Avrasya’nın siyasi düzeni, büyük ölçüde Rusya ve Çin’in etkisi altında ortaya çıkan ve bugün onların güçlerini yansıtan stratejik araçlar olarak işlev gören yoğun bir bölgesel örgütler ağıyla şekillenmiştir. Bu örgütlerden ikisi merkezi bir konuma sahiptir: Avrasya Ekonomik Birliği (AEB) ve Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ). Her iki yapı da salt ekonomik veya güvenlik politikası işbirliğinin ötesine geçerek, Batı modellerinden farklı, bağımsız bir Avrasya düzeninin sembolik ve normatif olarak kurulmasına hizmet etmektedir. Rusya ve Çin bu konuda farklı, kısmen birbirini tamamlayan, kısmen de rekabet eden stratejiler izlemektedir. Rusya güvenlik politikası kontrolü ve siyasi sadakate odaklanırken, Çin altyapı, ticaret ve pragmatik ağ oluşturmaya yönelik ekonomik bir yaklaşım izlemektedir.
AEB, post-Sovyet alanda Rusya’nın hegemonyaya yönelik çabalarının bir ürünüdür. Amacı, eski Sovyet cumhuriyetlerini ekonomik olarak Moskova’ya bağlamak, AB ve NATO gibi Batılı kurumların etkisini geri püskürtmek ve Rusya liderliğinde yeni bir düzen kurmaktır. ŞİÖ ise Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ilk olarak sınır anlaşmazlıklarının çözülmesine odaklanan ve daha sonra kapsamlı bir güvenlik ve ekonomi politikası forumu haline gelen çok taraflı bir güvenlik diyalogundan doğmuştur. Bu organizasyonda Rusya ve Çin nominal olarak eşit ortaklar olarak hareket etmekte, ancak fiilen farklı önceliklere sahip olmaktadır. Çin, bu organizasyonu batı sınır bölgelerinin bölgesel istikrarını sağlamak ve kalkınma girişimlerini güvence altına almak için kullanırken, Rusya ise büyük güç rolünü göstermek ve kendi çok kutuplu dünya düzeni konseptini desteklemek için bir sahne olarak kullanmaktadır.
Her iki örgüt de bölgesel yapının karakterini yansıtmaktadır. Bu rejimler söylem düzeyinde bölgesel entegrasyonu desteklese de egemenlik haklarını uluslarüstü kurumlara devretmeye isteksizdir. Bu durum, çok taraflı karar alma mekanizmalarını zayıflatan ve ikili müzakereleri öne çıkaran belirgin bir hükümetlerarasılık biçimiyle sonuçlanmaktadır. Bu nedenle, AEB’nin daimi yürütme organı olan Avrasya Ekonomi Komisyonu ile ŞİÖ’nün bölgesel terörle mücadele birimleri gibi kurumsal yapılar sınırlı bir uygulama kapasitesine sahiptir. Bu kurumlarda alınan birçok karar pratikte çoğunlukla sembolik düzeyde kalmaktadır. Rejim istikrarının, ortak politika geliştirme çabalarının önüne geçmesi ise bölgesel düzeyde siyasi entegrasyonu zayıf kılmaktadır.
Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana, Rusya ve Çin farklı bölgesel işbirliği modelleri geliştirmiştir. Çin’in yaklaşımı esasen pragmatik ve ekonomik gerekçelere dayanmaktadır. Pekin, Kuşak ve Yol Girişimi (BRI) gibi projeler aracılığıyla Avrasya’daki ekonomik varlığını genişletmeyi ve bu amaçla kapsamlı bir ulusötesi altyapı ağı kurmayı hedeflemektedir. Buna karşılık, Rusya daha çok seçici kurumsallaşma ve ikili anlaşmalar yoluyla hareket etmekte ve bu stratejiyle, post-Sovyet coğrafyada jeopolitik liderliğini pekiştirmeyi amaçlamaktadır. AEB bu bağlamda yalnızca ekonomik entegrasyona hizmet etmekle kalmamakta, aynı zamanda Batı’nın etki alanlarına karşı bir tampon işlevi görmektedir. Ancak, Çin’in artan ekonomik dinamizmi ve küresel ölçekteki ekonomik ağı, Moskova’nın bölgedeki manevra alanını giderek daraltmakta ve iki aktör arasındaki ilişkileri yapısal bir gerilim içine sokmaktadır. Bu asimetrik güç dengesi, Avrasya’daki bölgesel düzenin temel dinamiklerini şekillendirmekte ve ortak girişimlerin uzun vadeli sürdürülebilirliğini sınırlamaktadır.
ŞİÖ, Rusya ile Çin arasında güvenlik politikalarının eşgüdümü açısından en önemli forum niteliğindedir. Örgütün gündemi, terörizm, ayrılıkçılık ve aşırılıkçılıkla mücadele yani sözde “üç kötülük” ile Orta Asya devletlerinde rejim istikrarının sağlanması üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bununla birlikte, ŞİÖ aynı zamanda Batı merkezli güvenlik mimarilerine normatif bir alternatif oluşturmaktadır. Örgüt, iç işlerine karışmama, devlet egemenliğine saygı ve kültürel çeşitliliğin korunması gibi ilkeleri temel almaktadır. Bu yönelimiyle ŞİÖ, siyasi açıklığı değil, devlet kontrolünü ve rejim istikrarını önceleyen bir forum işlevi görmektedir. Dolayısıyla örgüt, yalnızca bir güvenlik politikası aktörü olarak değil, aynı zamanda devlet merkezli bir düzen anlayışının ideolojik taşıyıcısı olarak da öne çıkmaktadır.
Aynı zamanda ŞİÖ’nün içyapısı da çeşitli farklılıklarla şekillenmektedir. Hindistan ve Pakistan’ın örgüte katılımı, her ne kadar jeopolitik erişimini genişletmiş olsa da beraberinde tarihsel çatışma hatlarını da taşımış ve bu durum, örgütün tutarlı bir stratejik yönelim geliştirmesini güçleştirmiştir. Kazakistan ve Özbekistan ise, yalnızca Rusya ve Çin’le değil, aynı zamanda Batılı ortaklarla da ilişkileri gözeten çok boyutlu bir dış politika yürütmektedir. Bu ülkelerin ŞİÖ üyeliği bu nedenle seçici ve taktiksel niteliktedir, zira bu forum, onların büyük güçlerden birine kalıcı biçimde bağlanmaksızın uluslararası görünürlüklerini artırmalarına olanak tanımaktadır.
Çin’in BRI bağlamında ŞİÖ, iki temel işleve sahiptir. Bir yandan Çin’in altyapı projeleri için gerekli güvenlik ortamını istikrara kavuşturmakta, diğer yandan Moskova’ya bölgenin ekonomik yeniden yapılanma sürecine katılma olanağı sunmaktadır. Ancak, iki aktör arasındaki güç dengesi asimetrik niteliğini sürdürmektedir. Çin ekonomik motor ve finansör rolünü üstlenirken, Rusya daha çok siyasi ve askeri düzenleyici işleviyle öne çıkmaktadır. 2010’lu yıllarda tamamlayıcı görünen bu işbölümü, özellikle Çin’in güvenlik politikası alanındaki işbirliğini genişleterek geleneksel Rus etki sahasına girmeye başlamasından itibaren giderek örtük bir rekabete dönüşmektedir.
2015 yılında resmen kurulan AEB, Rusya’nın post-Sovyet dönemde yeni bir bölgesel düzen inşa etmeye yönelik en iddialı girişimini temsil etmektedir. Birliğin temelini, üye devletler arasındaki ticaret engellerini kaldırmayı ve ortak bir ekonomik alan oluşturmayı hedefleyen bir gümrük birliği teşkil etmektedir. Rusya, ekonomik açıdan birliğin baskın gücüdür. Toplam Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’nın (GSYİH) yaklaşık yüzde 90’ını üretmekte ve bu konumunu dış politika alanında kontrol mekanizmaları oluşturmak için kullanmaktadır. Buna karşın, Belarus, Ermenistan, Kazakistan ve Kırgızistan gibi daha küçük üyeler birliği öncelikle ekonomik kazanımların, özellikle de Rus pazarına ayrıcalıklı erişimin bir aracı olarak görmektedir. Bu farklı beklentiler, AEB’nin siyasi tutarlılığını zayıflatmakta, uluslarüstü kurumların varlığına rağmen karar alma süreci büyük ölçüde hükümetlerarası etkileşimlere dayanmaya devam etmektedir. AEB Adalet Divanı’nın kararları çoğu zaman göz ardı edilmekte, ulusal çıkarlar ise kolektif kuralların önüne geçmektedir.
Rusya’nın AEB’yi stratejik bir dış politika aracı olarak kullanma eğilimi, uluslararası tutumunda da açıkça görülmektedir. Moskova, Vietnam, Sırbistan ve İran gibi üçüncü ülkelerle serbest ticaret anlaşmaları imzalayarak birliğin uluslararası görünürlüğünü artırmaya ve onu Batı merkezli yapılara karşı dengeleyici bir unsur olarak konumlandırmaya çalışmaktadır. Bu “yumuşak hegemonya” politikası, Rusya’ya doğrudan kontrol mekanizmaları uygulamadan nüfuzunu güvence altına alma imkânı sunmaktadır. Bununla birlikte, birlik ekonomik açıdan hâlâ sınırlı bir entegrasyon düzeyinde kalmaktadır. Birlik içi ticaret, Rusya’nın toplam dış ticaretinin yalnızca küçük bir kısmını oluşturmakta, ihracatın büyük bölümü ise hâlen Avrupa Birliği ve Çin pazarlarına yönelmektedir.
Moskova ile Pekin arasındaki jeopolitik rekabet, Orta Asya devletlerini ikircikli bir konuma sürüklemektedir. Bu devletler bir yandan büyük güçlerin rekabetinden yararlanarak mali yardımlar, yatırımlar ve güvenlik garantileri elde etmeye çalışmakta, diğer yandan hem Rusya’ya hem de Çin’e olan bağımlılıkları giderek artmaktadır. Dolayısıyla dış politikaları, stratejik özerkliği koruma hedefi etrafında şekillenen dikkatli bir denge politikasına dayanmaktadır. Bu bağlamda Türkiye, kültürel ve dilsel bağları aracılığıyla bölge üzerinde etkisini artıran ve özellikle Güney Kafkasya’da önem kazanan bir aktör olarak öne çıkmaktadır. Sonuç olarak Avrasya’da ekonomik, normatif ve güvenlik politikası modellerinin eşzamanlı olarak rekabet ettiği çok kutuplu bir güç alanı ortaya çıkmaktadır.
Kurumsal zayıflıklarına rağmen AEB ve ŞİÖ, bölgesel düzende merkezi bir düzenleyici işlev üstlenmektedir. Bu kurumlar, Rusya ve Çin’e hem çıkarlarını koordine edebilecekleri hem de alternatif düzen anlayışlarını yayabilecekleri platformlar sunmaktadır. Söz konusu “işlevsel düzenlemeler” esneklikle karakterize edilmekte; derinlemesine entegrasyondan kaçınırken, sözleşmeye dayalı karşılıklı bağımlılıklar ve kurumsal rutinler aracılığıyla istikrarı teşvik etmektedir. Her iki ülke de bu mekanizmaları, Batı kurumlarının etkisini sınırlandırmayı hedefleyen çok kutuplu bir dünya düzeninin tamamlayıcı unsurları olarak görmektedir. Rusya güvenlik politikasında garantör devlet rolünü vurgularken, Çin ekonomik bağları kullanarak uzun vadede küresel liderlik konumunu pekiştirmeye çalışmaktadır.
Bu kurumsal yapı, ne klasik entegrasyon süreçlerine ne de Batı liberal düzenine tam olarak uyan hibrit bir bölgeselcilik biçiminin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu konfigürasyon, normatif veya demokratik değerlerden ziyade istikrar, rejim güvenliği ve toprak bütünlüğü gibi ortak çıkarları ön plana çıkaran üyeler arasındaki pragmatik işbirliğine dayanmaktadır. Ortaya çıkan sonuç, siyasi meşruiyetin toplumsal katılımdan çok ekonomik verimlilik ve güvenlik temelli kontrol mekanizmalarından türediği bir tür “entegrasyon” modelidir.
Uzun vadede bu düzenin sürdürülebilirliği belirsizliğini korumaktadır. Ekonomik dengeler Çin’in, güvenlik boyutu ise Rusya’nın lehine olduğu için, yapısal asimetri artan rekabetle birlikte daha da derinleşebilecek gerilimler barındırmaktadır. Bununla birlikte, Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye gibi dış aktörlerin Global Gateway veya C5+1 formatı gibi girişimlerle bölgeye dâhil olmaları, mevcut dengeyi zorlayan yeni dinamikler yaratmaktadır. Yine de Avrasya deneyimi, Rusya ve Çin’in güç dengesi, sınırlı kurumsal entegrasyon ve normatif homojenlik temelinde istikrarlı fakat esnek işbirliği biçimleri oluşturma kapasitesine sahip olduğunu göstermektedir.
Genel olarak Avrasya, devletlerin liberal ilkeleri benimsemeksizin egemenlik, istikrar ve kalkınmayı birbirine bağlamaya çalıştıkları alternatif düzen modellerinin denendiği bir laboratuvar olarak ortaya çıkmaktadır. Hem ŞİÖ hem de AEB, Rusya ve Çin’in Batı dışı bir bölgesel düzenin temellerini test ettikleri başlıca platformlar olarak işlev görmektedir. Bu düzen, bir yandan kurumsal istikrar ve sınırlı işbirliği potansiyeli yaratırken, diğer yandan güç asimetrilerini ve normatif çelişkileri yeniden üreten bir ikilikle (ambivalansla) karakterize edilmektedir. Dolayısıyla Avrasya, ne tamamen entegre ne de bütünüyle parçalanmış aksine işbirliği ile rekabetin iç içe geçtiği, çakışan çıkarların oluşturduğu akışkan bir bölgesel ağ görünümü sergilemektedir.
