Rusya Uzmanı Andrea Alberti: “Rusya, Tarihsel Süreçte Arktik’i Arzu Edilen Bir Hedef Olarak Görmüştür.”

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

2022 yılında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ülkenin ulusal denizcilik faaliyetlerini ve politikalarını yansıtan stratejik bir belge niteliğindeki Deniz Doktrinini yayımlamıştır. Moskova’nın yeni Deniz Doktrini, değişen küresel jeopolitikte Rusya’nın yalnızca Amerika Birleşik Devletleri’yle değil, Çin dahil olmak üzere deniz komşularıyla artan rekabetinin bir yansıması olarak görülmektedir. Rusya’nın ana hedefinin küresel bir deniz gücü statüsüne erişmek ve bu statükoyu korumak olduğuna inanılmaktadır.

Buradan hareketle Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM), Rusya’nın Arktik politikasını değerlendirmek üzere Rusya Uzmanı Andrea Alberti’den almış olduğu görüşleri dikkatlerinize sunmaktadır.

1-Sizin görüşünüze göre, son yıllarda Rusya’nın Arktik bölgesine yönelik politikalarında gözlemlenen en önemli değişiklikler nelerdir ve bu değişikliklerin bölgesel ve küresel çevreye etkileri neler olabilir?

Rusya Federasyonu ile Arktik bölgesi arasındaki ilişkilerin başlangıcı, yaklaşık bin yıl önce Kiev Knezliği (Kievan Rus) dönemine dayanmaktadır. Yüzyıllar boyunca süren tarihinde Rusya, sürekli olarak Arktik’i arzu edilen bir hedef olarak görmüştür. Çünkü bu bölge, Moskova’nın çok eskiden beri aradığı denizlere erişimi temsil ediyordu. Bu bakış açısı, Büyük Petro döneminden çarlık ve imparatorluk dönemine ve hatta Sovyet dönemine kadar Rus tarihinin kritik aşamalarını etkilemiştir.

Aynı şekilde Arktik bölgesi de son tarihi olayların merkezinde olmuştur. Özellikle Rusya Federasyonu’nun son iki on yılda izlediği Arktik politikası, ülkenin Boris Godunov’un ünlü on yedinci yüzyıl arasında geçen ikinci “Sıkıntılar Zamanı” olarak bilinen çalkantılı 1990’lar sonrası yeniden doğuş süreciyle yakından bağlantılıdır. 1999 yılında göreve başlayan Başkan Vladimir Putin, Rusya’nın durumunda önemli bir değişiklik yapılmasına yol açan pragmatik bir yaklaşım benimsemiştir. Bunun sonucunda Rusya, ekonomik iflas ve ayrılıkçılık tehdidi altında bir ‘başarısız devlet’ potansiyelinden, önce bir ‘petro devlet’ (petrostate) ve daha sonra dünyanın en etkili güçlerinden birine dönüşmüştür. Bu dönüşüm süreci, krizdeki bir ekonomiyi canlandırmak, Lehman Brothers’ın çöküşünü takip eden büyük resesyonun zorluklarına ve Kırım’ın ilhakından sonra uygulanan uluslararası yaptırımlara dayanmak için kilit rol oynayan Arktik bölgesinin bol doğal kaynakları sayesinde mümkün olmuştur.

Dahası Arktik kaynakları, Brejnev döneminden otuz yıl sonra, Moskova’ya uluslararası ilişkilerde önemli bir kaldıraç sağlayan gaz diplomasisinin ikinci dönemini de mümkün kılmıştır. Rus Arktik politikası, son iki on yılda çeşitli Ukazy, Concepcii ve Osnovy aracılığıyla gelişmiş, kutup bölgesini sadece Moskova’nın yaydığı şovenizmi haklı çıkarmak için bir kimlik aracı olarak değil, aynı zamanda NATO genişlemesine karşı bir savunma kalesi olarak kullanmıştır. Bu süreç, Rusya’nın geleneksel kuşatma sendromunu beslemiş ve Putin hükümetinin şimdiye kadar bozulmamış popülaritesine önemli ölçüde katkıda bulunmuştur. Uluslararası alanda ise Batı bloku ile gerilimlerin yeniden başlamasının ardından, Arktik bölgesinin ve ülkenin tamamının Doğulaştırılması ve Asyalaştırılması, Kremlin’e Soğuk Savaş’ın sonuçlarını sorgulama ve Weimar Almanya’sına benzer iç ve dış bir durumu değiştirme ve başarılı olma fırsatı vermiştir.

Aynı zamanda, iklim değişikliğinin de hikayede önemli bir rol oynadığı vurgulanmalıdır. Bu da Kuzey Kutbu’nun uluslararası algısını değiştirmiş ve onu gezegendeki en stratejik senaryolardan birine dönüştürmüştür. Bu, Rusya’ya SSCB’nin çöküşünden sonra kaybettiği uluslararası statüyü yeniden kazanmak için uygun zemin sunmuştur. Özetle, 1997 yılında St. Petersburg Maden Üniversitesi’nde sunulan “Piyasa İlişkilerinin Oluşumu Altında Bölgesel Kaynakların Stratejik Planlaması: St. Petersburg ve Leningradskaya Oblast” başlıklı doktora tezinde Başkan Putin tarafından özetlenen strateji, etkili olmuştur.

Gerçekten de Arktik’in geliştirilmesiyle desteklenen devletin siyasi ve ekonomik yapılarının tam bir yeniden yapılandırılması olmadan, yukarıda anlatılan olaylar dizisi mümkün olmazdı, daha da önemlisi, bugün yaşadığımız bir savaş mümkün olmazdı. Aslında, 25 yıl önceki Rusya, ne politik ve ideolojik olarak ne de, her şeyden önce, ekonomik olarak bunu karşılaması mümkün olmazdı.

2- Arktik bölgedeki stratejik kaynakların Rusya’nın gelecekteki politikalarını nasıl şekillendireceğini öngörüyorsunuz?

Rusya Federasyonu ve dolayısıyla Arktik bölgesindeki muazzam doğal kaynaklar, Kremlin tarafından savunulan yeni küresel mimariye tamamen entegre edilmiştir ve bu mimari, Zhongnanhai ile işbirliği içinde, G7’nin hegemonyasını sarsmayı hedeflemektedir. Bu arka plan, özellikle 1 Ocak’ta gerçekleşen son genişlemenin ışığında Şanghay İşbirliği Örgütü, Avrasya Ekonomik Birliği ve BRICS’i içermektedir. Özel olarak Rusya, son yıllarda Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Singapur, Hindistan ve özellikle kutup bölgesinde Çin gibi yükselen ve diğer yükselmeyen güçlerle birçok ortak girişim gerçekleştirmiştir.

Bu vizyon, Arktik bölgesini sadece politik olarak değil, özellikle zengin doğal kaynaklar açısından, bilinen ve henüz keşfedilmemiş olanlar göz önüne alındığında, öncelikle ekonomik olarak kullanmayı öngörmektedir. Arktik’te bulunan kaynakların muazzam ölçeğine bir örnek vermek gerekirse, sadece Yamalo-Nenets Özerk Okrugu’nun hidrokarbonlar alanında dünyanın önde gelen oyuncularından biri olan Katar’ın toplamından daha fazla doğalgaz ve LNG rezervine sahip olduğunu düşünmek yeterlidir. Ayrıca ilginç olan, Putin döneminin başlangıcından bu yana, Rusya’nın bölgedeki stratejik-ekonomik çıkarlarını koruma niyetiyle uluslararası düzeyde giderek daha iddialı hareket etmesidir. Özellikle, geçen yıl Rusya Federasyonu, Kıta Sahanlığının Sınırları Üzerine Birleşmiş Milletler Komisyonu’nda bir anlaşmazlığı kazanmış ve bu komisyon, Lomonosov Sırtı’na bitişik alanda egemenlik haklarını tanımıştır. 2001 yılında başlayan bu tartışma, Kremlin’in bu alandaki egemenliğini uluslararası hukuk altında onaylamıştır. Bu alan, bilim adamları tarafından Arktik Okyanusu’nda ve dolayısıyla tüm dünyada hidrokarbonlar, nadir topraklar ve değerli metaller açısından en zengin olanlardan biri olarak kabul edilmektedir. 

Sorunun kalbine ulaşmak gerekirse; stratejik, politik ve ekonomik bir dönüm noktası, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın başlangıcında, G7 ülkeleri tarafından Rusya Federasyonu’nun döviz rezervlerinin dondurulup alıkonulmasıyla meydana gelmiştir. Bu durum, doların uluslararası rezerv para birimi olarak güvenilirliğini zedelemiştir. Bu durumdan yararlanan Kremlin, Avrasya Ekonomik Birliği’nin Entegrasyon ve Makroekonomi Bakanı Sergey Glazyev aracılığıyla yeni bir dünya para birimi tanıtımı için uluslararası bir anlaşma taslağı hazırlamaya başlamıştır. Daha sonra bu girişim, Ağustos 2023 tarihinde Johannesburg Zirvesi’nde BRICS tarafından kabul edilen anlaşmayla doruğa ulaşmıştır. 2012 yılında beri bu proje, özellikle 2009 yılından bu yana sert para rezervlerini azaltan ve aynı zamanda Dünya Çapında Bankalar arası Finansal Telekomünikasyon Derneği (SWIFT) ile eşdeğer bir paralel kurum olan Sınır ötesi Bankalar arası Ödeme Sistemi’ni (CIPS) oluşturan Çin’in ilgisini çekmiştir. Pekin ve Moskova’nın fikri, yaklaşık 20 maldan oluşan bir sepete bağlı ortak bir uluslararası para birimi oluşturmaktır. Bu sepet metaller, gaz, petrol ve nadir topraklar gibi ürünleri içermektedir. Bu gerçekleşirse bu durum uluslararası ekonomik sisteme “Kopernik devrimi” niteliğinde bir değişiklik getirecektir. Çünkü bu proje, katılan ülkelere daha büyük parasal egemenlik sağlamanın yanı sıra finansal krizlere karşı sorunları azaltacak ve Rusya’yı önde gelen bir ekonomik güç olarak ortaya çıkaracaktır.

Meselenin esasına bakıldığında, bu sepet büyük ölçüde Rusya’nın Kuzey Kutbu’nda bulunan devasa doğal kaynaklar tarafından doldurulacak ve bu da söz konusu bölgeyi Kremlin için, Rus devletinin doğuşundan bu yana olduğundan daha fazla, neredeyse bir tür “altın kaz” haline getirecektir. Özellikle BRICS’in ortak bir para birimi oluşturulmasına ilişkin deklarasyonu ve küresel emtianın önemli bir payına sahip yeni jeopolitik oluşumların buna katılımıyla ilgili yukarıda bahsedilen olaylar göz önüne alındığında, son gelişmelerin dinamikleri bu perspektife doğru yönlendirdiği söylenebilir. Bu eğilim, Batı ekonomisinin enflasyon nedeniyle giderek zayıflaması ve uluslararası para sisteminin giderek dolarsızlaşmasıyla birleştiğinde (ki bu sürecin uzun soluklu olacağını belirtmek gerekir) Credit Suisse’in önde gelen analistlerinden Zoltan Pozsar’ın da işaret ettiği gibi, bizi Bretton Woods III olarak adlandırılan ve küresel ekonomik-finansal paradigmada çığır açacak bir değişimi tetikleyebilecek bir sürece doğru götürebilmesi muhtemeldir.

3-Sizce Rusya’nın uluslararası sahnede, özellikle de Orta Asya ve çevresindeki bölgelerde artan etkisinin uzun vadeli jeopolitik sonuçları neler olabilir?

Uzun vadede düşünecek olursak, Rusya Federasyonu’nun doğal kaynaklardan giderek daha fazla yararlanmasının ulusal ekonomisinin gelişmesine ve imalat sektörünün çeşitlenmesine katkıda bulunabileceğini varsaymak mantıklı olacaktır. Böyle bir stratejinin uygulanması aynı zamanda iç ekonominin güçlenmesinin Kremlin’in uluslararası ilişkilerinin dinamiklerini de olumlu yönde etkileyeceği bir senaryonun ana hatlarını çizebilir. Özellikle Rusya, uluslararası düzende yeni keşfettiği iddialı konumundan yararlanarak, Ukrayna ve Kafkasya ülkelerinde olduğu gibi, bir zamanlar kendi etki alanının bir parçası olan topraklar üzerinde nüfuz iddia edebilir. Bu eğilim, yakın zamanda elde ettikleri devlet özerkliği nedeniyle hükümet kırılganlığıyla karakterize edilen Orta Asya ülkelerini de kapsayabilir.

Şu anda Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan ve Türkmenistan ulusları, tarihi Rus hegemonyasına ve özellikle terörle mücadele bağlamında ABD’nin müdahalesine maruz kalmaktadır. Bununla birlikte, şu anda bölgedeki baskın oyuncu, Kuşak ve Yol Girişimi’ne uygun olarak Orta Asya ülkelerindeki zengin doğal kaynakları kullanmak için geniş bir plan başlatan Çin’dir.

Sonuç olarak, resmin bütünü göz önünde bulundurulduğunda Orta Asya ülkeleri, Rusya ve Çin’in öncülüğünde, daha önce bahsedilen kuruluşların kontrolü altında ve bölgede şu anda şekillenmekte olan büyük ölçekli altyapı projeleri aracılığıyla gerçekleştirilecek geniş bir Avrasya bağlamına entegre edilebilir.

Bu bağlamda “Rusya Federasyonu’nun 2035 Arktik Politika Stratejisi”, Arktik bölgesini Trans-Sibirya Demiryoluna ve daha sonra Güneydoğu Asya, Çin ve tüm Orta Doğu bölgesine bağlaması beklenen bir tür “destekleyici kavşağın” gerçekleştirilmesini önermektedir. Petersburg’dan başlayıp Hazar Denizi, İran ve Umman Denizi’ni geçerek Rusya’dan Mumbai’ye kadar hammadde taşımayı ve böylece Süveyş Boğazı’ndan geçen standart deniz yoluna kıyasla malların seyahat süresini önemli ölçüde azaltmayı amaçlayan Uluslararası Kuzey-Güney Ulaşım Koridoru projesinden de bahsedilebilir. Kuzey Denizi rotası ile Kızıldeniz’den Akdeniz’e uzanan rota arasındaki karşıtlık, tam da Mısır merkeziyle bağlantılı olarak ve son olaylara açık bir referansla yeniden gündeme geldi. Özellikle Yemen çevresindeki jeopolitik gerilimler, daha kısa bir rota, ekonomik ve çevresel tasarruflar ve Malakka Boğazı, Hürmüz ve Babül Mendeb gibi tıkanma noktalarının olmaması gibi avantajlar sunan Arktik seçeneğini tercih edebilir.

Böylece Kuzey Denizi Rotası, uluslararası ticaret için jeopolitik gerilimlerden arınmış alternatif bir rota sunabilir; ancak Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli bilim adamlarına göre buzların tamamen erimesi ancak belirsiz bir gelecekte mümkün olabilir.

Andrea Alberti

Andrea Alberti, Rusya Federasyonu’nun Arktik politikası ve Sovyet sonrası alanın jeopolitiği konusundaki uzmanlığıyla tanınan bir Kremlinologdur. Pisa Üniversitesi’nden Uluslararası Çalışmalar alanında onur derecesiyle yüksek lisans derecesi almış ve ardından “Uluslararası İlişkiler Liderliği” alanında Yönetici Yüksek Lisans programını tamamlamıştır. Halen İtalyan Uluslararası Organizasyonlar Derneği’nde “Ülke Sisteminin Stratejik Korunması” başlıklı Yüksek Lisans programına kayıt olarak siber güvenlik, siber istihbarat ve küresel güvenlik odaklı ileri çalışmalar yapmaktadır. Akademik başarılarına ek olarak sekiz dilde yeterliliğe sahiptir ve bunlardan dördünde akıcılık göstermektedir. Özellikle 2023 yılında İtalya ABD Vakfı tarafından her yıl verilen ve İtalyan üniversitelerinden olağanüstü liyakat ve gelecek vaat eden ilk 1000 mezunu ödüllendiren prestijli “America Giovani” ödülünü almıştır.

Dilara Cansın KEÇİALAN
Dilara Cansın KEÇİALAN
Anadolu Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Dilara Cansın KEÇİALAN, Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı'nda yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi'nde Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi alanında yüksek lisans eğitimini sürdüren Keçialan, ayrıca Atatürk Üniversitesi'nde Yeni Medya ve Gazetecilik bölümünde öğrenim görmektedir. ANKASAM'da Avrasya Araştırma Asistanı olarak görev yapan Keçialan'ın başlıca ilgi alanları Avrasya ve özellikle Orta Asya bölgesidir. İngilizce, Rusça ve az derecede Ukraynaca bilmekte olup Kazakça öğrenmektedir.

Röportaj

Szczecin Üniversitesi, Prof. Dr. Małgorzata Kamola-Cieślik: “ABD ve Çin, Ay’daki Helyum-3 Kaynakları İçin Bir Yarış İçindedir.”

Enerji kaynakları denildiğinde akla ilk olarak fosil yakıtlar gelmektedir. Dünya genelinde tüketilen enerjinin %80’ini...

Tufts Üniversitesi, Fletcher Okulu, Kıdemli Araştırmacı Dr. Mihaela Papa: “BRICS, Son Dönemde Ekonomik Ortaklık ve İnovasyonu Güçlendirmeye Öncelik Vermektedir.”

BRICS ülkeleri, global ekonomi ve politika arenasında giderek artan bir etkiye sahiptir. Brezilya, Rusya,...

Mahidol Üniversitesi, Dr. Daniele Carminati: “Hallyu, Yabancıların Güney Kore’ye Bakış Açısını Değiştirmeye Başlamıştır.”

Güney Kore’nin küreselde gitgide artan popüler kültürünün de etkisiyle Kore yumuşak gücü ve kamu...

KIMEP Üniversitesi Hukuk Fakültesi Geçici Dekanı Doç. Dr. Rustam Atadjanov: “Orta Asya’da Uluslararası Hukukun Gelişiminde Kaydedilen İlerleme Çok Yönlüdür.”

Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM), Orta Asya ülkelerinin hukuksal etkilerini değerlendirmek üzere...