Analiz

Dominik Cumhuriyeti’nin 2025 Amerikalar Zirvesi Kararı

Latin Amerika, kapsayıcı diyalog yerine yeniden bloklaşma sürecine girmektedir.
Dominik Cumhuriyeti’nin 2025 zirvesinden üç ülkeyi dışlaması, ABD’nin bölgesel stratejisine paralel bir tutumdur.
OAS’in “çok taraflılık” vurgusu, pratikte dışlama mekanizmasına dönüşmüştür.

Paylaş

2025 yılının Aralık ayında Dominik Cumhuriyeti’nde yapılacak Amerikalar Zirvesi öncesinde Venezuela, Küba ve Nikaragua’nın bir kez daha davet edilmemesi, bölgesel diplomasi açısından önemli bir kırılma anı olarak değerlendirilmektedir. 1994 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) öncülüğünde Miami’de başlatılan bu zirve süreci, teorik olarak kıtanın tamamını kapsayan bir diyalog platformu olmayı amaçlamaktaydı. Dominik Cumhuriyeti’nin ev sahibi olarak bu üç ülkeye davet göndermemesi, diplomatik bir tercihin de ötesinde Batı yarımküredeki güç dengelerinin yeniden şekillenmesini de yansıtmaktadır.

Bu karar, 2022 yılında Los Angeles’ta düzenlenen bir önceki zirvede ABD’nin aynı ülkeleri dışlamasıyla paralellik göstermektedir. Söz konusu istisna artık sistematik bir uygulamaya dönüşmüş görünmektedir. Dominik hükümeti, açıklamasında bu adımı “zirvenin başarısını garanti altına almak” ve “bölgesel katılımı genişletmek” gerekçesiyle savunmuştur.[i]

Dominik Cumhuriyeti’nin açıklamasında vurguladığı “katı çok taraflı kriterler” ifadesi, yüzeyde teknik bir gerekçe gibi görünse de gerçekte Amerikan Devletleri Örgütü (OAS) çerçevesinin daraltıcı etkisine işaret etmektedir. OAS’ın Zirveler Sekretaryası aracılığıyla yürütülen koordinasyon süreci, son yıllarda özellikle ABD’nin dış politika öncelikleriyle uyumlu bir filtreleme mekanizmasına dönüşmüştür. Dolayısıyla Venezuela, Küba ve Nikaragua gibi ülkelerin dışlanması, yalnızca “kurumsal üyelik eksikliği” ile değil, aynı zamanda Vaşington’un otoriter olarak tanımladığı rejimlerle diplomatik mesafe koyma stratejisiyle ilişkilidir.

Bu bağlamda Dominik Cumhuriyeti’nin ev sahibi olarak aldığı karar, her ne kadar “bağımsız” bir diplomatik tasarruf gibi sunulsa da ABD’nin tarihsel hegemonik etkisinin güncellenmiş bir versiyonunu yansıtmaktadır. Küba Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasında kullanılan “Monroe Doktrini’nin yeniden canlanması” ifadesi, bu algının bölge genelinde ne kadar kökleştiğini göstermektedir.[ii]

Küba, karara ilk tepki veren ülke olmuş ve bu adımı “ABD’nin tek taraflı baskısına boyun eğme” olarak nitelendirmiştir. Dışişleri Bakanı Bruno Rodríguez’in sosyal medya paylaşımında kullandığı “dışlama ve baskı üzerine inşa edilen bir zirve başarısızlığa mahkûmdur” ifadesi, Havana’nın diplomatik söylemini uluslararası meşruiyet zemini üzerine oturtma çabasının tipik bir örneğidir. Buna karşın Nikaragua ve Venezuela henüz resmi açıklama yapmamıştır. Ancak her iki ülkenin de uzun süredir benzer dışlanma pratikleriyle karşı karşıya kaldığı düşünüldüğünde, sessiz kalmak, yorgun bir diplomatik tepki biçimi olarak okunabilir.[iii]

Venezuela örneğinde durum daha karmaşıktır. Dominik Cumhuriyeti’nin açıklamasında, iki ülke arasında “tarihi bağların derin olduğu” ancak “2018 ve 2024 seçimlerinde yaşanan usulsüzlükler nedeniyle diplomatik ilişkilerin askıya alındığı” belirtilmiştir.[iv] Bu vurgu, yalnızca bir iç politika eleştirisi değil, aynı zamanda Dominik Cumhuriyeti’nin Batı merkezli demokratik meşruiyet anlayışıyla uyumlu bir dış politika hattı izlediğini göstermektedir. Bu yaklaşım, Venezuela’nın Maduro yönetimi altında yürüttüğü seçimlerin bölgesel düzeyde nasıl algılandığına dair net bir göstergedir.

Amerikalar Zirvesi’nin tarihsel amacı, demokratik değerleri ve insan haklarını teşvik etmek olsa da son yıllarda zirvenin “birlik” yerine ideolojik saflaşmayı pekiştirdiği görülmektedir. ABD destekli ülkeler, zirveyi liberal-demokratik bir platform olarak görürken, Bolivarcı çizgideki hükümetler (özellikle Venezuela, Küba, Bolivya ve Nikaragua), bu toplantıları “yeni sömürgeci platformlar” olarak tanımlamaktadır.

Dominik Cumhuriyeti’nin kararı, Latin Amerika’daki kutuplaşmanın artık yalnızca ideolojik değil, kurumsal bir nitelikkazandığını göstermektedir. Zirveye katılmayan ülkeler yalnızca dışlanmış olmamakta; aynı zamanda bölgesel karar alma süreçlerinden tamamen uzaklaştırılmaktadır. Bu durum, Latin Amerika’nın son yirmi yılda inşa etmeye çalıştığı alternatif diplomatik ağların (örneğin ALBA, CELAC ve UNASUR) yeniden gündeme gelmesine zemin hazırlayabilir. Nitekim Küba ve Venezuela gibi ülkeler, geçmişte bu tür dışlamalara karşı “Latin Amerika içi dayanışma” fikrini öne çıkarmışlardır. Bu gelişme, o dayanışmanın yeniden canlanmasına neden olabilir.

Dominik Cumhuriyeti’nin pozisyonu, hem ABD’yle yakın diplomatik bağlarını koruma hem de Karayip bölgesindeki bağımsız aktör kimliğini sürdürme çabası arasında sıkışmış durumdadır. Hükümetin açıklamasında “üç ülke ile farklı düzeylerde ikili ilişkilerimizin sürdüğü” vurgusu, bu hassas dengeyi koruma niyetini göstermektedir. Ancak uluslararası kamuoyu açısından bakıldığında, bu açıklama “diplomatik temkin” ile “politik tutarsızlık” arasında bir yerde konumlanmaktadır.

Dominik Cumhuriyeti’nin kararının iç politik yansımaları da dikkate değerdir. Ülkede bazı sol eğilimli gruplar, bu kararı “ABD’ye boyun eğiş” olarak nitelendirirken, muhafazakâr çevreler ise “uluslararası meşruiyetin korunması” olarak savunmaktadır. Bu bölünme, Latin Amerika’nın genelindeki siyasal bölünmenin mikro bir yansıması niteliğindedir. Yani, Dominik Cumhuriyeti yalnızca ev sahibi değil, aynı zamanda kutuplaşmanın sembolik merkezi hâline gelmiştir.

Latin Amerika’daki bu gelişmeler, yalnızca diplomatik dışlamalarla sınırlı değildir; aynı zamanda kıtasal kimlik tartışmasının yeniden alevlenmesi anlamına da gelmektedir. 21. yüzyılın başında “Latin Amerika’nın kendi kaderini tayin hakkı” fikri hem sol hem merkez hükümetlerce paylaşılan ortak bir değerdi. Ancak son yıllarda, ekonomik krizler, dış borç yükü ve güvenlik endişeleri bu dayanışma ruhunu zayıflatmıştır. Dominik Cumhuriyeti’nin kararı, bu ideolojik çözülmenin bir yansıması olarak görülebilir: bölge ülkeleri artık ortak bir vizyon yerine jeopolitik yönelimlerine göre hizalanma eğilimi göstermektedir. Bu durum, kıtanın gelecekteki entegrasyon projeleri (özellikle CELAC ve UNASUR benzeri mekanizmalar) açısından ciddi bir meydan okumayı temsil etmektedir.

2025 Amerikalar Zirvesi, kapsayıcılıktan çok jeopolitik hizalanmaların bir laboratuvarı haline gelmiştir. ABD’nin “otoriter” olarak tanımladığı rejimlerin sistematik biçimde dışlanması, kısa vadede diplomatik uyum sağlasa da uzun vadede bölgesel işbirliği mekanizmalarının meşruiyetini zayıflatmaktadır. 

Latin Amerika’nın geleceği, birlikte yaşama ve farklılıkları müzakere etme kapasitesine bağlıdır. Eğer OAS çerçevesi, yalnızca belli siyasal yönelimleri meşru kabul eden bir yapı olarak kalırsa, bölgedeki alternatif ittifaklar yeniden güç kazanacaktır. Dominik Cumhuriyeti’nin kararı, bu açıdan yalnızca bir diplomatik tercih değil, Amerika kıtasında diyalog yerine dışlamanın normalleştiği bir dönemin sembolü olarak tarihe geçecektir.

Spot:


[i] Fernández, Sleither, “Dominican Republic Bars Venezuela, Cuba, and Nicaragua From the 2025 Summit of the Americas”, Guacamaya, guacamayave.com/en/dominican-republic-bars-venezuela-cuba-and-nicaragua-from-the-2025-summit-of-the-americas/, (Erişim Tarihi: 05.10.2025).

[ii] Aynı yer.

[iii] Aynı yer.

[iv] Aynı yer.

Ali Caner İNCESU
Ali Caner İNCESU
Ali Caner İncesu, 2012 yılında Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden mezun olmuştur. Eğitimine Kapadokya Üniversitesi Turist Rehberliği ön lisans programında devam etmiş ve 2017 yılında mezun olmuştur. 2022 yılında Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi'nde Uluslararası İlişkiler ve Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi'nde Seyahat İşletmeciliği ve Turizm Rehberliği alanlarında yüksek lisans eğitimlerini başarıyla tamamlamıştır. 2024 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde University of Maryland Global Campus (UMGC) Siyaset Bilimi lisans programından mezun olmuştur. 2023 yılı itibarıyla Kapadokya Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde doktora eğitimine devam etmektedir.2022 yılında Paraguay Cumhuriyeti Büyükelçiliği’nde (Ankara) özel danışmanlık görevi de yürüten İncesu, ileri seviyede İspanyolca ve İngilizce bilmekte olup İngilizce ve İspanyolca dillerinde yeminli tercümandır.Çalışma alanları Latin Amerika, uluslararası hukuk ve turizmdir.

Benzer İçerikler