Analiz

Batı’nın Filistin Söylemi ile Kıbrıs Çelişkisi

AB’nin Filistin’de iki devletli, Kıbrıs’ta ise tek devletli çözümü savunması, Batı’nın çifte standardını açıkça göstermektedir.
KKTC, enerji projelerinde “zorunlu paydaş” konumuyla ve güvenlik kaygılarının meşruiyetiyle uluslararası alanda daha görünür hale gelmektedir.
Federasyon modeli tükenmişken, iki devletli çözüm hem Türk tarafının haklı beklentisi hem de bölgesel barışın en gerçekçi alternatifi olmuştur.

Paylaş

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

Soğuk Savaş sonrasında Batı ittifakının bütünlüğü, zamanla farklı krizler karşısında sınanmış olsa da özellikle son yıllarda transatlantik ilişkilerde ortaya çıkan çatlaklar artık daha görünür ve derinlemesine bir hal almıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) tek yanlı dış politika eğilimleri, Avrupa Birliği’nin (AB) normatif iddialarıyla örtüşmediği ölçüde, Batı içinde hem stratejik öncelikler hem de bölgesel meselelere yaklaşım tarzları bakımından belirgin ayrışmalar yaşanmaktadır. Bu ayrışma, yalnızca büyük güçler arasındaki jeopolitik rekabetin değil, aynı zamanda uluslararası sistemde normatif değerlerin tutarlılığının da sorgulanmasına yol açmaktadır. İsrail-Filistin meselesi ve Kıbrıs Sorunu gibi kronikleşmiş çatışma alanları, Batı dünyasının iç çelişkilerini açığa çıkaran güncel örnekler olarak öne çıkmakta; AB’nin iki devletli çözüme dair söylemlerinin pratikteki karşılığının ne kadar seçici olduğunu göstermektedir.

Batı Dünyası’nda Donald Trump’la birlikte belirginleşen ABD-AB ayrışması, son yıllarda İsrail-Filistin meselesi üzerinden somut bir sınamadan geçmektedir. ABD’nin İsrail yanlısı yalnızlık siyasetine karşılık, Avrupa’da birçok ülkenin Filistin’i tanıma sürecine girmesi hem transatlantik ilişkilerde bir kırılma hem de Batı içindeki çifte standartların açığa çıkması anlamına gelmiştir. Birleşik Krallık, Kanada, Avustralya ve Portekiz’in ardından Fransa, Belçika, Lüksemburg, Malta, Lihtenştayn ve Yeni Zelanda’nın da Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda tanıması veya tanımaya hazırlanması, 193 üye devletten 157’sinin Filistin’i tanımasıyla sonuçlanacak ve AB içindeki tanıyan ülke sayısını 12’den 17’ye çıkaracaktır. Bu gelişme, İsrail’in yerleşim politikalarıyla sahada fiilen tasfiye etmeye çalıştığı iki devletli çözümün sembolik de olsa uluslararası düzeyde yeniden canlandırıldığını göstermektedir.[i]

Fransa, Lüksemburg, Belçika, Malta ve Monako’nun Filistin’i tanıması, Kanada ve Avustralya gibi G7 ülkelerinin adımlarıyla birleşince Avrupa’da ABD’den özerkleşen bir diplomatik eğilim ortaya çıkmıştır.[ii] Bu kararlar, Gazze’deki yıkımın ve Batı Şeria’daki yasa dışı yerleşimlerin yarattığı tepkiyle meşruiyet kazansa da pratikte bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasına doğrudan katkı sağlaması şimdilik zordur. Almanya, İtalya ve Macaristan’ın çekinceleri Avrupa’nın bölünmüşlüğünü sürdürmekte, fakat İspanya ve Danimarka gibi ülkeler, kıtanın Washington’dan bağımsız hareket edebileceğini göstermektedir. Nitekim bu durum, Batı’nın kendi içinde dahi ortak bir “Batı” anlayışını kaybettiğini, ABD’nin tek yanlı politikalarına tepkiyle “Batı ötesi” yaklaşımların şekillendiğini göstermektedir.

Ancak bu süreç, AB’nin normatif iddiaları ile Doğu Akdeniz’deki Kıbrıs politikaları arasındaki derin çelişkiyi de ortaya çıkarmaktadır. Filistin’de “iki devletli” çözümün “tek meşru seçenek” olduğunu savunan AB, Kıbrıs’ta ise tam tersine tek taraflı, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) merkezli ve Rumların hâkimiyetini pekiştiren bir “tek devletli” çözüm anlayışını dayatmaktadır. Bu yaklaşım, yalnızca AB’nin kendi içinde uyguladığı çifte standardı değil, aynı zamanda Akdeniz’de stratejik dengelerin Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) aleyhine çevrilme çabasını da yansıtmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasında Filistin’in bazı AB üyesi ülkelerince tanınmasıyla birlikte “iki ayrı halk ve iki ayrı devlet” vurgusuyla KKTC’nin tanınması çağrısını yinelemiş; federasyon modelinin başarısızlığını hatırlatarak, kalıcı çözüm için iki devletli formülün tek gerçekçi yol olduğunu dile getirmiştir.[iii]

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu çağrısı, yalnızca Yunanistan açısından değil, AB’nin bütünlüğü bakımından da önemli bir kırılma yaratmıştır. Zira Yunanistan ve GKRY’nin baskısıyla AB, Filistin meselesinde savunduğu iki devletli çözümü Kıbrıs’ta reddetmekte; bu da normatif gücün inandırıcılığını zedelemektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, enerji projelerinde Türk tarafının dışlandığını ve bunun “başarılı olamayacağını” vurgularken, Türklerin hiçbir zaman azınlık olmayacağını belirterek uluslararası toplumu KKTC’yi tanımaya davet etmiştir. Konuşmanın, Erdoğan-Miçotakis görüşmesinin ertelenmesinden hemen sonra yapılması, Ankara’nın Doğu Akdeniz’de yeni bir stratejik hat kurma iradesinin de göstergesi olmuştur.[iv]

Rum yönetiminin İsrail’den gizlice “Barak MX” hava savunma sistemleri edinmesi, Ada’daki güven bunalımını derinleştirmiştir. GKRY’nin Savunma Bakanı Palmas’ın “40 bin Türk askeri” gerekçesiyle bu alımları savunması, aslında Türk tarafının caydırıcı varlığının istikrarı koruyan en önemli unsur olduğunu ortaya koymaktadır. Barak MX’in 460 km menzilli radarlarının Türkiye’nin güneyini izleyebilmesi, bu silahlanmanın yalnızca savunma değil, Türkiye ve KKTC üzerinde baskı kurma amacı taşıdığını göstermektedir. Dolayısıyla KKTC’nin eşit statü ve iki devletli çözüm talebi, bu gelişmeler karşısında daha da meşruiyet kazanmıştır. Buna rağmen Türkiye’nin verdiği “denge bozulursa müdahil oluruz” mesajı, yalnızca caydırıcılık değil, aynı zamanda bölgesel istikrarın eşitlik temelinde kurulması gerektiğini vurgulamaktadır.[v]

Forbes’in değerlendirmesine göre, bu süreç yeni bir “füze krizi” doğurmayacak olsa da, GKRY’nin tek taraflı silahlanma politikaları çözüm perspektifini baltalamaktadır.[vi] Büyük Deniz Enterkonnektörü (GSI) projesinin mali ve jeopolitik engeller nedeniyle çıkmaza girmesi de AB’nin Doğu Akdeniz’de Rum merkezli stratejisinin sürdürülemez olduğunu göstermektedir.[vii] Tüm bu gelişmeler, KKTC’nin yalnızca güvenlik değil, enerji ve diplomasi boyutlarında da haklı taleplerini güçlendirmektedir.

KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın BM Genel Sekreteri Guterres ile görüşmesi öncesinde yaptığı açıklamalar, Rum tarafının insanî meselelerde dahi işbirliğine yanaşmadığını, mülkiyet meselesinde ise yalnızca kendi lehine çözüm arayışında olduğunu göstermektedir. Cumhurbaşkanı Tatar, Annan Planı ve Crans-Montana sonrasında federasyon modelinin kapandığını, “iki egemen devletin” tek gerçekçi çözüm olduğunu vurgulamıştır.[viii] Aynı şekilde İngiltere merkezli tartışmalar da doğrudan uçuşların ve tanınma konusunun yeniden gündeme gelmesine yol açmıştır. Daily Telegraph’ın “Hâlâ Bölünmüş Bir Ada” başlıklı yazısı, İngiltere’nin garantör ülke olarak daha etkin rol oynayabileceğini belirtirken, Britanya’daki Kıbrıslı diasporanın Rum yanlısı baskıları Londra’nın hareket alanını daraltmaktadır.[ix]

Mevcut konjonktür çerçevesinde değerlendirildiğinde ilk olasılık, Doğu Akdeniz’de enerji projelerinin sürdürülebilirlik krizine girmesiyle KKTC’nin stratejik öneminin giderek artmasıdır. Özellikle GSI projesinin maliyet yükü, yolsuzluk soruşturmaları ve deniz yetki alanlarındaki ihtilaflar nedeniyle ilerleyememesi, Rum yönetiminin AB destekli enerji planlarını kırılgan hale getirmiştir. Avrupa’nın Rusya’ya bağımlılığını azaltma çabası dikkate alındığında, Ankara’nın kıta sahanlığı iddiaları ve KKTC’nin coğrafi konumu göz ardı edilemeyecek bir faktör olarak öne çıkmaktadır. Bu durum, AB ülkelerinin doğrudan KKTC’yi tanımaları anlamına gelmese de enerji hatlarının geçişi ve diplomatik müzakerelerde Türk tarafını dolaylı biçimde muhatap almak zorunda kalmalarına yol açabilir. Dolayısıyla Türkiye’nin enerji merkezi olma hedefiyle birlikte KKTC de fiilen “zorunlu paydaş” konumuna yükselebilir.

İkinci olasılık ise güvenlik alanında şekillenmektedir. GKRY’nin İsrail ile geliştirdiği askeri işbirliği ve Barak MX sistemlerinin Ada’ya yerleştirilmesi, Türkiye’nin ve KKTC’nin güvenlik kaygılarını artırırken aynı zamanda NATO’nun güney kanadında istikrarsızlık riskini büyütmektedir. Mevcut jeopolitik ortamda, Ukrayna Savaşı ve Orta Doğu’daki gerilimler nedeniyle Batılı aktörler Doğu Akdeniz’de yeni bir kriz istememektedir. Bu nedenle tek taraflı Rum silahlanmasının, ittifak içindeki bazı başkentlerde sorgulanması olasıdır. Türkiye’nin garantörlük rolü bu bağlamda daha kritik hale gelirken, KKTC’nin güvenlik argümanlarının uluslararası düzeyde daha fazla dikkate alınması beklenebilir. Böylece, federasyon modeli çökmüş bir formül olarak geride kalırken, KKTC’nin iki devletli çözüm ısrarı mevcut konjonktürde yalnızca Türk tarafının değil, bölgesel istikrarın da daha gerçekçi alternatifi haline gelebilir.

Sonuç olarak, Batı Dünyası’nın İsrail-Filistin meselesinde sergilediği iki devletli çözüm ısrarı ile Kıbrıs’ta GKRY merkezli tek devletli çözümü savunması arasındaki keskin tutarsızlık, yalnızca normatif değerlerin inandırıcılığını zedelememekte, aynı zamanda Doğu Akdeniz’de istikrarsızlığın derinleşmesine hizmet etmektedir. Bu çifte standartlı yaklaşım, AB’nin stratejik özerklik iddiasını zayıflatırken Türkiye ve KKTC’nin güvenlik, enerji ve diplomasi alanlarındaki haklı taleplerini daha görünür kılmaktadır. Mevcut konjonktürde federasyon modeli gerçekçi bir seçenek olmaktan çıkmış; iki devletli çözüm, yalnızca Türk tarafının meşru beklentisi değil, aynı zamanda bölgesel barışın en rasyonel alternatifi haline gelmiştir. Bu nedenle, uluslararası toplumun samimi ve tutarlı bir tutum sergileyebilmesi, Kıbrıs’ta da Filistin’de savunduğu ilkeleri hayata geçirmesinden ve KKTC’yi eşit statülü bir aktör olarak muhatap almasından geçmektedir.


[i] Simone de la Feld, “France and Four Other EU Countries Ready, States That Recognise Palestine Almost 160”, EUNews, https://www.eunews.it/en/2025/09/22/france-and-four-other-eu-countries-ready-states-that-recognise-palestine-almost-160/, (Erişim Tarihi: 24.09.2025).

[ii] “European Nations Recognize Palestine at UN, Deepening Rift With Washington”, Xinhua, https://english.news.cn/20250923/561e8036fca94cd49930d7eec2ac084a/c.html, (Erişim Tarihi: 24.09.2025).

[iii] Manolis Kostidis, “Erdogan Calls for Recognition of Turkish-Occupied Northern Cyprus as an Independent State”, Ekathimerini, https://www.ekathimerini.com/politics/foreign-policy/1281755/erdogan-calls-for-recognition-of-turkish-occupied-northern-cyprus-as-a-state/, (Erişim Tarihi: 24.09.2025).

[iv] “Erdogan Calls on UN Member-States to Recognize the Occupied North Cyprus”, Keep Talking Greece, https://www.keeptalkinggreece.com/2025/09/23/erdogan-calls-un-member-states-to-recognize-north-cyprus, (Erişim Tarihi: 24.09.2025).

[v] “Activist Flotilla Seeking to Break Israeli Blockade of Gaza Says Drones Attacked Its Boats”, Asharq Al-Awsat, https://english.aawsat.com/world/5189729-activist-flotilla-seeking-break-israeli-blockade-gaza-says-drones-attacked-its-boats%C2%A0, (Erişim Tarihi: 24.09.2025).

[vi] Paul Iddon, “Israeli Air Defense Probably Won’t Spark Another Cyprus Missile Crisis”, Forbes, https://www.forbes.com/sites/pauliddon/2025/09/20/israeli-air-defense-probably-wont-spark-another-cyprus-missile-crisis, (Erişim Tarihi: 24.09.2025).

[vii] Kaki Bali, “Greece-Cyprus-Israel Subsea Power Link Faces Major Obstacles”, DW, https://www.dw.com/en/greece-cyprus-israel-subsea-cable-energy-great-sea-interconnector-graphics/a-74024610, (Erişim Tarihi: 24.09.2025).

[viii] “Tatar Brands Christodoulides ‘Racist’ and ‘Extension of ELAM’ Before UN Talks”, Philenews, https://in-cyprus.philenews.com/local/turkish-cypriot-leader-cooperation-concerns-un-chief/, (Erişim Tarihi: 24.09.2025).

[ix] “An Island Still Split”, The Telegraph, https://www.telegraph.co.uk/opinion/2024/07/22/an-island-still-split/, (Erişim Tarihi: 24.09.2025).

Ergün MAMEDOV
Ergün MAMEDOV
Ergün Mamedov, 2020 yıllında Kütahya Dumlupınar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. Aynı yıl Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Uluslararası İlişkiler tezli yüksek lisans bölümüne kabul almış ve 2022 yılında tezini başarıyla savunarak mezun olmuştur. Eğitimine hâlihazırda 2022 yılında başladığı Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Uluslararası İlişkiler ana bilim dalında doktora öğrencisi olarak devam etmektedir. Gürcistan vatandaşı olan Ergün Mamedov, ileri düzeyde Gürcüce, orta düzeyde İngilizce ve başlangıç düzeyinde Rusça bilmektedir. Başlıca ilgi alanları, Güney Kafkasya ve Türk Dünyası coğrafyaları merkezli güncel diplomasi gündemi ve siyasî tarihtir.

Benzer İçerikler