Gündem her ne kadar Ortadoğu ağırlıklı olarak görünse de, aslında cadı kazanı bir tek burada kayna(tıl)mıyor. Dünyanın diğer bölgelerinde de içten içe kaynayan cadı kazanları var ama her nedense bunlar ya gündeme getirilmiyor ya da göründüğünden farklı bir şekilde resmedilmeye çalışılıyor. Dolayısıyla Ortadoğu ve özellikle de Batı dünyası merkezli kaynayan cadı kazanlarındaki fark, doğrudan doğruya olaya bakış açısı ve bu kapsamda kullanılan kavramlarla ilgili olarak karşımıza çıkıyor.
Bu bağlamda Ortadoğu; dünyanın diğer bölgelerinde yaşanan örtülü güç mücadelesinin sadece bir çatışma alanı değil, aynı zamanda yeni ittifaklaşma süreçlerinin zemininin atıldığı, test edildiği bir yer olarak karşımıza çıkıyor. Daha geniş anlamda Kafkasya, Orta Asya ve Güney Asya’yı da büyük ölçüde içine alan “Genişletilmiş Ortadoğu” üzerindeki güç mücadelesi 21. yüzyılın adını koyma ve yeni efendisi ya da efendilerini belirlemede oldukça önemli bir yere sahip.
Bunun için ABD hegemonyasının ve iddialarının akamete uğratılması, “çok kutuplu dünya” gerçeğinin Birleşik Devletler’e kabul ettirilmesi oldukça önemli. Çok kutuplu dünya için ise ABD’yi güç yapan temel sacayaklarının bertaraf edilmesi gerekiyor. Bu da iki sacayağına işaret ediyor: Avrupa ve Asya-Pasifik.
Bundan ötürü olsa gerek, İkinci Dünya Savaşı öncesi uluslararası sisteme ve bunun aktörlerine büyük ölçüde ihtiyaç duyuluyor. Zira ABD’nin süper güç olmasının yolunu açan gelişmeler, etkenler burada saklı. Muhtemelen, iki savaş arası dönemdeki krizlere (örneğin 1929 Ekonomik Buhranı), kavramlara (örneğin ırkçılık, yabancı düşmanlığı gibi), “çarpık değerlere/anlayışlara” (Batı dışındaki dünyayı reddeden “üstün ırk”, “ari ırk” gibi tüm yaklaşımlar) ve başarısız kurumsal yapılanmalara (örneğin Milletler Cemiyeti/Cemiyet-i Akvam gibi) bir kez daha şahit oluyor olmamızın altında da bu yatıyor.
ABD’nin sistematik bir şekilde darboğaza itilmesi, zayıflatılması, yalnızlaştırılması bu açıdan bir tesadüf değil. “ABD karşıtlığı” bu süreçte belirleyici bir faktör fakat o halen bunun farkında değil. ABD halen oyunun kurallarını kendisinin koyduğunu zannediyor, oysa gerçek çok farklı. Başkan Donald Trump’ın izlediği adına “önleyici” dedikleri Donkişotvari politikalar ise sadece bu ekseni daha da güçlendiriyor ve kaçınılmaz sonu hızlandırıyor.
Batı’nın kendi içerisinde bir hesaplaşmaya girmesi ve bunun teşviki elbette oldukça önemli. Almanya’nın son dönemdeki çıkışlarını bu bağlamda sadece Berlin merkezli olarak düşünmemeli. Avrupa bağımsız olmadan ve ABD’ye meydan okumadan “ötekilerin” kazanması o kadar kolay olmayacak. Berlin de elbette bunun farkında, o da aynen ABD ve “ötekiler” arasındaki mücadeleden bir “üçüncü güç” olarak çıkma peşinde. Bunun adına da dengeye dayalı çok boyutlu dış politika adını veriyorlar.
“Güçlü Almanya” – “Bağımsız ve Güçlü Avrupa”
Bu kapsamda Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas’un 27 Ağustos 2018 tarihinde Berlin’de gerçekleştirilen 16. Büyükelçiler Konferansı’nda verdiği mesajlar oldukça dikkat çekici. Almanya’nın Avrupa dışındaki en önemli müttefiki olarak tanımladığı ABD ile güçlü ilişkilerin muhafaza edilmesini arzu ettiklerini ancak Washington kaynaklı değişime de kayıtsız kalamayacaklarını ifade eden Maas, Almanya’nın tarihsel kodlarına dönüşünü ana hatlarıyla şu şekilde ortaya koydu:
- ABD yönetimi “Önce Amerika” anlayışını terk etmeli.
- Trump’ın izlediği politika transatlantik ittifakla ilgili büyük kaygılara yol açmaktadır.
- Avrupa’nın Rusya ve Çin ile birlikte ABD’nin hasmı olarak tanımlanması ve eşzamanlı olarak NATO ittifakının sorgulanması ABD’ye bakış açımızı derinden etkilemektedir.
- Avrupa (ve elbette Almanya) açısından başa çıkmak zorunda olduğu yeni bir stratejik gerçeklik oluşmaktadır.
- “Bağımsız ve güçlü bir Avrupa inşası hedefimizdir, bu bağlamda ABD ile yeni ve dengeli bir ortaklık inşası gerekmektedir.
- Çok taraflı ittifaklar için “Önce Avrupa” düşüncesi terk edilmelidir.
- Yeni müttefikler kazanmalıyız.
Açıklamalar-gelişmeler elbette bununla sınırlı değil. Bu hususta Almanya aynı zamanda entelektüel bazda da derin mesajlar veriyor; Alman tarihçi Christoph von Marschall örneğinde görüldüğü gibi…
Diğer taraftan Almanya’nın tarihsel kodlarına dönüşüne verilen tepkiler de fazlasıyla dikkat çekici. Almanya’ya “Derin Almanya” üzerinden çekilen operasyonlar burada oldukça önemli. Bir sonraki yazımda Alman tarihçi Christoph von Marschall üzerinden “Yeni Almanya”yı ve bu dönüşümünde etkili olan dış aktörleri, hedefleri ve Almanya içinde yaşanan güç mücadelesini ele almaya çalışacağım.