Brüksel; NATO üyesi 29 ülkenin liderleri teşkilat tarihinin oldukça sıkıntılı sayılabilecek zirvelerinden birine ev sahipliği yapıyor. Sıkıntının onlarca nedeni var ama sadece bir tanesi bile başlı başına yeterli: ABD Başkanı Donald Trump. Dolayısıyla NATO Zirvesi; ABD ve “Ötekiler” arasında daha başlamadan önce krizlere sahne olmaya başlamış durumda.
Başkan Trump’ın Almanya Şansölyesi Angela Merkel’e Washington ziyaretinde dayattığı NATO Faturalarının benzerlerini diğer ittifak üyelerinin bir kısmının önüne koyması bekleniyor. Nitekim Zirve’nin ana konularına ve özellikle de Trump’ın zirve öncesinde sosyal medya hesabından paylaştığı mesaja bakıldığında bu husus çok net bir şekilde görülebiliyor.
Brüksel Zirvesi altı ana başlık altında gerçekleşiyor: “Caydırıcılık ve Savunmayı Güçlendirme”, “Terörle Mücadele ve İstikrarı Yayma”, “Avrupa Birliği (AB) ile İş Birliğini Güçlendirme”, “NATO’yu Modernleştirme”, “Daha Adil Sorumluluk Paylaşımı”, “Ortak Değerler ve Transatlantik Birlik”.
Aslında burada iki ana gündem maddesinden bahsedilebilir: Birincisi ABD-AB ilişkilerinin geleceği ve bunun NATO’ya yansıması. İkincisi ise “sorumluluk paylaşımı”. Zirvede, söz konusu ilk husus “AB ile İş Birliğini Güçlendirme” başlığı altında yer alıyor. Bu başlık, ABD-AB arasındaki kopuş sürecinin resmen ilanı ile eşdeğer. İkinci husus ise “Daha Adil Sorumluluk Paylaşımı” adı altında başta Almanya olmak üzere, AB üyesi ülkelere “pamuk eller cebe” mesajını içeriyor.
ABD “Yeni Kazlar” Peşinde…
Nitekim Trump Zirve öncesi dokuz NATO üyesine savunma harcamalarını artırmaları yönünde bir mektup yolluyor ve sosyal medya hesabından da şu mesajı paylaşıyor: “ABD, NATO’ya tüm müttefiklerden çok daha fazla katkı sağlıyor. Bu adil değil ve kabul edilemez.”
Avrupa ve bu noktada AB üyesi ülkeler aynen Körfez Ülkeleri gibi güvenliklerinin teminatı karşılığı olarak ABD’ye para vermeye zorlanıyor. Trump’ın Kırım ve Doğu Ukrayna üzerinden Rusya tehdidini teşvik etmesi ve bunu devamlı şekilde gündemde tutmasının altında da aslında bu ince hesap yatıyor. Avrupa’da Rus tehdidi, Körfez’de ise İran; yerseniz tabi…
Burada AB üyesi ülkelere çekilen muamele aslında düne kadar Körfez Ülkelerine çekilen ile eşdeğer. AB, gelinen aşama itibarıyla ABD nezdinde artık “İkinci Körfez”, yolunması gereken yeni bir kazdır.
Bu arada Trump’ın Almanya için kullandığı “tutsak” ifadesi de çok yanlış sayılmaz. Fakat burada çok ufak bir düzeltmeye ihtiyaç var. Düzeltilmesi gereken husus, Almanya’nın Rusya’nın değil ABD’nin tutsağı olduğudur.
Peki, Trump bunun farkında değil mi, bunu bilmiyor mu? Elbette biliyor. Trump, aslında bu ifadesiyle Almanya’nın Rusya’nın desteğiyle daha bağımsız olmaya yönelik bir politika izlemeye çalıştığının farkında olduklarını ama buna müsaade etmeyeceklerini söylüyor. Yani Trump, ayrıca ikinci bir Türkiye-Rusya ilişki sürecine göz yummayacaklarını burada dolaylı bir şekilde ifade ediyor.
Peki, başta Almanya olmak üzere bu dokuz üye daha fazla para ödemeyi reddederse ne olur? Bunun da cevabı çok zor değil. Öncelikle Rus tanklarının önü açılır akabinde ise Avrupa’nın bir şekilde destek verdiği “uluslararası terör örgütleri”nin yeni adresi haline dönüşürler. İsterlerse bir denesinler? Ya da mevcut örneklere şöyle bir baksınlar…
AB’den Sıkıntılı Boşanma Sürecinin Bir Diğer Adı: Brexit
İngiliz halkı AB’den ayrılma yönünde bir irade ortaya koyduğunda bu işin çok kolay olacağını zannediyordu. Fakat yaşanan gelişmeler bir başbakanın (David Cameron) başını yediği gibi, bir diğerininkini de (Theresa May) yemek üzere.
Nitekim İngiltere’de “Brexit istifaları” devam ediyor. Siyasi kriz daha da derinleşebilir. Peki, İngiliz halkı (ve hükümeti) önce neden ayrılalım dedi, şimdilerde ise yok ayrılmayalım ya da en azından yumuşak bir ayrılış süreci olsun diyor? Aslında bunun cevabı çok zor değil. Kısaca izah etmek gerekirse…
İlk husus elbette ekonomik nedenlere dayanıyor. Daha somut bir ifadeyle 2008 krizi ve bunun İngiltere’ye yansımaları Brexit’te önemli bir yere sahip. İngiliz halkı bu kriz ile birlikte aslında AB’nin hiç de abartıldığı gibi bir ekonomik güç olmadığını gördü. Oysa AB tüm dünyaya bir ekonomik dev olarak lanse ediliyordu. Anlaşıldı ki dev olan AB değil, Almanya… Dolayısıyla İngiltere bu krizin kendisine bir takım olumsuz yansımaları olabileceği endişesine girdi.
İkinci husus; tüm dünyayı etkisi altına alan ve AB’de de etkisini gösteren hızlı ulus-devlet sürecine dönüş idi. Yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve İslamofobinin Avrupa’da hızlı bir şekilde yükselişe geçişi, mülteci akınıyla birlikte “AB Komşuluk Politikası”nın çöküşü ve Avrupa’da ortaya çıkan güvenlik sorunları İngiltere’yi bu yönde bir değerlendirmeye itmiş görünüyor. İngiltere, AB’nin bu bağlamda daha fazla devam edemeyeceğini öngörerek yeni sürece hazırlıksız yakalanmamak adına üyeliğini sonlandırmışa benziyor.
Üçüncü husus; AB’nin aslında Almanya’nın Batı’ya doğru politikasının bir parçası olduğunu ve İngiltere’nin de burada kullanıldığını gördü. İngiltere, AB’den ayrılarak AB içindeki Doğu Avrupa ağırlıklı Almanya karşıtlığını daha da arttırmayı ve böylece AB’nin dağılma sürecini hızlandırarak öteki Avrupa ile daha derin bir işbirliğini hedeflemiş görünüyor.
Dördüncü husus; İngiltere ABD’nin zayıflayan gücü ile birlikte yeni uluslararası sistemde, çok kutuplu dünyanın bir parçası olarak burada yer almak istedi. Yani, İngiltere’nin hesabı AB ve ABD’den daha bağımsız hareket ederek, sahip olduğu Commonwealth’e dayanarak Yeni Yalta sürecinde bir kutup olmaktı.
Peki, İngiltere Şimdi Neden Kıvırıyor?
Söyleyelim. Öncelikle yeterince ekonomik bir güç olmadığını anladı. Daha da ötesi AB’den ayrılmanın faturasını gördü. Bu arada Trump faktörünü de unutmamak gerekiyor. İngiltere kaybetmekte olan ABD’nin giderayak kendisine de zarar verebileceğini hissetti. Dolayısıyla İngiltere zamansız bir adım attığını geç de olsa anladı ve şimdi zaman kazanmaya yönelik bir politika izliyor.
Peki, tüm bu gelişmeler karşısında Brüksel’in daha doğrusu Berlin’in takındığı tutum ne? Onu da söyleyelim: İngiltere’yi her ne pahasına olursa olsun AB şemsiyesi adı altında kontrolleri altında tutmak ve ABD ile ortak politikalar geliştirmesinin önüne geçmek. Dolayısıyla bu Brexit süreci daha çok su götürür…