Analiz

Yapay Zekâ Etiği ve Hukuku: Yeni Bir “Normlar Rejimi” Arayışları

Yapay zekânın sunduğu imkânlar kadar beraberinde getirdiği riskler de büyüktür.
Yapay zekâya ilişkin en temel sorunlardan biri, değerlerin kim tarafından ve nasıl kodlandığı sorusudur.
Yapay zekâ sistemleri, büyük veri setlerine dayanarak çalışmakta ve bireylerin mahremiyetini tehdit edebilmektedir.

Paylaş

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

İnsanlık tarihi boyunca teknoloji, insan yaşamını dönüştüren en güçlü araçlardan biri olmuştur. Ancak hiçbir teknolojik sıçrama, yapay zekâ kadar geniş kapsamlı etik ve hukuki tartışmaları beraberinde getirmemiştir. Yapay zekâ sistemlerinin gelişimi, sadece üretkenlik ve verimlilik gibi ekonomik parametreleri değil, aynı zamanda insanlık onuru, özgürlükler, eşitlik ve adalet gibi temel değerleri de doğrudan etkileyen bir dönüşüm sürecini tetiklemiştir. Bu çerçevede yapay zekânın etik ilkeler temelinde yönlendirilmesi ve hukuki çerçevesinin belirlenmesi, gelecekte insanlık için yeni bir normlar rejiminin oluşturulmasını zorunlu kılmaktadır.

Yapay zekânın sunduğu imkânlar kadar beraberinde getirdiği riskler de büyüktür. Sağlık hizmetlerinden finans sektörüne, eğitimden yargı sistemine kadar hayatın pek çok alanına entegre olan bu sistemler, insan kararlarını ikame eden veya etkileyen pozisyonlara gelmektedir. Bu durum, karar süreçlerinin şeffaflığı, hesap verebilirliği ve adaleti açısından derin endişeleri doğurmaktadır. Örneğin bir yapay zekâ algoritmasının bir mahkeme kararında etkili olması, yalnızca teknik doğruluk meselesi değil, aynı zamanda adaletin nasıl tanımlandığı ve nasıl tesis edildiği sorularını da beraberinde getirmektedir. Bu bağlamda yapay zekâ uygulamalarının insan hakları normlarıyla uyumlu olup olmadığı, geleceğin temel hukuk tartışmalarından biri olacaktır.

Etik düzlemde ise yapay zekâya ilişkin en temel sorunlardan biri, değerlerin kim tarafından ve nasıl kodlandığı sorusudur. Yapay zekâ sistemleri, tasarımcılarının dünya görüşü, değer yargıları ve önyargılarından bağımsız değildir. Verilerin seçimi, algoritmaların eğitilme biçimi ve sonuçların yorumlanması süreçlerinde mevcut toplumsal eşitsizliklerin ve ayrımcılıkların yeniden üretilebilmesi kuvvetle muhtemeldir. Bu nedenle yapay zekâ etiği, yalnızca teknik güvenlik tedbirlerinden ibaret olamaz; toplumsal adalet, kapsayıcılık ve insan onuruna saygı gibi daha geniş etik ilkeleri de içermek zorundadır.

Yapay zekâ hukukunun geliştirilmesi sürecinde geleneksel hukuk kuramlarının bazı temel zorluklarla karşılaştığı açıktır. Klasik hukuk sistemleri, faili, iradesi ve sorumluluğu olan insan öznesi üzerine inşa edilmiştir. Ancak yapay zekâ, insan öznelliğini doğrudan taklit eden veya ikame eden bir kapasite geliştirdiğinde, hukuki sorumluluk rejimleri köklü bir revizyon ihtiyacıyla karşı karşıya kalmaktadır. Örneğin, bir otonom aracın kazaya sebebiyet vermesi durumunda, sorumluluk üreticiye mi, yazılımcıya mı, kullanıcıya mı yoksa sisteme mi ait olacaktır? Bu soruların yanıtı, mevcut hukuk sistemlerinin sınırlarını zorlamaktadır.

Yapay zekâ hukukunda ortaya çıkan bir başka temel mesele de kişisel verilerin korunmasıdır. Yapay zekâ sistemleri, büyük veri setlerine dayanarak çalışmakta ve bireylerin mahremiyetini tehdit edebilmektedir. Avrupa Birliği’nin Genel Veri Koruma Tüzüğü (GDPR) gibi düzenlemeler, veri koruma alanında önemli adımlar atmış olsa da yapay zekânın tahmin edici, analiz edici ve manipülatif kapasiteleri karşısında mevcut düzenlemelerin yetersiz kalabileceği yönünde ciddi eleştiriler mevcuttur. Özellikle bireylerin verileri üzerinde sahip olmaları gereken özerklik, yapay zekâ sistemlerinin tahakkümü altında erozyona uğrayabilir.

Yapay zekâ etiği ve hukuku arasındaki ilişki, yalnızca normatif düzenlemelerle sınırlı değildir; aynı zamanda epistemolojik bir dönüşümü de gerekli kılar. Bilginin nasıl üretildiği, doğrulandığı ve paylaşıldığı konusundaki geleneksel kabuller, yapay zekâ çağında köklü bir değişime uğramaktadır. Algoritmaların öngörülemezliği, kararların izlenebilirliğini ve rasyonelliğini tehdit ederken, hukuk sistemleri de meşruiyetlerini korumak için daha fazla şeffaflık ve hesap verebilirlik talep etmek zorundadır.

Bu noktada, “algoritmik adalet” kavramı ön plana çıkmaktadır. Algoritmaların sadece teknik doğruluğu değil, adil sonuçlar üretip üretmediği de sorgulanmalıdır. Aksi halde yapay zekâ destekli karar mekanizmaları, mevcut toplumsal eşitsizlikleri pekiştiren, hatta derinleştiren araçlara dönüşebilir. Bu bağlamda yapay zekâ sistemlerinin geliştirilmesinde ve uygulanmasında etik etki değerlendirmeleri yapılması, gelecekte kaçınılmaz bir standart haline gelmelidir.

Uluslararası düzeyde yapay zekâ hukuku ve etiği konusunda bir normatif uzlaşı oluşturma çabaları da dikkat çekmektedir. Birleşmiş Milletler, UNESCO ve Avrupa Konseyi gibi uluslararası kuruluşlar, yapay zekânın insan haklarına, demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne uygun şekilde geliştirilmesi gerektiğini vurgulayan deklarasyonlar yayımlamışlardır. Ancak bu tür belgeler, bağlayıcı nitelik taşımamakta; dolayısıyla ulusal düzenlemelere ve politik iradeye bağlı olarak farklılık göstermektedir. Bu durum da yapay zekâ alanında normların parçalı ve eşitsiz gelişmesine yol açmaktadır.

Yapay zekâ hukukunda bir diğer tartışmalı konu ise “otonom sistemlere kişilik kazandırılması” meselesidir. Bazı hukukçular, belirli yapay zekâ sistemlerine sınırlı bir tüzel kişilik tanınması gerektiğini savunmaktadır. Bu görüşe göre, belirli sorumluluklar doğrudan sisteme atfedilebilir ve böylece insan aktörlerin sorumluluğu dolaylı şekilde düzenlenebilir. Ancak bu yaklaşım, insan merkezli hukuk anlayışını temelinden sarsabileceği gibi, sorumlulukların bulanıklaşmasına da neden olabilir. Bu nedenle yapay zekâya kişilik tanınması önerileri büyük bir ihtiyatla ve kapsamlı etik-hukuki tartışmalarla ele alınmalıdır.

Önemli bir başka mesele ise yapay zekâ sistemlerinin “kara kutu” niteliğidir. Bazı ileri düzey algoritmalar, kendi karar alma süreçlerini insan müdahalesi olmaksızın geliştirebilmekte ve sonuçlarını açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Bu durum hem bireylerin temel haklarına hem de yargı süreçlerinin adilliğine ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Hukukun temel prensiplerinden biri olan “anlaşılabilirlik” ilkesi, yapay zekâ destekli sistemlerde zayıfladıkça hukukun meşruiyeti de zarar görebilir. Bu sebeple açıklanabilir yapay zekâ standartlarının geliştirilmesi hem etik hem de hukuki bir zorunluluk haline gelmiştir.

Gelecekte yapay zekâ hukukunun nasıl evrileceği, büyük ölçüde toplumların bu teknolojiyle nasıl bir ilişki kuracaklarına bağlıdır. Eğer yapay zekâ, sadece ekonomik verimlilik kaygıları doğrultusunda şekillendirilirse, insan hakları ve toplumsal adalet ciddi bir tehdit altına girecektir. Ancak yapay zekâ sistemlerinin etik tasarım ilkelerine dayalı olarak geliştirilmesi ve hukukun bu ilkeleri güvence altına alacak biçimde reforme edilmesi halinde, teknoloji insanlığın ortak yararına hizmet eden bir araca dönüşebilir. Bu noktada devletlere de büyük görevler düşmektedir. Zira devlet yönetimlerinin bu hususlarda etkili adımlar atmaması halinde yapay zeka birçok insanı olumsuz şekilde etkileyecektir.

Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir husus, yapay zekâ düzenlemelerinin “teknolojiye düşmanlık” değil, “teknolojinin insani amaçlara uygunluğu” prensibi üzerine inşa edilmesidir. Aksi halde aşırı regülasyon inovasyonu boğabilir; yetersiz regülasyon ise kaosa zemin hazırlayabilir. Bu dengeyi sağlamak hem hukukçular hem de teknoloji geliştiriciler için büyük bir meydan okuma olacaktır.

Sonuç olarak yapay zekâ etiği ve hukuku, insanlık tarihinin en kritik kavşaklarından birinde belirleyici bir rol oynamaktadır. Sadece teknik değil, aynı zamanda felsefi, sosyolojik ve politik bir mesele olan bu dönüşüm süreci, insanlık değerlerini koruyarak ilerlemek istiyorsa, güçlü bir normatif çerçeveye ihtiyaç duymaktadır. Yapay zekâ, insan aklının bir ürünü olarak, kendi yaratıcısına hizmet etmeye devam edecekse, bu hizmetin nasıl tanımlandığı, hangi sınırlar içinde gerçekleştiği ve kim için ne anlam ifade ettiği soruları, hukuk ve etik disiplinlerinin merkezine oturmalıdır. Geleceğin normlar rejimi, yalnızca akıllı makinelerin nasıl çalışacağını değil, insan olmanın ne anlama geldiğini de yeniden tanımlayacaktır. Bu yüzden yapay zekâ etiği ve hukuku, teknik bir tartışmanın ötesinde insanlığın kendi varoluşu üzerine yeniden düşünmesini gerektiren temel bir çağrıdır.

Göktuğ ÇALIŞKAN
Göktuğ ÇALIŞKAN
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde lisans eğitimi alan Göktuğ ÇALIŞKAN, aynı süreçte çift anadal programı kapsamında üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yer alan Uluslararası İlişkiler bölümünde de eğitim görmüştür. 2017 yılında lisans mezuniyetini tamamladıktan sonra Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde yüksek lisans programına başlayan Çalışkan, bu programı 2020 yılında "Hindistan Şiiliği ve İran’ın Hindistan Politikasının Yumuşak Güç Çerçevesinde Değerlendirmesi: Kontrüktivist Bir Bakış" adlı teziyle başarı ile tamamlamıştır. 2018 yılında ise çift ana dal programı kapsamında eğitim gördüğü Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun olmuştur. Millî Eğitim Bakanlığı Yurtdışı Seçme ve Yerleştirme (YLSY) programı kapsamında Fransa’da dil eğitimi alan Göktuğ Çalışkan, ardından Fas’ta bulunan Uluslararası Rabat Üniversitesinde 2. yüksek lisansını "La Présence Chinoise En Afrique Et L’évaluation De La Politique Africaine De La Chine Dans Le Contexte Du Projet « La Ceinture Et La Route » : Les Cas du Kenya et de l’Ouganda" (Çin'in Afrika'daki Varlığı ve Çin'in Afrika Politikasının Kuşak ve Yol Projesi Bağlamında Değerlendirilmesi: Kenya ve Uganda Örnekleri) teziyle 2022 yılında tamamlamıştır. Aynı zamanda Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisi olan Çalışkan, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde de doktorasına devam etmektedir. Çalışkan, ayrıca YLSY kapsamında Fas’ta yine Uluslararası Rabat Üniversitesi’nde doktoraya başlamıştır. Ankasam Uluslararası İlişkiler uzmanı olarak çeşitli konularda röportajları ve analizleri bulunan Çalışkan, kitap bölümleri, makaleler ve kitap incelemelerine de devam etmektedir. Çalışkan, iyi derecede İngilizce ve Fransızca bilmekte olup, Çin-Afrika İlişkileri, Sahel, Sahel’de Din ve Güvenlik, İran, Şiilik, Hindistan, Gıda Güvenliği, Afrika'da İklim, İsyanlar ve Terörizm, Afrika Jeopolitiği, Kuşak ve Yol Projesi, Orta Asya üzerine akademik çalışmalarını sürdürmektedir.

Benzer İçerikler