100. Yılında Türkiye-Afganistan İlişkileri

Paylaş

1 Mart 1921 tarihinde Moskova’da imzalanan Türkiye-Afganistan Dostluk ve İşbirliği Anlaşması’yla tesis edilen Türkiye-Afganistan diplomatik ilişkileri, 100 yıllık münasebetleri geride bırakmış ve iki ülke arasında bir asır boyunca kayda değer bir sorun yaşanmamıştır. Afgan halkının Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı’na verdiği destek nedeniyle Türk milletinin gönlünde özel bir yere sahip olduğu bilinmektedir. Benzer bir şekilde Amanullah Han döneminde Afganistan da Türk modernleşmesinden etkilenmiş ve Han, Mustafa Kemal Atatürk’ü örnek alan reformlar yapmaya çalışmıştır.[1]

Bahsi geçen dönemden itibaren iki ülke arasında tesis edilen olumlu ilişkiler, halihazırda 100 yıllık bir zaman dilimini geride bırakırken; Afganistan coğrafyasının küresel mücadelede Avrasya hâkimiyetini tesis etmek amacıyla yürütülen “Yeni Büyük Oyun”un başlıca oyun sahası haline gelmesi, Ankara-Kabil hattındaki ilişkilerin daha da derinleştirilmesini gerektirmektedir. Bu noktada ilk olarak Afganistan’ın jeopolitik önemine değinilmelidir.

Yaklaşık 36 milyon insanın yaşadığı Afganistan; Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan, İran, Pakistan ve Çin’le sınırdaştır.[2] Güney Asya bölgesinde yer alan bu ülke, komşusu olan devletlerden de anlaşılacağı gibi, Ortadoğu ile Orta Asya arasında bağlantı kuran bir geçit konumundadır. Bu nedenle de gerek 19. yüzyılda Britanya İmparatorluğu ile Rusya Çarlığı arasında yürütülen “Büyük Oyun”da gerekse de Avrasya coğrafyasına hâkim olmak için sürdürülen “Yeni Büyük Oyun”da Afganistan, büyük güçlerin ilgisini çekmiş ve çekmeye devam etmektedir.

Tüm jeopolitik teorilerde özel önem atfedilen söz konusu ülke, dünyanın kalbi olarak tanımlanan Avrasya coğrafyasının anahtarı konumundadır.[3] Bu sebeple 1979 ile 1989 yılları arasında Sovyetler Birliği’nin işgaline maruz kalan Afganistan, 7 Ekim 2001 tarihinden beri de Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) kuvvetlerinin konuşlandığı bir ülkedir.

Kuşkusuz dış müdahaleler Afganistan’ı istikrarsızlaştırmıştır. Özellikle de Sovyetler Birliği’ne karşı mücahitleri destekleyen Washington yönetiminin Sovyetler Birliği’nin çekilmesi sonrasında ortaya çıkan iç savaş ve Taliban iktidarında dolaylı payının bulunduğu söylenebilir. Yine bu durum, 2001 yılında Afganistan’a yapılan Amerikan müdahalesinin de temel gerekçesidir.

Son dönemde ise ABD’nin Doha Anlaşması çerçevesinde Afganistan’dan çekilmesi yönünde bir beklenti oluşmuştur. Ancak Donald Trump döneminde imzalanan bu anlaşmanın uygulanması hususunda Joe Biden’ın istekli olmadığı ve çekilme planını ertelediği görülmektedir. Biden’ın bu tutumu, Taliban tarafından savaş sebebi olarak değerlendirildiği gibi, Taliban heyetlerinin Rusya ve İran’daki temasları da Afganistan’da Taliban’ın Moskova ve Tahran’ın vekalet savaşçısı olarak kullanılabileceğine işaret etmektedir.

Diğer taraftan Biden yönetimi, Çin’in Kuşak-Yol Projesi’nde önemli bir güzergâh ülkesi olan Afganistan’daki Amerikan unsurlarının çekilmesi halinde, buradaki güç boşluğunun Çin tarafından doldurulmasından endişelenmektedir. Dolayısıyla Afganistan, büyük güçlerin çeşitli hesaplarına tanıklık etmekte; fakat bu da ülkede kalıcı istikrarın sağlanmasını zorlaştırmaktadır.

Türkiye ise Afganistan’a hiçbir zaman sömürgeci emellerle yaklaşmamıştır. Aksine her dönemde Türk karar alıcılar, güçlü ve istikrarlı bir Afganistan’ın Türkiye’nin çıkarlarına uygun olduğunu dile getirmişlerdir. Bu nedenle de Türkiye’nin kalkınma yardımı anlamında en çok yardımda bulunduğu ülke Afganistan’dır.[4] Bu kapsamda Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) ve Maarif Vakfı aracılığıyla Türkiye’nin bahse konu olan ülkede eğitim, sağlık ve altyapı gibi alanlarda çeşitli yardım faaliyetlerinde bulunduğu bilinmektedir. 2018-2020 aralığında Türkiye, Afganistan’ın kalkınma yardımlarına 150 milyon dolar ve NATO çerçevesindeki savunma yardımlarına da 60 milyon dolar destekte bulunmuştur.[5]

Dahası Ankara, Afganistan’da kalıcı barışın tesis edilebilmesi için yürütülen süreçlere de aktif bir şekilde katkı sağlamış ve hatta inisiyatif almıştır. Bu çerçevede Türkiye, ilk aşamada Afganistan ve Pakistan’la bir araya gelerek 2007 yılında “Üçlü Diyalog Grubu”nu kurmuş ve 2011 senesinde de “Asya’nın Kalbi-İstanbul Süreci”ni başlatmıştır.[6] Her ne kadar günümüzde Kabil Hükümet ile Taliban arasında Doha’da yürütülen müzakere süreci Türkiye’nin desteklediği; lakin arabulucu olarak ön plana çıkmadığı bir süreç olsa da mevzubahis görüşmelerde tıkanma yaşandığı ortadadır.

Taraflar arasındaki anlaşmazlıkların Doha’daki temaslar aracılığıyla aşılması son derece zor görünmektedir. Bu durum, bir yandan Afganistan’da çatışmaların tekrar başlayabileceğine işaret etse de diğer taraftan Türkiye’nin arabuluculuk hususunda bir kez daha inisiyatif aldığı yeni bir süreci de beraberinde getirebilir. Çünkü Ankara’nın Kabil’le olan 100 yıllık dostluk ilişkilerinin yanı sıra Taliban’ın da NATO kuvvetlerine yaptığı saldırılarda Türk askerini hedef almadığı görülmektedir. Çünkü Türk askeri, NATO müdahalesi boyunca Afgan halkına karşı silahını ateşlememiş ve bu operasyonda görev alan 30.000 Türk, hiçbir suça karışmamıştır. Bu da Türk askeri ile Afgan halkı arasındaki iletişimi kolaylaştırmıştır. Taliban da Türk askerinin bu imajı nedeniyle Türk askerini hedef almaktan sakınmıştır.

Kısacası Afganların büyük çoğunluğu, ülkelerindeki diğer yabancı kuvvetleri işgalci olarak görürken; Mehmetçiğe sevgiyle bakmıştır. Elbette bunda, Türkiye’nin askeri varlığının ötesinde, devlet düzeyinde Afganistan’a yalnızca güvenlik perspektifiyle bakmaması ve bu ülkenin sosyal ve ekonomik kalkınmasına odaklanması etkili olmuştur. Ayrıca Türkiye, sınırlarını Afganistan’dan savaş nedeniyle göç etmek zorunda kalan sığınmacılara da açmış ve misafirperver bir kamu diplomasisi uygulamıştır. Buna bağlı olarak da hem Kabil hem de Taliban, Türkiye’yi düşman olarak görmemiştir. Zira Türkiye, Afgan halkının gönlüne hitap etmeyi başarmıştır.

Tüm bu nedenlerden ötürü Afganistan’ın yeniden inşasında ve Doha’daki sürecin başarısız olması halinde yapılmak istenecek yeni barış görüşmelerinde, Türkiye’nin ön plana çıkması muhtemeldir. Böylesi bir gelişme hem Kabil yönetimi hem de Taliban açısından da en doğru seçenek olabilir. Çünkü Türkiye, İslamiyet’in radikalizme savrulmaksızın demokrasi içerisinde varlığını sürdürebildiği tek somut örnektir. Aynı zamanda Türkiye’nin hem Batı Dünyası’nın hem de İslam Dünyası’nın bir parçası olması; üstelik bunu yaparken sömürgeleşmeden milli varlığını da koruyabilmesi oldukça mühimdir. Zaten bu nedenle de Ankara, mazlum milletlerin rol modeli konumundadır.

Neticede Yeni Büyük Oyun çerçevesinde küresel hâkimiyet iddiasıyla, Afganistan’ı istikrarsızlaştıran ve istikrarsızlaştırmak isteyen aktörlerin muhtelif girişimlerinin konuşulduğu şu günlerde, Türkiye-Afganistan ilişkilerinin daha da ileri bir seviyeye taşınması tarihsel bir zorunluluktur.


[1] Kubilayhan Erman, Türk Milli Mücadelesinin Gizli Cephesi Afganistan, Gece Kitaplığı, Ankara 2014, s. 153.

[2] “Afghanistan”, CIA Factbook, https://www.cia.gov/the-world-factbook/static/cdb4d11d2d2e8ebfd753defcea9dd83f/AF-summary.pdf, (Erişim Tarihi: 08.02.2021).

[3] Serpil Güdül-Farida Labib Raof, “Orta Asya’da Yeni Büyük Oyun’un Anahtarı Afganistan”, Bölgesel Araştırmalar Dergisi, 4(2), 2020, s. 13.

[4] “Afganistan, Türkiye’nin En Çok Kalkınma Yardımı Yaptığı Ülke”, Anadolu Ajansı, https://www.aa.com.tr/tr/dunya/afganistan-turkiyenin-en-cok-kalkinma-yardimi-yaptigi-ulke/1519720, (Erişim Tarihi: 28.02.2021).

[5] “Türkiye-Afganistan Siyasi İlişkileri”, T. C. Dışişleri Bakanlığı, http://www.mfa.gov.tr/turkiye-afganistan_siyasi-iliskileri.tr.mfa, (Erişim Tarihi: 28.02.2021).

[6] Aynı yer.

Dr. Doğacan BAŞARAN
Dr. Doğacan BAŞARAN
Dr. Doğacan BAŞARAN, 2014 yılında Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. Yüksek lisans derecesini, 2017 yılında Giresun Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda sunduğu ‘’Uluslararası Güç İlişkileri Bağlamında İkinci Dünya Savaşı Sonrası Hegemonik Mücadelelerin İncelenmesi’’ başlıklı teziyle almıştır. Doktora derecesini ise 2021 yılında Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı‘nda hazırladığı “İmparatorluk Düşüncesinin İran Dış Politikasına Yansımaları ve Milliyetçilik” başlıklı teziyle alan Başaran’ın başlıca çalışma alanları Uluslararası ilişkiler kuramları, Amerikan dış politikası, İran araştırmaları ve Afganistan çalışmalarıdır. Başaran iyi derecede İngilizce ve temel düzeyde Farsça bilmektedir.

Benzer İçerikler