Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemine mührünü vuran Kasım 2025 tarihli Ulusal Güvenlik Stratejisi Belgesi,[i]Washington koridorlarında on yıllardır yankılanan o naif entegrasyon yoluyla dönüştürme rüyasının tabutuna çakılan son çivi mahiyetindedir. Soğuk Savaş zaferinin getirdiği sarhoşlukla kaleme alınan ve “Pekin’e pazarımızı açarsak liberalleşirler” varsayımına dayanan tezin iflası artık dipnotlarda kalan bir detay olmaktan çıkmış ve Amerikan devlet aklının merkezine yerleşmiş acı bir itiraf hüviyetine bürünmüştür. Belgenin satır aralarından fışkıran öfke, yalnızca Pekin yönetimini hedef almamaktadır.
Bununla birlikte son otuz yılda Amerikan sanayisini Asya’ya taşıyan, Washington’ın yerleşik elitlerine yönelik ağır bir itham niteliği de taşımaktadır. Karşımızdaki tablo esasında oldukça nettir. Zira Amerika uyumuş, Çin büyümüş ve Washington şimdi kendi elleriyle beslediği o devasa güçle yüzleşmek zorunda kalmıştır. Artık sorumlu bir paydaş olmaya davet edilen bir Pekin yoktur. Her cephede kuşatılması ve geriletilmesi zorunlu görülen “varoluşsal bir tehdit” mevcuttur.
Trump ekibinin 2017 yılında başlattığı ticaret savaşlarının bilançosu, belgede oldukça kurnazca bir istatistiksel illüzyon eleştirisi üzerinden okunmaktadır. Kâğıt üzerinde ABD’nin Çin’den ithalatı azalmış görünebilir. Zira rakamlar gayri safi yurtiçi hasıla oranının yüzde 4’ten yüzde 2 seviyelerine indiğini söylemektedir. Lakin Washington’daki realist kanat, Pekin’in geliştirdiği arka kapı stratejisini çözmüş durumdadır. Çin menşeli mallar artık doğrudan Şanghay Limanı’ndan Los Angeles’a gelmemekte; Vietnam, Meksika yahut Malezya türü aracı devletler üzerinden etiket değiştirerek Amerikan pazarına sızmayı sürdürmektedir. Trump doktrini, bu köstebek yuvası oyununu bitirmeye kararlı görünmektedir.
Bu strateji belgesine göre hedef tahtasında sadece Pekin yoktur. Çin’in tedarik zincirine eklemlenmiş yukarıda adın geçen üçüncü ülkeler de bu öfkeden nasibini alacaktır. Mevzubahis durum, küresel ticaret kurallarının yeniden yazılması olmaktan öte bizzat o kuralların Amerikan çıkarları doğrultusunda bir silaha dönüştürülmesidir. Gelecek on yılın savaşı, füzelerden evvel gümrük kapılarında ve tedarik zincirlerinin kontrol noktalarında verilecektir.
Washington’ın ekonomik savaş planı üç ana sütun üzerine inşa edilmiştir. Fakat bu planın sahadaki uygulanabilirliği hususunda ciddi soru işaretleri mevcuttur. İlk ayak, Amerikan ekonomisini Çin’in bazı “karşı tedbir” pratiklerinden yalıtma hedefini taşımaktadır. İkinci ayak olan Müttefik Seferberliği ise stratejinin en kırılgan noktasını teşkil etmektedir. Washington, 35 trilyon dolarlık müttefik ekonomisini kendi yanına çekerek Pekin’e karşı devasa bir blok kurma arzusundadır.
Ancak Berlin’deki otomotiv devleri yahut Seul’deki çip üreticileri adına Çin pazarı bir tercih olmaktan ziyade adeta bir yaşam destek ünitesidir. Trump’ın ya benimlesin ya düşmanımsın dayatması, müttefikleri çözümü imkânsız bir denkleme sürüklemektedir. Almanya’nın veya Japonya’nın, Amerikan stratejik çıkarları uğruna kendi ekonomik intiharlarını imzalamasını beklemek jeopolitik gerçeklikten kopuk bir iyimserlik halidir. Zira sermaye, milliyet tanımaz ve Çin pazarının çekim gücü, Washington’ın vaatlerinden çok daha somuttur.
Askeri caydırıcılık ve teknoloji savaşı, madalyonun diğer ve çok daha karanlık yüzünü oluşturur. Belge, Tayvan meselesini salt bir demokrasi adası müdafaası olarak görmez. Küresel yarı iletken hakimiyetinin anahtarı ve Birinci Ada Zinciri’nin batmayan uçak gemisi şeklinde kodlar. Güney Çin Denizi’nin Pekin tarafından bir gişe mantığıyla kontrol edilmesi ihtimali Amerikan hegemonyasının kâbus senaryosudur. Burada dikkat çeken paradoks şudur ki Trump doktrini hem sonsuz savaşlardan kaçınma sözü vermekte hem de Çin’i caydırmak adına askeri kaslarını sıkmaktadır.
Bu stratejik şizofreni, Pekin’in gri alanlarda ilerlemesini durdurmaya yetecek midir? Xi Jinping’in Tayvan konusundaki tarihsel revizyonizmi, Washington’ın bu müphem tavrından cesaret devşirebilir. Üstelik ABD, caydırıcılık yükünü Asya’daki müttefiklerinin omuzlarına yıkmaya çalışmaktadır. Japonya ve Güney Kore’den savunma bütçelerini GSYİH’lerinin yüzde 5’ine çıkarmalarını istemek, sadece mali bir talep olmaktan öte bölgenin tarihsel fay hatlarını tetikleyecek tehlikeli bir kumardır. İkinci Dünya Savaşı’nın hayaletleri Tokyo’nun yeniden silahlanmasıyla Asya semalarında dolaşmaya başlayacaktır.
Teknolojik rekabet sahasında ise durum “Veri, yeni petroldür” klişesinden çok daha karmaşık ve asimetrik bir yapı arz etmektedir. ABD; yapay zekâ, kuantum ve otonom sistemlerde liderliği elinde tutmak istemektedir. Ancak Çin’in elinde korkunç bir avantaj bulunmakta. 1,4 milyar insanın verisini, etik kaygılar gütmeden işleyen bir devlet kapitalizmi modeli. Washington laboratuvarlarda inovasyon yaparken Pekin bu teknolojileri devasa bir gözetim toplumu üzerinde test ederek paha biçilmez saha verisi toplamaktadır. Körfez ülkeleriyle yapılan son yapay zeka anlaşmaları Washington adına bir zafer misali sunulsa da Çin’in soru sormayan teknoloji ortaklığı modeli her daim daha cazip bir öneri olarak masada duracaktır. Batı dünyası etik kurulları tartışadursun, Doğu’nun veri madenciliği, algoritmik savaşın cephanesini sessizce biriktirmektedir.
Hint-Pasifik denkleminde Washington’ın varsayımları ile sahadaki gerçeklik arasında derin bir uçurum vardır. Bölge ülkeleri, yani Küresel Güney, iki filin tepişmesi arasında ezilmek niyetinde değildir. Hindistan, Endonezya ve Vietnam; güvenlik şemsiyesi için Washington’a göz kırpsa dahi, refah ve kalkınma adına Pekin’e muhtaçtır. Trump yönetiminin bu ülkelere sunduğu “Bizimle olun” çağrısı, Çin’in sunduğu somut altyapı projeleri ve sıcak para karşısında çoğu zaman retorik düzeyinde kalmaktadır. Hindistan’ın stratejik özerklik kodları, onu ABD’nin Çin’i çevreleme stratejisinin sadık bir neferi yapmaz. Zira New Delhi kendi oyununu oynar ve Washington’ı Pekin’e karşı bir denge unsuru olarak kullanır. Trump yönetimi, bu ülkeleri seçilmiş ortaklar olarak sınıflandırıp yanına çekmeye çalışsa da Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’yle kurduğu fiziki ve finansal ağlar, sökülmesi zor bir sarmaşık misali bölgeyi sarmış durumdadır.
Enerji jeopolitiği, bu büyük güç mücadelesinin en kritik cephelerinden biridir. Belgenin iklim değişikliği ideolojisini reddetme ve fosil yakıtlara dönüş sinyali sadece bir ekonomik tercih olmaktan öte stratejik bir hamle niteliğindedir. Washington, enerji hakimiyetini yeniden tesis ederek müttefiklerini Rus ve Körfez kaynaklarına olan bağımlılıktan kurtarmayı, buna ek olarak Çin’in enerji güvenliğini tehdit edebilecek bir konuma erişmeyi hedeflemektedir. ABD’nin LNG ve petrol üretimini artırma kararı, küresel enerji fiyatlarını aşağı çekerek Rusya ve İran ekonomilerini baltalamayı amaçlarken Amerikan sanayisine ucuz enerji sağlayarak yeniden sanayileşme hamlesine yakıt olmayı planlamaktadır. Lakin bu durum, Afrika ve Ortadoğu’daki enerji üreticisi ülkelerle yeni ve gerilimli bir rekabeti beraberinde getirecektir. Washington artık petrol ithal eden bir müşteri olmaktan çıkmış, bizzat pazar payı kovalayan agresif bir rakip konumuna yükselmiştir.
Nihayetinde 2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi, ABD’nin Çin’le mücadelesinde diplomatik nezaket eldivenlerini çıkardığı ve demir muştaları taktığı anın tescilidir. Washington’ın liberal düzenin koruyucusu maskesini fırlatıp “çıplak çıkar (naked-interest)” peşinde koşan, “Önce Amerika” şiarıyla hareket eden bir “Realpolitik” aktöre dönüşmesi, müttefikleri nezdindeki inandırıcılığını zedelemektedir. Çin’in devlet kapitalizmi ve devasa pazar çekimi karşısında, Trump’ın gümrük duvarları ve askeri tehdit kokteyli yeterli olacak mıdır? Yoksa bu strateji, çok kutuplu dünyaya geçişi hızlandıran bir katalizör işlevi mi görecektir? Pasifik suları ısınırken kesin olan yegâne hakikat şudur ki Washington, artık oyunu kurallarına göre oynamayacağını, icap ederse masayı devireceğini, dost ve düşman ayırt etmeksizin tüm dünyaya ilan etmektedir. Bu yeni düzende, tarafsız kalmak lüksü, zayıf devletler adına tarih sahnesinden silinmiştir.
[i] “National Security Strategy of the United States of America”, White House, https://www.whitehouse.gov/wp-content/uploads/2025/12/2025-National-Security-Strategy.pdf, (Erişim Tarihi: 05.12.2025).
