Mali’de son dönemde yaşanan gelişmeler, sadece bir yönetim biçiminin dönüşümünü değil, aynı zamanda ülkenin siyasal toplumsallığının yeniden tanımlanma sürecini de temsil etmektedir. 2020 yılında gerçekleşen askerî müdahaleyle başlayan geçiş döneminin ilk yıllarında geniş bir kesimde mevcut rejimin yozlaşmasına karşı duyulan tepkiyle birleşen bir reform beklentisi öne çıkmıştır. Ancak 2024 yılının sonları ve 2025 yılının ilk ayları itibariyle bu geçiş süreci, zaman içinde istikrar ve yeniden yapılanma hedefinden uzaklaşarak yönetimin konsolidasyonu ve siyasal çoğulculuğun sınırlandırılması yönünde bir eğilim göstermeye başlamıştır. General Assimi Goïta’nın liderliğinde şekillenen geçici hükümet, başlangıçta halktan aldığı meşruiyeti, zamanla anayasal düzenlemeleri kontrol eden, siyasi partileri fesheden ve seçim takvimine dair herhangi bir açıklama yapmayan bir idari yapıya dönüştürmüştür. Bu bağlamda Mali’deki siyasi ortam, sadece bir anayasa meselesi değil, aynı zamanda temsil, meşruiyet ve yönetişim krizinin çok boyutlu bir tezahürü olarak ele alınmalıdır.
28 Nisan 2025 tarihinde gerçekleştirilen toplantı sonrası verilen karar ile yönetimin siyasi partilerin faaliyetlerini askıya alması ve buna paralel olarak anayasal geçişin zamanlamasına dair net bir takvim sunmaması, ülkenin demokratik geleceği açısından çeşitli tartışmaları da beraberinde getirmiştir.[i] Resmî açıklamalarda bu karar, ulusal birliğin sağlanması, etnik gerilimlerin önlenmesi ve sosyal bütünlüğün korunması gibi gerekçelere dayandırılsa da sahadaki pek çok siyasi gözlemci bu adımı siyasal alanın daha fazla merkezileştirilmesi şeklinde yorumlamaktadır. Öte yandan özellikle Bamako merkezli siyasi partilerin temsilcileri, bu kararı anayasal haklara doğrudan bir müdahale olarak değerlendirmekte ve sivil alanın sınırlandırılmasının Malili vatandaşların siyasi katılım hakkını kısıtladığını vurgulamaktadır. Ancak bu tepkilerin henüz ülke genelinde geniş tabanlı bir toplumsal harekete dönüşmediği de dikkat çekici bir unsur olarak öne çıkmaktadır.
Assimi Goïta’nın geçiş sürecini uzatmaya yönelik niyetini açıkça ortaya koyması ve bu sürecin sonunda yeni bir siyasi mimarinin inşa edileceğine dair vurguları, ülke içinde iki temel algının şekillenmesine yol açmıştır. Bir kesim, mevcut rejimi istikrarı koruyan bir güç olarak görürken, diğer kesim bu durumu siyasi rekabetin ve ifade özgürlüğünün askıya alınması olarak değerlendirmektedir. Mali toplumunun büyük kısmı, güvenlik tehdidinin hâlen sıcak bir gerçeklik olarak varlığını sürdürdüğü bu dönemde, geçiş yönetiminin meşruiyetini doğrudan icraatlar ve sahadaki performans üzerinden değerlendirmektedir. Bu açıdan bakıldığında, ulusal çapta katılımcı bir diyalog mekanizmasının eksikliği, siyasal dönüşümün kapsayıcılığını sınırlamakta, siyasal sistemin yeniden yapılanmasında toplumun tüm kesimlerinin yer almasını zorlaştırmaktadır.
Siyasi partilerin feshi kararına karşı oluşan itirazların büyük kısmı, sivil alanın korunması ilkesi etrafında şekillenmektedir. RFI’nin haberine göre, bazı parti liderleri, bu kararı anayasal sürecin meşruiyetine doğrudan bir tehdit olarak görmekte ve halkı anayasal düzene sahip çıkmaya çağırmaktadır.[ii] Ancak bu çağrıların pratikte nasıl bir etki yarattığı henüz açık değildir. Zira Malili halkın önemli bir kısmı, on yılı aşkın süredir devam eden güvenlik krizleri, ekonomik dengesizlikler ve altyapı sorunları nedeniyle siyasal taleplerden ziyade gündelik yaşama dair beklentilere öncelik vermektedir. Bu da rejimin siyasal kontrolünü artırmasına rağmen halk nezdindeki tepkinin sınırlı kalmasını açıklayan unsurlardan biridir. Zira bir yanda terör olayları ve ekonomik sorunlar devam ederken halktan büyük bir tepki beklemek düşük bir ihtimal olacaktır. Ancak yine de söz konusu karar sonrasında parti temsilcileri ve partilere destek veren küçük topluluklar eylem yapmaya başlamıştır.
Assimi Goïta’nın liderliğindeki yönetim, sadece bir askerî rejim olarak değil, aynı zamanda güvenlik-devlet modeli çerçevesinde hareket eden bir yapı olarak değerlendirilebilir. Bu modelde devletin güvenlik üretme kapasitesi, meşruiyetin temel kriterlerinden biri olarak öne çıkmaktadır. Dolayısıyla siyasi kararların toplumsal onayı, çoğu zaman seçimlere ya da siyasal temsil mekanizmalarına değil, güvenlik göstergelerine bağlanmaktadır. Böyle bir yapıda, siyasi partilerin varlığına duyulan ihtiyaç da ikincil bir konuma gerileyebilir. Bu durum, demokrasinin temel bileşenleri arasında yer alan siyasal çoğulculuk, ifade özgürlüğü ve kurumsal denge gibi ilkelerin kısa vadeli güvenlik kaygılarıyla ikinci plana itilmesine neden olmaktadır.
Geçiş sürecinin net bir takvime bağlanmamış olması, siyasi aktörlerin öngörülebilirliğini azaltmakta, kurumsal belirsizlikleri artırmakta ve siyasal katılım alanlarını daraltmaktadır. Bu durum, özellikle genç nüfusun ve sivil toplumun reform taleplerini kurumsal yollarla ifade etmesini güçleştirmektedir. Diğer yandan Batı Afrika bölgesinde benzer geçiş süreçleri yaşamış olan ülkelerdeki deneyimler göz önüne alındığında, uzun süren geçiş rejimlerinin kurumsal çözülmeye, siyasi kutuplaşmaya ve toplumsal kırılmalara zemin hazırladığı görülmektedir. Mali’nin bu riskleri nasıl yöneteceği, geçişin içeriğini, süresini ve toplumsal meşruiyetini belirleyecek ana unsurlardan biri olacaktır.
Mali özelinde dikkat çeken bir diğer unsur, uluslararası aktörlerin bu sürece yönelik tepkisinin oldukça sınırlı olmasıdır. Geçmişte Batı Afrika Ekonomik Topluluğu (ECOWAS), Afrika Birliği ve Avrupa ülkeleri, anayasal düzenin ihlali ya da seçimlerin geciktirilmesi gibi durumlara karşı açık pozisyonlar alırken, günümüzde bu tepkilerin tonu ciddi biçimde azalmış durumdadır. Bunda Mali’nin Burkina Faso ve Nijer ile Sahel Devletleri Konfederasyonu’nu (AES) kurması ve ECOWAS’tan resmi olarak ayrılmış olması da etkilidir. Bu bağlamda, Mali’nin yeni dış politika eksenine paralel şekilde Batı’ya olan bağımlılığını azaltan ve Rusya, Çin gibi aktörlerle ilişkilerini çeşitlendiren bir çizgi izlediği gözlenmektedir. Bu çok yönlü dış politika anlayışı, iç politikada yönetimin elini rahatlatmakta, dış baskıları azaltmakta ve rejimin manevra alanını genişletmektedir.
Bu noktada Malili yönetimin karşı karşıya olduğu en kritik sınav, geçiş sürecini yalnızca askeri bir düzenleme olarak değil, toplumsal ve kurumsal bir yeniden yapılanma fırsatı olarak kurgulayıp kurgulamadığıdır. Anayasa reformu, seçim sistemi, siyasi partilerin yasal statüsü, medya özgürlüğü gibi temel konularda toplumun farklı kesimlerini sürece dahil eden bir model inşa edilmezse, kısa vadede istikrar sağlansa bile orta ve uzun vadede yönetişim krizlerinin yeniden ortaya çıkması kaçınılmaz hale gelebilir. Bu bağlamda ulusal bir siyasi uzlaşma mekanizmasının kurulması, sadece rejimin meşruiyetini artırmakla kalmayacak, aynı zamanda siyasal alanın yeniden inşasına yönelik tabandan gelen talepleri de yansıtacaktır.
Toplumsal düzlemde ise geçiş sürecinin geleceği büyük ölçüde halkın bu süreci nasıl içselleştirdiğine ve yönetime karşı duyduğu güvene bağlı olacaktır. Halka açık katılım mekanizmalarının kurulması, mahalli düzeyde istişarelerin yapılması ve geçiş sonrası döneme dair açık vizyonların paylaşılması, yönetime duyulan güveni pekiştirebilir. Öte yandan geçişin süresiz hale gelmesi ya da siyasi partilerin uzun vadeli olarak yasaklanması gibi adımlar, güven inşasını zedeleyebilir ve kutuplaşmayı derinleştirebilir. Bu nedenle, geçici hükümetin güvenlik odaklı söylemlerini, yönetişim, hizmet sunumu ve katılımcılık ilkeleriyle desteklemesi hayati önem taşımaktadır.
Mali’nin karşı karşıya olduğu zorluklar, yalnızca kurumların yapısıyla sınırlı değildir. Aynı zamanda toplumsal hafızada derin izler bırakmış olan çatışmalar, yerel kimlik talepleri ve bölgesel eşitsizlikler gibi yapısal sorunlar da geçiş sürecinin başarısını doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle yönetimin yalnızca başkent merkezli bir yaklaşım yerine periferideki talepleri de dikkate alan kapsayıcı bir siyasi model geliştirmesi gerekmektedir. Aksi halde geçiş süreci güvenlik odaklı dar bir çerçevede kalacak ve bu durum, devlet ile toplum arasındaki mesafenin artmasına neden olacaktır.
Sonuç olarak Mali’deki geçiş süreci, sadece bir anayasal reform ya da siyasi parti düzenlemesi değil, çok daha geniş kapsamlı bir yeniden yapılanma sürecidir. Bu sürecin yönü ve başarısı, askeri yönetimin niyetinin ötesinde halkın sürece dahil edilme biçimi, kurumların dayanıklılığı ve diyalog ortamının inşasıyla doğrudan ilişkilidir. Bugün Mali, geçmişin hatalarından ders çıkararak kapsayıcı, adil ve uzun vadeli bir siyasal mimari kurma fırsatına sahiptir. Ancak bu fırsatın değerlendirilebilmesi için geçiş sürecinin belirsizlikten çıkarılıp net takvimlere, toplumsal katılıma ve kurumsal şeffaflığa dayalı bir yapıya kavuşturulması elzemdir. Aksi takdirde bu geçiş süreci, yalnızca yeni bir iktidar yapısının değil, aynı zamanda halkın siyasi katılım hakkının da uzun süreli askıya alınmasına dönüşebilir. Yine de bu noktada Liptako-Gourma sınır bölgesindeki terörizmin de büyük ölçüde ön planda olduğu ve Mali’deki siyasal süreci önemli şekilde etkilediği düşünülecek olduğunda geçiş sürecinin gecikebileceği de söylenebilir.
[i] “Au Mali, une centaine de partis politiques redoutent leur dissolution par la junte”, Le Monde, 28 Nisan 2025, https://www.lemonde.fr/afrique/article/2025/04/28/au-mali-une-centaine-de-partis-politiques-redoutent-leur-dissolution-par-la-junte_6600874_3212.html, (Erişim Tarihi: 06.05.2025).
[ii] David Baché, “Mali: les partis politiques appellent à un nouveau rassemblement le 9 mai contre la transition”, RFI, 6 Mayıs 2025, https://www.rfi.fr/fr/afrique/20250506-mali-les-partis-politiques-appellent-à-un-nouveau-rassemblement-le-9-mai-contre-la-transition, (Erişim Tarihi: 06.05.2025).
