Hong Kong merkezli Asya-AB Analisti Sebastian Contin Trillo-Figueroa: “KYG’nin Büyüklüğü ve Kapsamı, IMEC’in Çok Daha Ötesindedir.”

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

İtalya, G7 ülkesi olarak Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne (KYG) katılan ilk ülkelerden biri olmuş ve projeye önemli yatırımlar yapmıştır. Ancak 2023 yılında İtalya Hükümeti, projeden çekilmeye karar vermiştir. Bu, küresel jeopolitikte önemli bir dönüm noktası olmuş ve İtalya-Çin ilişkileri gerginleşmiştir. Dünya çapında altyapı ve ticareti geliştirmeyi amaçlayan bu proje, karayolu, demiryolu, denizyolu ve havayolu altyapısını, ayrıca enerji ve telekomünikasyon gibi diğer altyapı projelerini de kapsamaktadır.

Buradan hareketle Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM), İtalya’nın KYG’den çıkış nedenlerini ve Çin’in nasıl bir reaksiyon alacağını değerlendirmek üzere Asya Global Enstitüsü Avrupa Birliği-Asya Danışmanı Sebastian Contin Trillo-Figueroa’danalmış olduğu görüşleri dikkatinize sunmaktadır.

1. İtalyan Ticaret Ofisi’nin verilerine göre; Çin’in İtalya’dan yaptığı ithalatın büyüme oranı Çin’in ortalama ithalat büyüme oranından daha düşük kalmıştır. İtalya’nın KYG’den çekilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İtalya’nın KYG’den çekilmesi, ekonomik olmaktan çok siyasi kaygılardan kaynaklanıyor gibi görünüyor. Genel olarak karşılaştırıldığında Çin’in İtalya’dan yaptığı ithalatta gözle görülür bir farklılığa rağmen bahsettiğiniz ithalat büyüme oranına bakıldığında, ticaret dengesizliği öncelikle Çin’in lehine olup ikili ekonomik ilişkilerde KYG katılımının ötesine geçen potansiyel zorluklara işaret etmektedir.

Dolayısıyla bu karar, İtalya’nın stratejik değerlendirmelerinin daha yakından incelenmesine yol açmalıdır. Ekonomik bağların ötesinde daha geniş etkileri olduğunu vurgulamaktadır. Jeopolitik faktörler ve diplomatik değişimler muhtemelen bu seçimde önemli bir rol oynamıştır. İleriye baktığımızda, geri çekilmenin uzun vadeli sonuçlarını ve ticaret rakamlarının geçici bir olguya mı yoksa daha kalıcı bir duruma mı işaret ettiğini değerlendirmek için henüz erkendir.

Ancak ekonomik faktör, Çin’in ekonomik genişlemesinin Avrupa için endişelere yol açtığı ve önemli bir AB üyesi ülke olarak İtalya’nın da paylaştığı Çin-Avrupa ilişkilerindeki daha geniş bir eğilimle uyumludur. İtalya, Almanya ve Fransa’dan sonra hem Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYİH) hem de nüfus bakımından üçüncü sırada yer almaktadır.

Bundan böyle, Çin-Avrupa ilişkilerinin iyileştirilmesi için ele alınması gereken temel meseleler şunlardır:

Çin, Avrupa’nın satın aldıklarında büyük bir rol oynuyor (%20,8) ve AB’nin üçüncü en büyük alıcısı (%9) konumundadır.

2018 yılından bu yana işler değişti. Avrupa eskiden Çin’den daha fazla satın alıyordu, ancak şimdi daha fazla satıyor. Çin’in artık kendine daha fazla güvenmesi ve Avrupa’dan daha az alım yapması, bazı güven sorunları yarattı.

Bir diğer sorun ise Çin’in Avrupa’ya, Avrupa’nın her gün kendisine gönderdiğinden (660 milyon Avro) yaklaşık üç kat daha fazla (1.7 milyar Avro) para göndermesidir. Bu durum Avrupa’nın uzun vadede rekabet etme kabiliyetini etkileyebilir.

Avrupalı işletmeler de mevcut engeller nedeniyle Çin’de yatırım yapmakta zorlanıyor. Yapılan anlaşmaya rağmen 2020 yılında imzalanan ve Kapsamlı Yatırım Anlaşması (CAI) olarak bilinen anlaşma belirsizliğini korumaktadır ve bunu harekete geçirmek için herhangi bir önlem alınmamıştır.

Gelişen dinamikler, İtalya da dahil olmak üzere Avrupa’nın bir Avrupa Birliği’nin karmaşıklığı içinde yol alması gerektiğinin altını çizmektedir. Değişen ticaret kalıpları ve jeopolitik kaygılarla karakterize edilen ekonomik ortam, bu karmaşıklığın temelini oluşturmaktadır.

2. KYG’nin duyurulmasının ardından Çin’in liman şirketlerinden hisse almaya başlaması hem İtalya hem de Avrupa için hassas bir konudur. Bunu Uluslararası Finans çerçevesinde değerlendirebilir misiniz?

Gerçekten de bu eğilim, yabancı güçlerin bir bölgede stratejik varlıklar edinmesine karşı koymayı amaçlayan “ekonomik güvenlik” politikalarının uygulanmasında belirgin bir şekilde gözlemlenmektedir.

Jeopolitik, ekonomi politikası ve küresel ticaretin karmaşık etkileşimi bu bağlamda karmaşık bir şekilde ortaya çıkmakta ve uluslararası rekabet ortamını yeniden şekillendirmektedir.

Bununla birlikte, konunun kökenine inmeme izin verin. Dünya sismik bir değişim geçiriyor. Küreselleşme yoluyla her şeye garantili erişim yanılsaması pandemi sırasında paramparça oldu ve rekabetin ve gerilimin arttığı yeni bir dönemi başlattı. Artık ülkeler stratejik kabiliyetler için kıyasıya yarışıyor ve hassas güç dengesini her gün yeniden şekillendiriyor.

Bu önemli anda ulusal güvenlik, ekonomik stratejinin dizginlerini eline alıyor. Eski siyasi oyun kitabı artık eskimiştir. Liderler önceliklerini yeniden belirlerken bu, ideolojik kaygıları gölgede bırakan ileri teknolojiler için bir yarış halini almıştır. Güvenlik ekonomiyi yönlendirir ya da ekonomi güvenliğe hizmet eder.

Ekonomi politikaları artık geleneksel önlemlere dayanmıyor; bunun yerine ulusal güvenlik hedeflerine dayanıyor.

Askeri tehditlerin günlük bir gerçeklik olduğu bir dünyada yol alan ABD, Çin, Avrupa ve Japonya gibi büyük küresel oyuncular için gerçek budur.

Avrupa bağlamında, kritik varlıklar için Çin’e artan bağımlılık konusunda artan endişeler var. Bu kırılganlık, Çin tedarik zincirindeki aksaklıkların Avrupa’da kıtlığa yol açmasıyla COVID-19 salgını sırasında belirgin hale geldi. Buna karşılık olarak, enerji için Rusya’ya, savunma için ABD’ye ve sorunuzda bahsettiğiniz gibi limanlar da dahil olmak üzere hem ticaret hem de stratejik varlıklar için Çin’e olan bağımlılığın azaltılması da dahil olmak üzere belirli kaynaklara olan bağımlılığı azaltmayı amaçlayan bir “riskten arındırma” stratejisi uygulanmıştır.

Nitekim 2023 yılında bu eğilim daha da güçlenmiştir. Çin’in Dış İlişkiler Yasası’nı yürürlüğe koyması, Avrupa Birliği’nin Ekonomik Güvenlik Stratejisi ve Dış Sübvansiyonlar Yönetmeliği’ni uygulamaya koymasının bir yansıması oldu. Eş zamanlı olarak ABD, özellikle “Endişe Veren Ülkeler”i hedef alan “Belirli Ulusal Güvenlik Teknolojilerine Yatırımlar”a odaklanan bir Yürütme Emri yayınladı.

2024 yılı itibariyle ekonomik stratejilerin ulusal güvenlik zorunluluklarının ve teknolojik ilerlemelerin yakınlaşması ivme kazanmakta ve küresel güçleri salt ekonomik hâkimiyetin ötesine taşımaktadır.

Bu geçiş, ekonomik refah ve ulusal güvenlik arasındaki geleneksel sınırları silerek ekonomik güvenliğin yeniden değerlendirilmesine yol açıyor. Artık küresel bağımlılıkları azaltmak ve stratejik öz yeterliliği arttırmak için kritik alanlarda dayanıklılık ve özerkliğin güçlendirilmesi üzerinde durulmaktadır. Nitekim AB, 24 Ocak 2024 tarihinde Rusya ve Çin’e odaklanan yeni bir ‘ekonomik güvenlik’ paketi açıkladı. Bu paket, “mümkün olduğunca açık, gerektiği kadar kapalı” ilkesini izleyerek AB’nin ticaret savunmasını güçlendirmeye çalışmaktadır. Sözde “ülkeden bağımsız” bir yaklaşıma rağmen AB, özellikle ihracat kontrolleri ve yatırım taraması konularında söz konusu ülkelerle ortak bir duruş sergilenmesi gerektiğini vurguluyor.

İdeal bir ortamda, samimi ilişkiler bu tür konuları yeterince ele alacaktır, ancak günümüz jeopolitiği muazzam bir karmaşıklık yaratmaktadır.

3. İtalya’nın KYG’den çıkması ve ardından Avrupa-Orta Doğu Ekonomi Koridoru’na (IMEC) katılmasının ardından Çin, projesinin Avrupa’ya uzanan deniz koridoru için nasıl bir strateji izleyecektir?

İtalya’nın KYG’den çekilmesi ile İtalya’nın sınırlarının ve boyutlarının çok ötesine uzanan bir proje olan IMEC arasındaki potansiyel bağlantı konusunda emin olmadığım için böyle bir stratejiyi öngörmek erken olacaktır.

Bu iki unsur arasındaki herhangi bir ilişkiyi tespit etmek için daha fazla bilgi gereklidir. Proje hayata geçtiğinde bu ilişkinin altında yatan karmaşık dinamikleri keşfetmeye açığım. Hindistan’dan Avrupa’ya Orta Doğu üzerinden gelecekteki bağlantı, eksik bağlantılar ve bilinmeyen maliyetler de dahil olmak üzere hala çok sayıda zorlukla karşı karşıyadır. Proje ilerledikçe bu faktörlerin dikkatle değerlendirilmesi gerekiyor.

Çin’in deniz koridoru olarak adlandırdığınız projesi göz önünde bulundurulduğunda, KYG kapsamında son on yılda gerçekleştirilen çeşitli liman ve demiryolu projelerinin, özellikle de “İnciler Dizisi” stratejisinin küresel ölçekte yarattığı önemli etkiye dikkat çekmek gerekir. Bu girişim, Çin’in etkisini Güney Çin Denizi’nden Sri Lanka, Pakistan ve Cibuti gibi kilit noktalara kadar genişletmiştir. “İnciler Dizisi”, Çin Anakarası’nı Afrika’ya bağlayan ve birçok ülkede stratejik açıdan önemli bölgelerden geçen deniz yolları boyunca askeri ve ticari tesislerden oluşmaktadır. Hindistan, bunu ulusal güvenliğine yönelik bir tehdit olarak algılamaktadır.

4. G7 üyesi ülkesi olan İtalya’nın KYG’den ayrılması ve ardından IMEC’e katılma kararı, bazı uzmanlar tarafından ABD’nin Çin’in büyümesine karşı baskısının bir sonucu olarak yorumlanmıştır. Avrupa’daki bu durum, Çin’in ABD’ye karşı ekopolitik meydan okumasına ABD’nin yanıtı olarak yorumlanabilir mi?

Bu konuda farklı bakış açıları mevcuttur. Benim “jeo-ekonomi savaşı” olarak adlandırdığım bağlamda, küresel güçler şu anda dış altyapı gelişimiyle ilgili rakip jeopolitik stratejilere odaklanan bir rekabet içerisindedir. Bu olgu, ulusların yatırımlar, krediler, sözleşme fırsatları ve pazar payının genişletilmesi de dahil olmak üzere ticaret yoluyla ekonomik avantajlar elde etmeyi amaçladıkları küresel bir yarışı kapsamaktadır.

Küresel kalkınmayı hedefliyor gibi görünse de bu rekabet ekonomik alanların ötesine uzanmaktadır. Çin’in KYG’si, stratejik çıkarları ve küresel nüfuzu ilerletmek için yatırımlardan yararlanmanın önemli bir örneğini teşkil etmektedir: Çin, küresel yatırımlarda 1 trilyon ABD dolarını harekete geçirdiğini ve dünya çapında 149 ülkede 420.000 istihdam yaratan 3.000’den fazla projeyi hayata geçirdiğini iddia etmektedir. KYG, hem yumuşak hem de sert gücü artıran çok yönlü bir araç haline dönüşmüştür.

Çin’in gelişmekte olan ekonomilerin altyapı ihtiyaçlarını karşılayarak önemli bir etki yaratma kapasitesinin farkına varan AB, Aralık 2021 tarihinde Küresel Geçit’i (GG), ABD ise Haziran 2022 tarihinde Küresel Altyapı ve Yatırım Ortaklığı’nı (PGII) tanıttı.

GG, kamu ve özel fonların bir karışımı yoluyla 2027 yılına kadar 300 milyar Avro’yu harekete geçirmeyi amaçlamaktadır. Çin’in kredi verme yaklaşımından farklı olarak, talep odaklı yatırımları vurgulamakta ancak zorluklarla karşılaşmaktadır. AB kurumları ilerleme kaydedildiğini iddia etse de taahhüt düzeyi, belirli rakamlar ve uygulama prosedürleri de dahil olmak üzere siyasi yönü konusunda belirsizlikler devam etmektedir. GG’nin öncelikli olarak kalkınma yardımına mı odaklandığı yoksa jeopolitik altyapı yatırımlarına mı yöneldiği belirsizliğini korumaktadır.

ABD, 600 milyar dolarlık finansman taahhüdüyle “değerler odaklı” bir girişim olan beş yıllık PGII’yi başlatarak finansmanın üçte birini sağlarken, kalan miktarın diğer G7 üyelerinden gelmesi beklenmektedir.

IMEC’i KYG’ye karşı koymakla ilişkilendirmenizle ilgili olarak, bazılarının bunu bu şekilde algıladığı kabul edilmektedir. Ancak KYG’nin büyüklüğü ve kapsamının IMEC’in çok ötesinde olduğunu kabul etmek gerekir. KYG’nin karmaşıklığı ve geniş küresel erişimi göz önüne alındığında, bu tür doğrudan karşılaştırmalar yapmadan veya çıkarımlarda bulunmadan önce titiz bir değerlendirme yapmak akıllıca olacaktır.

Sebastian Contin Trillo-Figueroa

Asya Global Enstitüsü’nde Jeopolitik Analist ve Avrupa Birliği-Asya Danışmanı olarak görev yapan Sebastian, hukuk alanında lisans mezunu olup biri ticaret hukuku ve diğeri AB hukuku ve kurumları alanında olmak üzere iki yüksek lisans derecesine sahiptir. Sebastian, başta düşünce kuruluşları olmak üzere hem kamu hem de özel sektör kuruluşlarına danışmanlık yapmaktadır. Danışmanlık çalışmaları, etki analizi ve stratejik tavsiyeler de dahil olmak üzere çeşitli jeopolitik ve politika alanlarını kapsamaktadır. Sebastian, “China-US Focus” ve “South China Morning Post” gibi önde gelen kuruluşlara sürekli olarak katkıda bulunuyor. Uzmanlık alanları; jeopolitik, Çin-Avrupa ilişkileri, büyük güç rekabeti ve kritik hammadde ticaretini kapsamaktadır. Özel odak noktası, Asya ile AB arasında büyüme ve sinerjiyi geliştirmektir.

Abdullah TORUK
Abdullah TORUK
Düzce Üniversitesi Uluslararası İlişkiler

Röportaj

Szczecin Üniversitesi, Prof. Dr. Małgorzata Kamola-Cieślik: “ABD ve Çin, Ay’daki Helyum-3 Kaynakları İçin Bir Yarış İçindedir.”

Enerji kaynakları denildiğinde akla ilk olarak fosil yakıtlar gelmektedir. Dünya genelinde tüketilen enerjinin %80’ini...

Tufts Üniversitesi, Fletcher Okulu, Kıdemli Araştırmacı Dr. Mihaela Papa: “BRICS, Son Dönemde Ekonomik Ortaklık ve İnovasyonu Güçlendirmeye Öncelik Vermektedir.”

BRICS ülkeleri, global ekonomi ve politika arenasında giderek artan bir etkiye sahiptir. Brezilya, Rusya,...

Mahidol Üniversitesi, Dr. Daniele Carminati: “Hallyu, Yabancıların Güney Kore’ye Bakış Açısını Değiştirmeye Başlamıştır.”

Güney Kore’nin küreselde gitgide artan popüler kültürünün de etkisiyle Kore yumuşak gücü ve kamu...

KIMEP Üniversitesi Hukuk Fakültesi Geçici Dekanı Doç. Dr. Rustam Atadjanov: “Orta Asya’da Uluslararası Hukukun Gelişiminde Kaydedilen İlerleme Çok Yönlüdür.”

Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM), Orta Asya ülkelerinin hukuksal etkilerini değerlendirmek üzere...