Binlerce yıldır yan yana yaşayan Asya medeniyetleri olan Çin ve Hindistan, insanlığın geleceğini inşa etme konusunda ortak düşünceleri paylaşmaktadır. Çin halkı, eski çağlardan beri “ortak çıkarlar için dürüst ve adil bir dünya” vizyonunu benimsemiştir. Eski Hint edebiyatındaki “Vasudhaiva Kutumbakam (Dünya Tek Bir Ailedir)” ifadesi de dünyanın refahını, bireysel çıkarların önünde tutan küresel bir perspektif sunmaktadır. Doğunun bilgeliğine sahip iki ulus, “Asya Yüzyılı” çerçevesinde dünyanın geleceğini tayin etme sorumluluğuna, yeteneğine ve fırsatına sahiptir.
Soğuk Savaş’ın sona ermesinden ardından Batı liderliğinde sözde “tek kutuplu sistem” ortaya çıkmıştır. 21. yüzyılın başlangıcında ise Asyalı aktörlerin uluslararası arenadaki yükselişine tanıklık edilmiştir. Hindistan ve Çin gibi hızla büyüyen ekonomilerin önderlik ettiği bu yüzyıl, Batı’nın hegemonyası karşısında çok taraflılığı teşvik eden alternatif bir dünya modeli sunmaktadır.[1] Fakat Batı’nın Asyalı aktörlerden özellikle Rusya ve Çin’e karşı göstermiş olduğu mücadele, küresel rekabetin derinleşmesine ve devamında kutuplaşmanın artmasına neden olmuştur. Tam da bu noktada, Asyalı olmakla birlikte Batılı demokrasinin bir parçası olarak gösterilen Hindistan, çok taraflılık çerçevesinde Asya Yüzyılı’nı inşa etme noktasında Rusya ve Çin’le birlikte hareket etmekte zorlanmaya başlamıştır.
Dünya artık bir “barışsızlık çağında” yaşarken[2] ve dünyada sürekli bir kaos-çatışma hali mevcutken; işbirlikçi bir Asya düzenine dair umutlar giderek azalmaktadır. Geleceği birlikte inşa etme vizyonuna sahip en büyük Asyalı aktörlerden Hindistan ve Çin, son yıllarda sınır çatışmalarına sıkışıp kalmış durumdadırlar ve bu tür anlaşmazlıklar, her iki ülkenin de enerjilerini tüketmelerine neden olmaktadır. Esasında kriz-çatışma-blok siyaseti, Batı’nın Asya’ya yönelik tahakküm politikalarında önemli bir yer tutmaktadır. Bu anlamda Yeni Delhi ve Pekin, Batı’nın Asya’daki kriz siyasetine karşı koymaya çalışan kritik aktörler konumundadırlar.
2020 yılında patlak veren son sınır çatışmalardan bu yana Hindistan ve Çin’in itidalli politikalarını sürdürdükleri görülmektedir. Askeri-diplomatik anlamdaki bu yumuşamaya rağmen iki aktör arasındaki gerginlik ve karşılıklı güvensizliğin devam ettiği söylenebilir. Öyle ki siber alandaki rekabet, bu güven bunalımını körüklemektedir. Hindistan’ın bilgi güvenliğini korumak için Çin’e ait uygulamaları yasaklaması bu krizi derinleştirmiştir. Siber alandaki bu güvensizlik, ikili ticarete de yansımıştır. Hindistan, ulusal ekonomik güvenliğini tesis etmek amacıyla hassas sektörlerdeki Çin yatırımlarına daha sıkı kontrol getirmiştir. Buna göre Çin’den gelecek doğrudan yabancı yatırımlarda artık Hindistan Hükümeti’nin onayına ihtiyaç duyulacaktır.[3]
Ekonomi alanındaki rekabet, bir süre sonra Hint Okyanusu ve Güney Çin Denizi’ne de uzanmıştır. Galvan Vadisi’ndeki son çatışmalardan sonra Hindistan, Güney Çin Denizi’ne bir savaş gemisi göndererek Çin’in “arka bahçesine” müdahil olabileceğine dair ciddi bir uyarı mesajı vermiştir. Buna cevap olarak Çin, Sri Lanka limanlarına uzay araştırma gemilerini göndererek Hindistan’ın “arka bahçesine” rahatlıkla ulaşabileceği izlenimi yaratmıştır.
Yeni Delhi’nin son yıllarda Pekin’e karşı izlediği stratejilerin arka planında, Batı’nın yarattığı ve daha sonra büyüterek Asyalı ülkelere sunmuş olduğu sözüm ona “Çin tehdidi” algısı yatmaktadır. Çin, Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında Hindistan için de bir koridor önermesine rağmen Batı’nın yarattığı bahsi geçen korkular nedeniyle Yeni Delhi, bu projeye sıcak bakmamaktadır. Aksine Hindistan, Çin sınırındaki altyapıyı ve tahkimatı da güçlendirmiş, bu kapsamda yollar, köprüler ve tüneller inşa ederek Ordu’nun sınır bölgelerine kolay ve hızlı hareket edebilmesi için çalışmıştır. Genel itibariyle Çin, askeri açıdan Hindistan’dan üstün olduğu için Yeni Delhi, sınır bölgesinde avantaj elde etmek için Amerikan Ordusu’ndan almış olduğu yüksek irtifa savaş eğitimlerine ağırlık vermiştir.
Siber, ekonomik ve askeri rekabete ek olarak diplomatik alandaki çekişmeler de dikkat çekmiştir. Hindistan Dışişleri Bakanı Dr. S. Jaishankar, birçok kez, sınır ihlalleri devam ederse Hindistan ile Çin arasında dostluğun mümkün olamayacağını açıkça ifade etmiştir.[4] Bu yılın Mayıs ayında gerçekleşen ŞİÖ Dışişleri Bakanları Toplantısı’nda konuşan Dr. S. Jaishankar, şu ifadeleri kullanmıştır:
“Hindistan-Çin ilişkileri normal değildir. Sınır bölgelerindeki barış ve huzur bozulursa bu ilişkiler hiçbir zaman normal olmaz. Bu diplomatik, ekonomik ve askeri olayların tümü, ilişkilerin kötüleştiğine işaret ediyor.”
Hindistan, bu adımlarını ulusal güvenliğini korumak adına atılan savunma hamleleri olarak açıklamaktadır. Çin’in gözünde ise Hindistan, sınırda sürekli bir hareketlilik yaratarak çatışma ortamını körüklemektedir. Geniş bir perspektiften bakıldığında, her iki aktörün de Batı menşeli kriz siyasetinin birer parçası olabilecekleri tehlikesi görülmektedir. Eğer Hindistan ve Çin, kazan-kazan işbirliği çerçevesinde bir araya gelerek Asya Yüzyılı’nı gerçekleştirmeyi başaramazlarsa, Asya’daki krizlerin önünü alabilmek neredeyse mümkün olmayacaktır.
[1] “India-China Relations: The End of Hope for an Asian Century”, South Asian Voices, https://southasianvoices.org/india-china-relations-the-end-of-hope-for-an-asian-century/, (Erişim Tarihi: 28.10.2023).
[2] Mark Leonard’ın “Barışsızlık Çağı” kitabına atfen kullanılmıştır.
[3] “India-China Relations: The End of Hope for an Asian Century”, a.g.e., (Erişim Tarihi: 28.10.2023).
[4] Aynı yer.