Türk Hava Kuvvetleri, dünyadaki en eski hava kuvvetlerinden biri olarak 20. yüzyılın başında kurulmuş ve özellikle 1952 yılında Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne (NATO) katılımın ardından Amerikan savunma sistemleriyle derin bir entegrasyon sürecine girmiştir. 1950’lerden itibaren Amerika Birleşik Devletleri (ABD) yapımı uçaklar, mühimmatlar ve eğitim doktrinleri Türk hava gücünün omurgasını oluşturmuştur. Bu yapı, Soğuk Savaş boyunca süreklilik kazanmıştır. Ancak bu uzun süreli işbirliği zamanla stratejik bir bağımlılığa dönüşmüş ve Türkiye’nin savunma planlamasında dış etkiyi artıran bir zafiyet alanı yaratmıştır. F-35 programından çıkarılma, F-16 modernizasyonunun ABD Kongresi’ne takılması, Suriye sahasında yaşanan çıkar çatışmaları, Ege ve Doğu Akdeniz’deki hava gerilimleri sonucunda Türkiye, hava gücünü geliştirme çalışmalarına hız vermiş ve kendi hava gücünü yerli temelde yeniden inşasına koyulmuştur.
Türkiye’nin hava kuvvetlerinin bel kemiğini uzun yıllar boyunca ABD yapımı F-16 savaş uçakları oluşturmuştur. 1987 yılında ilk F-16 filosunun göreve başlamasından itibaren Türk Hava Kuvvetleri, ABD ile yürütülen tedarik, eğitim ve bakım anlaşmalarına bağımlı hale gelmiştir. Zamanla bu bağımlılık stratejik kısıtlara yol açan bir siyasi ilişkiye dönüşmüştür. Uçak modernizasyonları bile Washington’un onayına tabi tutulmuştur. Kritik görev yazılımları ve mühimmat sistemlerinde dışa bağımlılık, Türkiye’nin hava gücünün bağımsız kullanımını ciddi ölçüde sınırlamıştır. 2019 yılında Türkiye’nin Patriot füzelerini alamayıp Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi satın alması, bu kırılgan ilişkiyi açıkça görünür hale getirmiştir.
Washington, Türkiye’yi F-35 programından çıkarmış ve teslim edilmesi planlanan uçaklara el koymuştur. Müttefiklik ruhuyla çelişen bu tutum, ABD’nin güvenilir bir savunma ortağı olmaktan uzaklaştığını ortaya koymuştur. Daha da ötesi Türkiye’nin F-16 Block 70 model uçak ve modernizasyon kitleri talepleri bile ABD Kongresi’nde siyasi tartışmalara konu edilmiştir. Anlaşmalar, Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliğini onaylaması gibi dış politika meselelerine bağlanarak pazarlık konusu haline getirilmiştir.[i] Bu tablo, Türkiye’nin savunma bağımsızlığı için kendi yolunu çizme zorunluluğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir.
F-35 programından siyasi nedenlerle dışlanan Türkiye, hava kuvvetlerinde oluşan boşluğu doldurmak ve caydırıcılığını korumak adına alternatif çözümler arayışına yönelmiştir. Bu kapsamda en somut adım, Eurofighter Typhoon savaş uçaklarının alım süreciyle atılmıştır. Türkiye, özellikle Birleşik Krallık üzerinden yürüttüğü diplomatik temaslarla bu platformun tedarikine yönelik temaslarını yoğunlaştırmıştır. Ancak bu süreçte en büyük engel, Typhoon üretim konsorsiyumunun bir parçası olan Almanya’nın siyasi vetosu olmuştur. Berlin’in ihracat onayı vermemesi nedeniyle süreç uzun süre tıkanmış olsa da 2025 yazında Almanya’nın geri adım atmasıyla satışın önü resmen açılmıştır.[ii]
Eurofighter Typhoon’lar özellikle F-16’ların görev kabiliyetlerini geçici olarak telafi etmek için düşünülen çok rollü savaş uçaklarıdır. Hava-hava ve hava-yer görevleri arasında yüksek geçiş kabiliyeti sunan bu platform, kısa vadede Türk Hava Kuvvetleri’ne ciddi bir operasyonel esneklik sağlayacaktır. Ancak bu sistemler de neticede bir başka ülkeye (ya da birden fazla ülkeye) teknolojik ve lojistik bağımlılık anlamına gelmektedir. Türkiye’nin uzun vadeli güvenlik vizyonu geçici çözümlerden çok kendi tasarladığı ve kontrol ettiği sistemlere dayanmak zorundadır. Çünkü gerçek manada hava egemenliğine ulaşmak için operasyonel faaliyetlerde ve yazılım kodlarında da egemenlik kurulmalıdır.
Türk savunma sanayii, Bayraktar TB2 ile başlattığı insansız hava aracı devrimini kısa sürede bir askeri doktrine dönüştürmeyi başarmıştır. TB2’nin Suriye, Ukrayna ve Karabağ’daki etkinliği hem düşük maliyetli hem de yüksek kapasiteli bir harp aracı olarak SİHA’ların geleceğini şekillendirmiştir. Akıncı ve Aksungur gibi yüksek irtifa ve uzun menzilli İHA’larla bu kabiliyet genişletilirken son olarak jet motorlu ve radara düşük görünürlüklü Kızılelma projesiyle Türkiye yön veren bir teknoloji üreticisi haline gelmiştir. Dahası Türkiye, ABD ve Avrupa’dan gelecek onaylara ihtiyaç duymadan kendi belirlediği hedeflere karşı bağımsız operasyon kabiliyeti geliştirmiştir. Ukrayna’ya yapılan TB2 satışları, Azerbaycan’ın Karabağ’daki başarısı ve Afrika’daki yeni güvenlik işbirlikleri, bu araçların aynı zamanda diplomatik ve ekonomik enstrümanlar haline geldiğini göstermektedir.[iii] SİHA’lar, Türkiye’nin dış politikadaki kararlılığını yansıtan bir jeopolitik mesaj aracına dönüşmüş durumdadır.
KAAN, Türkiye’nin beşinci nesil savaş uçağı projesidir. F-35 programından siyasi nedenlerle dışlanan Türkiye, söz konusu projeye mahkûm olmadığını 2025 yılı başında ilk prototip uçuşunu başarıyla gerçekleştiren KAAN ile tüm dünyaya ilan etmiştir. KAAN’ın tasarımı; düşük radar izi (stealth), yüksek manevra kabiliyeti, çift motorlu yapı, süper seyir (supercruise), sensör füzyonu ve yapay zekâ destekli görev planlaması gibi beşinci nesil uçaklardan beklenen tüm özellikleri karşılayacak şekilde kurgulanmıştır.[iv] Platformun hem hava-hava hem de hava-yer görevlerinde etkili olması hedeflenmektedir. Mevcut prototiplerde kullanılan F110 motorları bir geçici çözüm olsa da TRMotor ve TEI ile yürütülen görüşmeler, Türkiye’nin kendi turbojet motorunu geliştirme kararlılığını ortaya koymaktadır.[v] Motor bağımsızlığı, KAAN’ın asıl “millî” niteliğini belirleyecek esas faktörlerdendir. ABD sistemlerinde olduğu gibi görev bilgisayarı, yazılım güncellemesi veya mühimmat uyumu için dış onaya gerek bırakmayan bir platform, Türkiye’nin askeri kararlarını dış etkilerden arındıracaktır. 2030 sonrasında Türk Hava Kuvvetleri’nin belkemiğini oluşturması planlanan KAAN, Türk Hava Kuvvetleri bir dönemin başlangıcı olacaktır.
Türkiye, ABD’den aldığı sistemleri ana plan yapmaktan ziyade yerli üretime geçiş sürecini hızlandıracak birer geçici araç olarak görmektedir. F-16 modernizasyonu ise eldeki platformların ömrünü uzatmak için düşünülmektedir. Savunma bütçesinin büyük bölümü KAAN, Kızılelma ve elektronik harp sistemleri gibi savunma sanayi alanında bağımsızlık sağlayan projelere yönlendirilebilir. Eurofighter Typhoon gibi çözümler yalnızca stratejik boşluğu dolduracak şekilde ve kalıcı bir bağlılık oluşturmadan düşünülebilir. Esas hedef özellikle motor, radar, görev yazılımı ve yapay zekâ gibi alanlarda tam bağımsızlığı elde etmektir. Bu çerçevede TUSAŞ, ASELSAN, HAVELSAN ve TÜBİTAK gibi kurumlar tedarikçi olmanın yanı sıra stratejik karar verici yapılar haline gelebilirler. Uzun vadede Türk hava gücü hem iç ihtiyaçları karşılayan hem de dost ülkelere ihracat yapabilen, norm koyan bir modelle kurumsallaşabilir. Böylece ABD ile kurulan tek taraflı ve kırılgan tedarik ilişkisi tamamen geride bırakılacaktır. Türkiye, hava kuvvetlerini dönüştürürken kendi egemenlik alanını da genişleştirmektedir. KAAN, Bayraktar TB-2, Akıncı gibi platformlar, Türkiye’nin gelecek vizyonu olacaktır.
[i] “US approves sale of F-16 jets to Turkey”, BBC News, https://www.bbc.com/news/world-us-canada-68115978, (Erişim Tarihi: 14.08.2025).
[ii] “Turkey, UK agree on Eurofighter exports in step closer to deal”, Defense News, https://www.defensenews.com/global/europe/2025/07/23/turkey-uk-agree-on-eurofighter-exports-in-step-closer-to-deal/, (Erişim Tarihi: 14.08.2025).
[iii] “Exclusive: After Ukraine, ‘Whole World Is a Customer,’ Turkish Drone Maker Says”, Reuters, https://www.reuters.com/business/aerospace-defense/exclusive-after-ukraine-whole-world-is-customer-turkish-drone-maker-says-2022-05-30/, (Erişim Tarihi: 14.08.2025).
[iv] “Milli Muharip Uçak KAAN’ın özellikleri”, SavunmaTR, https://www.savunmatr.com/milli-muharip-ucak-kaanin-ozellikleri/, (Erişim Tarihi: 14.08.2025).
[v] “Yerli motor için tarih verildi: KAAN’da yeni dönem”, SavunmaSanayiST, https://www.savunmasanayist.com/yerli-motor-icin-tarih-verildi-kaanda-yeni-donem/, (Erişim Tarihi: 14.08.2025).