21 Temmuz 2025 tarihinde Kremlin Sözcüsü Dmitry Peskov tarafından yapılan açıklama, son dönemde giderek belirginleşen Rusya-Azerbaycan ilişkilerindeki kırılganlığı resmî ağızdan teyit etmiştir. Peskov, iki ülke ilişkilerinin sağlam bir temele dayandığını ancak “zor bir dönemden geçtiğini” vurgularken, taraflar arasında karşılıklı saygıya dayalı işbirliğinin süreceğine dair umutlu mesajlar da vermiştir.[i] Ancak bu diplomatik nezaketin ardında, gerilimi besleyen çok katmanlı stratejik ve siyasi gelişmeler yatmaktadır. Özellikle haziran ayı sonunda Yekaterinburg’da Azerbaycan vatandaşlarının ciddi suçlamalarla gözaltına alınması, iddia edilen polis şiddeti, Azerbaycan’ın buna karşı Moskova’nın kültürel etkinliklerini iptal etmesi ve Rus gazetecileri gözaltına alması, nihayetinde ise Bakü’nün 18 Temmuz’da Moskova’daki Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) Ekonomi Konseyi toplantısına katılmama kararıyla doruğa ulaşmıştır.
Bu gelişmeler ışığında, Rusya-Azerbaycan ilişkilerinin geleceğine dair ortaya çıkabilecek olası senaryolar, yalnızca iki ülke arasındaki diplomatik, ekonomik ve güvenlik temelli bağların kırılganlığına değil; aynı zamanda Güney Kafkasya’nın genel güç dengelerine, bölgesel işbirliği mekanizmalarına ve Avrasya’da giderek belirginleşen çok kutuplu düzene ilişkin yeni kırılma hatlarına da ışık tutmaktadır.
Her iki aktörün de farklı stratejik yönelimlere sahip olması, ortak çıkar alanlarını daraltmakta ve karşılıklı güvene dayalı ilişki zeminini aşındırmaktadır. Azerbaycan’ın Batı’ya, Türkiye’ye ve Orta Asya’ya açılma eğilimi ile Rusya’nın artan içe kapanma ve etki alanını koruma refleksi, bu iki ülkeyi önümüzdeki dönemde daha sık karşı karşıya getirebilir. Özellikle enerji koridorları, ticaret rotaları, medya etkisi, kültürel nüfuz ve diaspora politikaları gibi çok boyutlu alanlarda yaşanabilecek yeni gerilimler, sadece ikili ilişki düzeyinde kalmayarak daha geniş jeopolitik sarsıntılara yol açabilecek potansiyele sahiptir. Bu bağlamda mevcut kriz, yalnızca geçici bir diplomatik gerilim değil; Avrasya’nın geleceğinde etki alanları, bloklaşmalar ve arabuluculuk mekanizmaları açısından kalıcı yönelimlerin habercisi olarak da değerlendirilmelidir.
Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik işgali sonrası küresel dengelerin yeniden şekillenmeye başlaması, Azerbaycan’ı geleneksel ittifak ilişkilerini yeniden değerlendirmeye yöneltmiştir. Son yaşanan kriz, Bakü’nün yalnızca Batı ile değil, aynı zamanda Türkiye, Çin ve Orta Asya ülkeleriyle çok taraflı bir dış politika hattı inşa etmesini teşvik edebilir. Azerbaycan’ın Trans-Hazar geçişli enerji projelerine hız vermesi, Orta Koridor’un daha aktif bir bileşeni haline gelmesi ve Zengezur Koridoru gibi stratejik altyapılara öncelik tanıması bu çerçevede değerlendirilebilir. Moskova’yla yaşanan kriz, Bakü’yü Türkiye’yle daha derin bir savunma ve enerji işbirliğine yöneltebilir.
Gerginliğin derinleşmesi halinde Moskova, Erivan’la olan ilişkisini yeniden canlandırarak Bakü üzerinde baskı kurmayı tercih edebilir. Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü (KGAÖ) içindeki boşlukları fırsata çevirmek isteyen Rusya, Karabağ sonrası dönemde Ermenistan’a yeniden güvenlik güvenceleri sunabilir. Bu da 2020 sonrası oluşan bölgesel statükoyu değiştirebilir ve Zengezur Koridoru gibi projelerin önünü tıkayabilir. Kremlin, Güney Kafkasya’daki etki alanını korumak adına “dengeleyici arabulucu” rolünden çıkıp daha açık bir taraf haline gelebilir.
Azerbaycan’ın, Sputnik Azerbaycan çalışanlarını gözaltına alması ve Moskova bağlantılı kültürel etkinlikleri iptal etmesi, Rusya’nın Güney Kafkasya’daki yumuşak güç stratejisinin artık eskisi kadar etkili olmadığını açık biçimde ortaya koymaktadır. Bu hamleler, yalnızca basit bir diplomatik tepki değil; aynı zamanda Azerbaycan kamuoyunda, özellikle de genç nüfus arasında giderek yaygınlaşan Rus karşıtı tutumun kurumsal bir yansıması olarak okunabilir. Medya, dil, kültürel diplomasi ve diaspora politikaları gibi klasik yumuşak güç araçları, 2020 sonrası Karabağ savaşındaki pasif duruşu ve Ukrayna Savaşı’yla birlikte artan saldırgan imajı nedeniyle Kremlin’in lehine işlememeye başlamıştır.
Azerbaycan’da Rusça bilen yeni kuşaklar dahi Moskova’ya mesafeli yaklaşmakta; sosyal medya platformlarında ve sivil toplum alanında Rus etkisine karşı ciddi bir direnç gelişmektedir. Bu kırılma, sadece Azerbaycan’a özgü kalmayıp Rusya’nın uzun süredir kültürel nüfuz alanı olarak gördüğü Orta Asya ülkelerinde de benzer eğilimleri tetikleyebilir. Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan gibi ülkelerde gençlik kitleleri arasında artan milliyetçilik, dijital bağımsızlık ve çoklu dış politika eğilimleri, Rusya’nın kültürel penetrasyon araçlarını işlevsizleştirebilir. Özellikle sosyal medya çağında yumuşak güç inşasının sadece dil ve yayın üzerinden değil, dijital algı yönetimi ve kültürel güven inşasıyla sağlanabileceği dikkate alındığında, Kremlin’in geleneksel yöntemlere sıkışmış yapısı rekabet avantajını kaybetmektedir.
Uzun vadede bu durum, Rusya’nın Avrasya’daki “doğal lider” konumuna yönelik algının zayıflamasına ve eski Sovyet coğrafyasındaki bağların kültürel değil yalnızca çıkar temelli biçimde yeniden şekillenmesine yol açabilir. Eğer Kremlin bu eğilime, yapıcı ve diyalog odaklı bir yumuşak güç reformuyla değil; cezalandırıcı, baskıcı ve izolasyona dayalı reflekslerle yanıt verirse, bu yaklaşım yalnızca Azerbaycan’la değil, tüm eski etki alanlarındaki aktörlerle arasındaki mesafenin daha da açılmasına neden olacaktır. Rusya’nın giderek “sert güç kapanına” hapsolması, yumuşak güç enstrümanlarının sistematik olarak aşınmasıyla sonuçlanabilir ve bu da uzun vadede Moskova’nın jeokültürel varlığını yalnızca askeri ve enerji gücüyle sürdürebileceği bir izolasyon hattı yaratabilir.
Gerilimin devamı halinde Türkiye hem Rusya hem Azerbaycan’la stratejik ilişkileri olan nadir aktörlerden biri olarak bölgesel ara bulucu rolünü yeniden üstlenebilir. Özellikle enerji diplomasisi, savunma sanayii işbirlikleri ve ulaştırma ağlarının koordinasyonu açısından Ankara’nın sağlayabileceği güven inşa edici mekanizmalar, ilişkilerin yeniden normalleşmesinde anahtar işlev görebilir. Türkiye’nin bu süreçte Montrö, Karabağ sonrası inşa süreci ve Hazar-Karadeniz denklemi gibi başlıklarda çok taraflı bir diplomasi yürütmesi beklenebilir.
Azerbaycan’ın Moskova’da düzenlenecek BDT Ekonomi Konseyi toplantısına katılmama kararı, sadece ikili ilişkilere değil, aynı zamanda Avrasya’daki bölgesel entegrasyon projelerine de darbe vurabilir. Belarus, Kazakistan ve Kırgızistan gibi ülkelerin de benzer gerekçelerle Moskova merkezli kurumlara karşı temkinli yaklaştığı bir dönemde, Azerbaycan’ın bu tavrı kurumsal bir “bağımsızlaşma dalgası”nı tetikleyebilir. Bu süreç, AB ve Çin gibi alternatif ekonomik çekim merkezlerine yönelimi de hızlandırabilir.
Sonuç olarak Azerbaycan, Rusya’yla yaşanan diplomatik gerilimi fırsata çevirerek dış politikasında çok kutupluluğa dayalı daha dengeli bir mimari kurma yönünde stratejik açılımlar yapabilir. Kremlin’in yumuşak güç araçlarının bölgede etkisizleşmesi, Rusya’nın Avrasya’daki geleneksel nüfuz mekanizmalarını yeniden gözden geçirmesine yol açabilir. Türkiye’nin dengeleyici rolü, Güney Kafkasya’da kalıcı diplomatik çözümlerin geliştirilmesi açısından daha merkezi hale gelebilir.
[i] Russia–Azerbaijan tensions deepen as diplomatic exchanges falter, TASS. https://tass.com/politics/1992087 Erişim tarihi: 24.07.2025.