Analiz

Altınla Büyüyen Çatışma ve Sessizlikle Büyüyen Felaket: Sudan

Sudan, bir iç savaştan çok daha fazlasını ifade eden bir trajedinin adına dönüşmüştür.
Sudan, 15 Nisan 2023 tarihinden bu yana süregelen bir iç savaşın pençesinde hayatta kalma savaşı vermektedir.
Türkiye’nin Afrika Birliği’yle koordinasyon içinde bir barış konferansına ev sahipliği yapması veya Sudanlı taraflara kolaylaştırıcı bir masa sunması mümkündür.

Paylaş

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

Sudan, 15 Nisan 2023 tarihinden bu yana süregelen bir iç savaşın pençesinde hayatta kalma savaşı vermektedir. Bu yüzyılın en büyük insani felaketlerinden biri olmasına rağmen bu krizin görünürlüğü, Gazze ya da Ukrayna kadar yüksek değildir. Ülke genelinde yaşanan çöküş, sadece bir siyasi iktidar kavgasının ürünü değil, aynı zamanda jeopolitik çıkarlar, yeraltı kaynakları ve uluslararası kayıtsızlığın ortaya çıkardığı sistematik bir çözülmenin sonucudur. Sudan’da yaşananların çok katmanlı bir trajedi olarak okunması, sahadaki insani yıkımı anlamak için elzemdir.

2023 yılında Sudan Silahlı Kuvvetleri (SAF) ile Hızlı Destek Kuvvetleri (RSF) arasında patlak veren çatışma, aslında 2019 devrimiyle başlayan sivil geçiş sürecinin iflas ettiğini göstermekteydi. General Abdulfettah el-Burhan liderliğindeki SAF ile General Hemedti komutasındaki RSF arasındaki güç savaşı, önceleri siyasi bir krizin yansıması gibi görülse de zamanla etnik, ekonomik ve sosyo-politik katmanlara bürünmüştür. Bu süreçte Darfur, Kordofan ve Hartum gibi bölgeler doğrudan hedef haline gelmiştir. Özellikle Darfur’da Masalit halkına yönelik süren sivil kıyımlar, uluslararası hukukta soykırım olarak nitelendirilebilecek bir vahşetin izlerini taşımaktadır.

2025 yılının ilk ayları, savaşın şiddetinin daha da arttığı ve yeni bir aşamaya geçildiği bir döneme işaret etmektedir. Mart ayında Hartum’da kontrolü yeniden ele geçiren SAF, stratejik açıdan önemli bir kazanç elde etmiş gibi görünse de ülke genelindeki güvenlik durumu kaotik yapısını korumuştur. Bu sürecin hemen ardından nisan ayında Darfur’da yer alan Zamzam kampına yönelik RSF saldırısı, insanlık dışı eylemlerin ulaştığı noktayı gözler önüne sermiştir. İçinde yüz binlerce yerinden edilmiş insanın yaşadığı kamp, sistematik bir şekilde hedef alınmış, siviller toplu şekilde katledilmiştir. Bu saldırıda en az 400 kişi hayatını kaybetmiş, kamp neredeyse kullanılamaz hale gelmiştir.[1]

Mayıs ayı ise RSF’nin savaşı ülkenin doğu sınırlarına taşımasıyla dikkat çekmiştir. Port Sudan, uzun süredir SAF kontrolünde olması nedeniyle bir sığınak ve geçici başkent fonksiyonu görüyordu. Ancak RSF tarafından düzenlenen İHA saldırıları, bu alanın da artık savaşın doğrudan hedefi olduğunu göstermiştir. Bu saldırılarda hem altyapılar hem de sivil tesisler zarar görmüş, insani yardım girişleri ciddi sekteye uğramıştır. Bu, RSF’nin savaş stratejisini değiştirerek yalnızca kara kontrolüne değil, psikolojik savaşa da yönelmeye başladığını göstermektedir.

Sudan’daki iç savaşın temel tahribatı sadece ölülerle, yıkılan şehirlerle ya da kaybolan altyapılarla da sınırlı değildir. Yaklaşık 13 milyon kişi yerinden edilmiş, 3 milyondan fazlası komşu ülkelere sığınmak zorunda kalmıştır.[2] Ülke içinde yardıma erişim neredeyse imkânsız hale gelmiş; Birlemiş Milletler (BM) ve sivil toplum kuruluşları, çalışma sahalarını terk etmek zorunda kalmıştır. Güvenli suya erişim oranı dramatik şekilde düşmüş, salgın hastalıklar kontrolsüz şekilde yayılmaya başlamıştır. Tıbbi malzeme yokluğu, göçmen kamplarında doğum oranlarını düşürmüş; kadın ve çocuklar en korumasız gruplar haline gelmiştir. Bu noktada Sudan halkı, adeta dünyanın unuttuğu bir çöl harabesinde hayatta kalmaya çalışmaktadır.

Bu kadar büyük bir yıkım karşısında uluslararası kamuoyunun suskunluğu ise başka bir trajediyi doğurmaktadır. Sudan’daki trajedinin uluslararası medyada hak ettiği ilgiyi görmemesi, yalnızca bir tesadüf değil, medya sektörünün yapısal dinamiklerinin bir yansımasıdır. 2024 yılında Reuters ve BBC gibi önde gelen haber ajansları, Sudan’daki krize, Gazze veya Ukrayna’ya kıyasla çok daha az yer vermiştir. Bu durum, haber değeri algısının jeopolitik çıkarlarla şekillendiğini göstermektedir.

Gazze, Batı Dünyası’nın siyasi ve kültürel gündemiyle doğrudan bağlantılıyken; Ukrayna, enerji güvenliği ve Avrupa’nın istikrarı gibi konuları ilgilendirmektedir. Sudan ise Afrika’nın “sessiz” bir köşesinde enerji tedarik zincirlerinde kritik bir rol oynamadığı için medya önceliklerinde geri planda kalmaktadır. Sosyal medya platformlarında Sudan’la ilgili içeriklerin düşük etkileşim oranları, izleyici alışkanlıklarının da bu görünmezlikte etkili olduğunu ortaya koymaktadır. Bu durum, Sudan halkının trajedisini yalnızca fiziksel bir çöldeki harabeye değil, aynı zamanda küresel medya gündeminin ıssız bir köşesine mahkûm etmektedir. Öte yandan ne BM Güvenlik Konseyi’nde etkin bir diplomatik çaba görülmekte, ne de Afrika Birliği kriz yönetiminde belirleyici bir rol üstlenebilmektedir. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Avrupa Birliği (AB) de Ukrayna ya da Gazze gibi alanlara yönelik sergiledikleri refleksleri Sudan için göstermemektedir.

Sudan’ı bu kadar önemli kılan unsurlar sadece insanlık trajedileri değil; aynı zamanda sahip olduğu stratejik konum ve yeraltı kaynaklarıdır. Afrika’nın en büyük altın rezervlerinden birine sahip olan ülkede, ayrıca petrol, uranyum, demir ve krom gibi stratejik madenler bulunmaktadır. Özellikle altın hem RSF hem de SAF tarafından savaşı finansman aracı olarak kullanılmaktadır. Bu kaynaklar, sadece yerel gruplar arasındaki gücü değil, aynı zamanda küresel güçlerin Sudan’a olan ilgisini de şekillendirmektedir. Rusya’nın African Corps (önceki Wagner) üzerinden bölgedeki etkisini artırmaya çalışması, Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) RSF’ye silah ve lojistik destek sağladığı iddiaları ve İran’ın orduya yönelik ilgisi ve desteği, bu çıkar çatışmalarının karmaşıklığını ortaya koymaktadır.

Geldiğimiz noktada Sudan, sadece iç savaş yüzünden değil, aynı zamanda küresel güçlerin ilgisizliği, medyanın gözlerini kapaması ve yerel aktörlerin çözüm iradesi göstermemesi nedeniyle çöküşe doğru ilerlemektedir. Sahada her geçen gün daha da yayılan çatışma alanları, komşu ülkeleri de istikrarsızlığa sürükleyebilir. Bu durum, sadece Sudan’a değil, Afrika Boynuzu ve Sahel hattındaki bütün dengelere zarar verebilir. Sudan Krizi’nin kontrol altına alınması, sadece şiddetin durmasıyla mümkün değildir; aynı zamanda sosyoekonomik yeniden yapılanma, adalet mekanizmalarının kurulması ve tarafsız uluslararası arabuluculuk sürecinin başlatılması gerekir.

Bu süreçte Türkiye’nin üstlenebileceği rol, sadece insani yardımla sınırlı kalmayacak kadar çok yönlü olabilir. 2023 yılından itibaren Türk Kızılay’ı, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) ve Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) gibi kurumlar aracılığıyla hızla Sudan’daki çatışmalardan etkilenen bölgelere gıda, sağlık hizmetleri, çadır ve temiz su gibi temel insani yardımlar ulaştırılmıştır. Türkiye’nin Hartum Büyükelçiliği, çatışmaların şiddetlendiği dönemlerde tahliye ve diplomatik kriz yönetimi alanında aktif bir işlev üstlenmiş; Ankara hem SAF hem de RSF ile temas kurabilen az sayıdaki tarafsız aktörlerden biri olmayı sürdürmüştür. Aynı zamanda Türkiye, Afrika Açılım Politikası kapsamında 2005 yılından bu yana sahada edindiği diplomatik, insani ve kültürel birikimi sayesinde bölge halkı nezdinde ciddi bir güven inşa etmiştir. Bu birikim, Türkiye’yi sadece insani yardım sağlayan değil, aynı zamanda kriz yönetiminde etkin rol oynayabilecek bir denge unsuru haline getirmektedir.

Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin Afrika Birliği’yle koordinasyon içinde bir barış konferansına ev sahipliği yapması veya Sudanlı taraflara kolaylaştırıcı bir masa sunması mümkündür. Sudan’da barışın sağlanması, yalnızca ateşkesle değil, kapsamlı bir yeniden yapılanma ve arabuluculuk süreciyle mümkündür. Türkiye, Afrika Birliği’yle koordinasyon içinde, SAF ve RSF liderlerini, yerel sivil toplum temsilcilerini ve bölgesel aktörleri (Mısır, Etiyopya, Suudi Arabistan, BAE) bir araya getiren bir barış konferansına ev sahipliği yapabilir. Etiyopya-Tigray Savaşı’nda Afrika Birliği’nin arabuluculuğuyla elde edilen başarı, Sudan için bir model teşkil edebilir. Bu süreçte Türkiye, insani yardım ve altyapı projeleri gibi ekonomik teşvikler sunarak tarafları masaya çekebilir; aynı zamanda tarafsız bir arabulucu olarak güven inşa edebilir. BM Güvenlik Konseyi’nin, RSF’nin altın ticaretine yönelik yaptırımları sıkılaştırması ve barışı koruma misyonlarını yeniden değerlendirmesi de çatışmanın kontrol altına alınmasında kritik olacaktır. Uzun vadede Sudan’ın sosyoekonomik toparlanması için uluslararası bir kalkınma fonu kurulması, Türkiye’nin TİKA ve AFAD gibi kurumlarının deneyimleriyle desteklenebilir.

Ek olarak, Türkiye’nin Afrika’da geliştirdiği “sivil-asker entegrasyonlu diplomasi modeli”, Sudan gibi çatışma sonrası yeniden inşa sürecine ihtiyaç duyan ülkeler için uygulanabilir bir örnek teşkil etmektedir. Jeopolitik olarak daha aktif bir dönemden geçen Türkiye’nin Sudan’daki bu “sessiz felaketi” önlemede diplomasi, kalkınma ve insani yardım hatlarını eş zamanlı kullanması hem bölge halkı hem de küresel istikrar adına önemli bir katkı olacaktır.

Gelecek aylarda Sudan’da yeni bir barış konferansının organize edilmesi gündeme gelebilir. Özellikle Afrika Birliği’nin Etiyopya-Tigray Savaşı’nda edindiği arabuluculuk tecrübesini Sudan için devreye sokması muhtemel ve elzemdir. RSF’nin sınır ötesi ticaret yollarını denetleme hevesi, çatışmanın çevre ülkeleri kapsayan bir yapıya evrilme riskini taşımaktadır. Bu nedenle Afrika içi diplomasi kadar BM ve Arap Birliği gibi yapıların daha etkin pozisyon alması beklenmelidir. Sudan’da süren savaş, eğer bölge dışı aktörlerin nüfuz mücadelesine dönüşürse bu sadece Sudan halkı için değil, Afrika’nın istikrarı için de geri dönüşü olmayan zararlar doğurabilir.

Sonuç olarak Sudan, bir iç savaştan çok daha fazlasını ifade eden bir trajedinin adına dönüşmüştür. Bu trajedi, sadece silahlı gücün halkın üzerine yağdırdığı mermilerle değil; aynı zamanda uluslararası sistemin çifte standartlarıyla, medya görmezliğiyle ve jeopolitik hesapların insan hayatından önde tutulmasıyla beslenmektedir. Sudan’da olup bitenleri kayıtlara geçirmek, sadece bir sorumluluk değil, aynı zamanda insani vicdanın ve analitik aklın gereğidir. Aksi takdirde bu felaket, gelecekte benzer çöküşlerin prototipi haline gelecektir.


[1] OCHA. Sudan: Displacement in Zamzam Camp, North Darfur State – Flash Update No. 01. ReliefWeb, April 15, 2025. https://reliefweb.int/report/sudan/sudan-displacement-zamzam-camp-north-darfur-state-flash-update-no-01-15-april-2025 (Erişim Tarihi: 04.05.2025).

2 United Nations High Commissioner for Refugees (UNHCR), “Sudan Situation Update”, https://www.unhcr.org/emergencies/sudan-emergency (Erişim Tarihi: 04.05.2025).

Göktuğ ÇALIŞKAN
Göktuğ ÇALIŞKAN
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde lisans eğitimi alan Göktuğ ÇALIŞKAN, aynı süreçte çift anadal programı kapsamında üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yer alan Uluslararası İlişkiler bölümünde de eğitim görmüştür. 2017 yılında lisans mezuniyetini tamamladıktan sonra Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde yüksek lisans programına başlayan Çalışkan, bu programı 2020 yılında "Hindistan Şiiliği ve İran’ın Hindistan Politikasının Yumuşak Güç Çerçevesinde Değerlendirmesi: Kontrüktivist Bir Bakış" adlı teziyle başarı ile tamamlamıştır. 2018 yılında ise çift ana dal programı kapsamında eğitim gördüğü Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun olmuştur. Millî Eğitim Bakanlığı Yurtdışı Seçme ve Yerleştirme (YLSY) programı kapsamında Fransa’da dil eğitimi alan Göktuğ Çalışkan, ardından Fas’ta bulunan Uluslararası Rabat Üniversitesinde 2. yüksek lisansını "La Présence Chinoise En Afrique Et L’évaluation De La Politique Africaine De La Chine Dans Le Contexte Du Projet « La Ceinture Et La Route » : Les Cas du Kenya et de l’Ouganda" (Çin'in Afrika'daki Varlığı ve Çin'in Afrika Politikasının Kuşak ve Yol Projesi Bağlamında Değerlendirilmesi: Kenya ve Uganda Örnekleri) teziyle 2022 yılında tamamlamıştır. Aynı zamanda Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisi olan Çalışkan, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde de doktorasına devam etmektedir. Çalışkan, ayrıca YLSY kapsamında Fas’ta yine Uluslararası Rabat Üniversitesi’nde doktoraya başlamıştır. Ankasam Uluslararası İlişkiler uzmanı olarak çeşitli konularda röportajları ve analizleri bulunan Çalışkan, kitap bölümleri, makaleler ve kitap incelemelerine de devam etmektedir. Çalışkan, iyi derecede İngilizce ve Fransızca bilmekte olup, Çin-Afrika İlişkileri, Sahel, Sahel’de Din ve Güvenlik, İran, Şiilik, Hindistan, Gıda Güvenliği, Afrika'da İklim, İsyanlar ve Terörizm, Afrika Jeopolitiği, Kuşak ve Yol Projesi, Orta Asya üzerine akademik çalışmalarını sürdürmektedir.

Benzer İçerikler