygulanamamış, birçok Afrika ülkesi Beşir’i ağırlamaya devam etmiştir. Benzer şekilde 2010 yılında Kenya Devlet Başkanı Uhuru Kenyatta’ya açılan dava; delil yetersizliği ve tanıkların geri çekilmesi nedeniyle düşmüştür.[7]

2023 yılında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin hakkında Ukrayna’daki savaş suçları nedeniyle çıkarılan tutuklama kararı ise Batılı devletler tarafından memnuniyetle karşılanmış; Almanya ve İngiltere dahil birçok ülke bu kararı açıkça desteklemiştir. Ancak bir yıl sonra Netanyahu hakkında benzer suçlamalarla çıkarılan tutuklama talebi karşısında aynı ülkeler –özellikle ABD ve bazı AB üyeleri– kararın meşruiyetini sorgulamış, Mahkeme’ye yönelik siyasi baskılar artmıştır. Bu durum, “kim hakkında karar verildiği” sorusunun, kararın içeriğinden daha fazla önem kazandığını göstermektedir.

UCM’nin hukuki eşitlik ilkesi, güçlü devletlerin veya Batı müttefiklerinin fiilen yargı dokunulmazlığına sahip olması nedeniyle zedelenmektedir. Mahkeme’nin “bağımsız ve evrensel” bir ceza adaleti kurumu olma iddiası bu siyasal tutarsızlıklar nedeniyle ciddi biçimde zedelenmektedir.[8] AB içinde de bu çifte standart algısı belirgindir. Almanya, tutuklama talebini uluslararası hukukun bir gereği olarak savunurken; Fransa ve İtalya gibi aktörler siyasi gerekçelerle sessiz kalmıştır. ABD ise Roma Statüsü’ne taraf olmamakla birlikte Mahkeme’yi yalnızca stratejik çıkarları doğrultusunda meşru kabul etmektedir.[9]

Sonuç

Netanyahu’ya yönelik tutuklama talebi UCM’nin meşruiyeti açısından bir test işlevi görmektedir. Mahkeme’nin savaş suçu ve insanlığa karşı suçlar gibi ağır ihlallere dair yetki kullanması evrensel adaletin temel bir gereği olmakla birlikte bu yetkinin yalnızca jeopolitik olarak zayıf aktörlere uygulanabilmesi durumunda hukuki eşitliği ciddi biçimde zedelenmektedir. Batılı müttefikler lehine gösterilen çifte standartlar, UCM’nin evrensellik ve tarafsızlık ilkelerine aykırı düşmekte ve kurumun hukuki yaptırım gücünü aşındırmaktadır. Eğer Netanyahu gibi üst düzey aktörler hesap verebilirlikten muaf tutulursa uluslararası ceza adaletinin geleceği yalnızca hukuki değil, aynı zamanda ahlaki bir çöküşle karşı karşıya kalacaktır.[10]


[1] Schabas, W. A. (2016). An introduction to the International Criminal Court (5th ed.). Cambridge University Press.

[2] Aynı yer.

[3] Akande, D. (2021). The jurisdiction of the ICC over nationals of non-parties: Legal basis and limits. Journal of International Criminal Justice, 19(2), 251–274. https://doi.org/10.1093/jicj/mqab021

[4] Amnesty International. (2024). Israel and the occupied Palestinian territories: War crimes in Gaza. https://www.amnesty.org/en/documents/mde15/7034/2024/en/, (Erişim Tarihi: 17.07.2025).; Human Rights Watch. (2024). Israel/Gaza: Widespread unlawful strikes on civilians. https://www.hrw.org/report/2024/01/15/israel-gaza-unlawful-strikes, (Erişim Tarihi: 17.07.2025).

[5] International Commission of Jurists. (2024). Accountability for atrocities in Gaza: Legal responsibilities of commanders. https://www.icj.org/gaza-legal-responsibility-2024/, (Erişim Tarihi: 17.07.2025).

[6] Amnesty International. a.g.e., (Erişim Tarihi: 17.07.2025).

[7] Mégret, F. (2020). Beyond “end times”: The International Criminal Court’s changing identity. Leiden Journal of International Law, 33(4), 851–874. https://doi.org/10.1017/S0922156520000454

[8] Aynı yer.

[9] Akande, a.g.e., (Erişim Tarihi: 17.07.2025).

[10] Mégret, a.g.e., (Erişim Tarihi: 17.07.2025).

Ali Kerem GÜLAÇTI
Ali Kerem GÜLAÇTI
Ali Kerem Gülaçtı, Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde lisans eğitimine devam ederken aynı zamanda Tarih Bölümü’nde yandal programını sürdürmektedir. Ali Kerem’in başlıca ilgi alanları; Avrupa siyaseti, insan hakları hukuku ve hükümetlerarası örgütlerdir. Ali Kerem, ileri düzeyde İngilizce ve başlangıç seviyesinde Almanca bilmektedir.

Benzer İçerikler