Pakistan’ın Batı Açılımı: İlişkilerde Restorasyon Dönemi

Paylaş

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

Pakistan, 11 Eylül 2001 tarihli terör saldırılarının ardından Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Afganistan’a gerçekleştirdiği askeri müdahale esnasında Taliban’la olan ilişkileri nedeniyle tenkit ettiği devletlerin başında gelmektedir. Bahse konu olan dönemde ABD’nin yaklaşımı, Batı’nın Güney Asya’daki başlıca partnerinin Hindistan olmasını sağlarken; süreç, bu ülkeyle Keşmir Sorunu’ndan ötürü husumet içerisinde bulunan İslamabad yönetimini de Pekin’le ilişkilerini geliştirmeye yönlendirmiştir.

Çin-Pakistan ilişkilerinin zaman içerisinde stratejik bir mahiyet kazandığını ifade etmek mümkündür. Özellikle de Pekin’in Kuşak-Yol Projesi’ni hayata geçirmeye odaklanmasının akabinde bu proje çerçevesinde hayata geçirilmesi öngörülen altı ekonomik koridordan birinin Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC) olması, iki ülke arasındaki münasebetlerin gelişmesine, derinleşmesine ve kurumsallaşmasına büyük katkı sağlamıştır.

Hiç şüphe yok ki; mevzubahis koridor, İslamabad yönetiminin Çin’le ilişkilere dair beklentilerinin artmasına yol açmıştır. Zira Pakistan, söz konusu koridor vesilesiyle mühim iktisadi kazanımlar elde edeceğini düşünmüştür. Nitekim CPEC’in hayata geçirilebilmesi maksadıyla Pakistan’ın Çin’den düşük faizli ve uzun vadeli krediler aldığı görülmüş ve ülkeye çok sayıda Çinli yatırımcı girmiştir. Bu da kısa vadede Pakistan ekonomisine canlılık kazandırmıştır. Ancak zaman içerisinde projenin İslamabad yönetiminin ekonomik beklentilerini tam anlamıyla karşılamayacağı da gün yüzüne çıkmıştır. Çünkü ülke, ekonomik anlamda ciddi sıkıntılarla boğuşmak zorunda kalmıştır.Bunun bir sonucu olarak Pakistan ile Çin arasında tek yönlü bir bağımlılık ilişkisinin oluşmaya başladığına yönelik itirazlar ve tepkiler de gündeme gelmeye başlamıştır.

Buna ek olarak küresel güç mücadelesinde Çin’i hedef alan aktörlerin Kuşak-Yol Projesi güzergâhını terör ve vekalet savaşları üzerinden istikrarsızlaştırması, Pakistan’ın da terör eylemlerinin arttığı bir ülke haline gelmesini beraberinde getirmiştir. Yani Çin’le ilişkiler, ekonomik olarak Pakistan’ın beklentilerini karşılamadığı gibi, ülkenin güvenliksizleşmesi ve isikrarsızlaşması sonucunu da doğurmuş görünmektedir. Bu da Pakistan dış politikasında birtakım değişimlerin yaşanmasını zaruri hale getirmiştir, denilebilir.

Nitekim Eski Pakistan Başbakanı İmran Han’ın parlamentoda düzenlenen bir güvensizlik oylaması neticesinde devrilmesine sebep olan faktörlerden biri de Pakistan’ın güç merkezleri arasındaki dengeleri gözeten çok yönlü bir diplomasi anlayışına yönelme ihtiyacı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu ihtiyaç, Çin’le yakın ilişkileri savunurken; Batı karşıtı bir çizgide durmaya özen gösteren Han’ın çok yönlülüğü esas alan bir denge politikası yürütememesinden kaynaklanmıştır. Bir diğer ifadeyle Han döneminde Pakistan, denge politikası yürütme kabiliyetini yitirmiş bir aktöre dönüşmüştür. Dolayısıyla Şahbaz Şerif’in Pakistan Başbakanı olmasının ardından ülkenin dış politikasında da bir değişim yaşanmaya başlamıştır.

Bahse konu olan değişim, en basit ifadeyle Pakistan’ın Batı’ya yönelmesi şeklinde özetlenebilir. Pakistan’ın Şerif dönemiyle birlikte Batı’ya yönelmesinin başlangıcı ise Şerif’in seçilmesinin ardından Pakistan Parlamentosu’nda yaptığı ilk konuşmadır. Zira bahsi geçen konuşmasında Şerif, ABD ve İngiltere gibi ülkelerle ilişkilerin güçlendirilmesini hedeflediğini net bir şekilde ortaya koymuştur.[1] Lakin İslamabad, Batı’yla münasebetlerinde de Çin’le olduğu gibi tek yönlü bir bağımlılık durumunun oluşmasını istememektedir.

Esasen söz konusu kaygı, Pakistan’ın Çin’le geliştirdiği ilişkilerden edindiği en mühim tecrübedir.Bu yüzden de Çin’le olan münasebetlerin sürdürüleceği; fakat Batı dengesinin de göz önünde bulundurulacağı çok yönlü bir diplomasi anlayışı, Pakistan açısından ülkenin çıkarlarına en uygun ve en rasyonel tercih olarak gündeme gelmiştir. Nitekim Şerif’in Başbakan olmasından itibaren İslamabad yönetimi, Çin seçeneğinden tamamen vazgeçmeyen; fakat Pekin’le münasebetlerini dengeli bir şekilde yürütmeye özen gösteren bir dış politika yaklaşımı geliştirmeyi başarmıştır. Bunun yansıması olarak da İslamabad, bir yandan CPEC’e ilişkin geçmişte verilen taahhütlerin tamamının arkasında olduğunu belirtirken; diğer taraftan da ABD başta olmak üzere Batılı aktörlerle ilişkilerini geliştirmeye odaklanmıştır.

Belirtmek gerekir ki; İslamabad’ın bu çabaları, Batılı devletler nezdinde son derece olumlu bir karşılık bulmaktadır. Örneğin ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Şerif’in göreve başlamasından kısa bir süre sonra yaptığı açıklamada “Pakistan Hükümeti’yle uzun soluklu işbirliğimizi sürdürmeyi sabırsızlıkla bekliyoruz.” ifadelerini kullanmıştır.[2]

Gelinen noktada Pakistan, ekonomik sorunlarını aşabilmek amacıyla geçmişteki gibi Çin’in kapısını çalmamış; aksine Batı yönelimini gözler önüne serecek bir şekilde Uluslararası Para Fonu’yla (IMF) temaslarda bulunmayı tercih etmiştir. Nitekim 13 Temmuz 2022 tarihinde IMF, Pakistan ekonomisi için 6 milyar dolarlık yardım paketi üzerinde anlaşma sağlandığını duyurmuştur.[3]

Bahse konu olan durum, Pakistan’ın mevcut iktisadi problemlerini aşmaya çalışırken; Çin’e olan bağımlılığını dengelemeye özen gösterdiğini ortaya koyduğu gibi; İslamabad yönetiminin IMF’yle anlaşması, serbest piyasa ekonomisinin işleyişi başta olmak üzere değerler bağlamında da ülkenin Batı’ya yöneldiğine işaret etmektedir. Zira IMF’den yapılan açıklamada Pakistan’ın enerji sektöründeki reformları sürdürmeyi, enflasyonla mücadele hedefi doğrultusunda proaktif bir para politikası oluşturmayı, yönetim sistemini çeşitli reformlar yaparak güçlendirmeyi ve yolsuzlukla mücadeleye öncelik vermeyi kabul ettiği belirtilmiştir.[4]

Tüm bu bilgilerden hareketle, Pakistan’ın Batı’yla olan münasebetlerini restore etmeye odaklandığı öne sürülebilir. Üstelik bu konuda Şerif ile Pakistan Cumhurbaşkanı Arif Alvi’nin aynı noktada durduğunu da ifade etmek mümkündür.Örneğin 17 Temmuz 2022 tarihinde yaptığı konuşmada Pakistan Cumhurbaşkanı, hükümetin ABD’yle ilişkileri onarmaya çalıştığını açıkça vurgulamış ve ABD’de yaşayan Pakistanlılara seslenerek bu çabanın desteklenmesini talep etmiştir.[5]

Alvi, her ne kadar Çin’e yakınlığıyla bilinen Han’ın devrilmesi sürecinde, Parlamento’nun feshedilmesi gibi daha sonra Yüksek Mahkeme’den dönen bir kararı hayata geçirmişse de özelde ABD’yle ve genelde ise Batı Dünyası’yla ilişkilerin normalleştirilmesi noktasında Şerif Hükümeti’yle hemfikirdir. Bu da “Batı Açılımı” konusunda Pakistan’da devletin tüm organlarının müşterek hareket ettiği değerlendirmesine yol açmaktadır. Ayrıca Pakistan Cumhurbaşkanı’nın sözlerinden de anlaşılacağı üzere İslamabad, yurtdışındaki Pakistanlıların; yani Pakistan Diasporası’nın Batı’yla ilişkilerin onarılmasına yapıcı katkılarda bulunması gibi bir beklentiye de sahiptir.

Sonuç olarak Pakistan dış politikası, Şerif’in iktidara gelmesiyle birlikte önemli bir dönüşüm sürecine girmiştir. Güç merkezleri arasındaki dengeyi gözeten çok yönlü bir diplomasi anlayışına ağırlık veren bu yeni dış politika anlayışı, Çin’le ilişkilerin sürdürülmesini önemsediği kadar, Batı’yı da bir denge unsuru olarak göz ardı edilmemesi gereken bir faktör şeklinde değerlendirmektedir. Bu yüzden de İslamabad yönetimi, “Batı Açılımı” denilebilecek adımlar atarak Batı’yla ilişkilerini restore etmeye yönelmiştir, denilebilir.


[1] Doğacan Başaran, “Pakistan’daki Değişim Hindistan Dış Politikasını Nasıl Etkiler?”, ANKASAM, https://www.ankasam.org/pakistandaki-degisim-hindistan-dis-politikasini-nasil-etkiler/, (Erişim Tarihi: 18.07.2022).

[2] “ABD Yeni Pakistan Başbakanı Şerif’i Tebrik Etti”, TRT Haber, https://www.trthaber.com/haber/dunya/abd-yeni-pakistan-basbakani-serifi-tebrik-etti-672477.html, (Erişim Tarihi: 18.07.2022).

[3] “آی ایم اف در مورد پرداخت بسته ۶ میلیارد دالری کمک به اقتصاد پاکستان توافق کرد”, Azadi Radio, shorturl.at/aFKNQ, (Erişim Tarihi: 18.07.2022).

[4] Aynı yer.

[5] “Alvi Wants Expats to Back Fence-Mending with US”, DAWN, https://www.dawn.com/news/1700019/alvi-wants-expats-to-back-fence-mending-with-us, (Erişim Tarihi: 18.07.2022).

Dr. Doğacan BAŞARAN
Dr. Doğacan BAŞARAN
Dr. Doğacan BAŞARAN, 2014 yılında Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. Yüksek lisans derecesini, 2017 yılında Giresun Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda sunduğu ‘’Uluslararası Güç İlişkileri Bağlamında İkinci Dünya Savaşı Sonrası Hegemonik Mücadelelerin İncelenmesi’’ başlıklı teziyle almıştır. Doktora derecesini ise 2021 yılında Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı‘nda hazırladığı “İmparatorluk Düşüncesinin İran Dış Politikasına Yansımaları ve Milliyetçilik” başlıklı teziyle alan Başaran’ın başlıca çalışma alanları Uluslararası ilişkiler kuramları, Amerikan dış politikası, İran araştırmaları ve Afganistan çalışmalarıdır. Başaran iyi derecede İngilizce ve temel düzeyde Farsça bilmektedir.

Benzer İçerikler