Orta Asya’da Hidro-Hegemonya ve Su-Enerji Çatışmaları

Orta Asya’nın su krizi, bir kaynak sorunundan çok bir siyasi vizyon ve işbirliği iradesi sorunudur.
Merkezi Sovyet sisteminin çöküşü, su takası üzerine kurulu hassas dengeyi sona erdirmiştir.
Çözüm, sadece altyapı modernizasyonu değil, aynı zamanda uygun fiyatlandırma mekanizmalarını da içeren kapsamlı bir tarımsal reformdur.

Paylaş

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

Orta Asya’nın kaderi, Amuderya ve Siriderya nehirlerinin etrafında şekillenmektedir. Bu nehirler, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte bölgesel entegrasyon unsuru olmaktan çıkıp jeopolitik bir fay hattına ve ulusal egemenlik mücadelelerinin merkezine dönüşmüştür. Esas sorun, bölgedeki su krizinin basit bir kaynak kıtlığı sorunundan ziyade coğrafyanın dayattığı ve Sovyet mirasının derinleştirdiği yapısal bir ikilemden kaynaklanmaktadır. Sorunun temelinde, bölge ülkelerini çıkarları doğrudan birbiriyle çelişen iki zıt kampa ayıran derin bir ayrışma yatmaktadır. 

Bir tarafta, “enerji fakiri ancak su zengini” konumundaki dağlık yukarı kıyı devletleri Kırgızistan ve Tacikistan yer almaktadır. Bu ülkeler için nehirler, hidrokarbon kaynaklarının yokluğunda kış aylarında elektrik üretecek ulusal egemenlik anahtarı işlevindedir ve Tacikistan’ın devasa Rogun Barajı gibi projeleri stratejik bir koz olarak görülür. Diğer tarafta ise “enerji zengini ancak su fakiri” aşağı kıyı devletleri Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan bulunur; bu devletler için aynı nehirler, ekonomilerinin bel kemiği olan tarım sektörü için, özellikle yaz aylarında kritik bir bağımlılık arz etmektedir. Yukarıda tutulan her metreküp su, onlar için potansiyel bir gıda krizi riski taşır. Bu “bir nehir, iki kader” denklemi, suyun teknik bir kaynak yönetiminden çıkıp bir ulusal beka meselesi olarak güvenlikleştirilmesine yol açmıştır.

Orta Asya’daki su krizinin kökeni, Sovyetler Birliği’nin doğayı mutlak kontrol altına alma arzusunun yarattığı öngörülemez kaos ikileminde yatmaktadır. Bu miras, doğanın fethine yönelik mühendislik kibrinin yol açtığı ekolojik iflas ve bu kontrol mekanizmasının çöküşüyle ortaya çıkan siyasi ve kurumsal vakum olarak iki eksende incelenebilir. Stalinist ideolojinin merkezindeki doğanın dönüştürülmesi ideali, Amuderya ve Siriderya nehirlerinin hidrolojik dengesine radikal bir müdahalede bulunulmasına neden olmuş; Maya Peterson’ın bu fanteziyi tanımlamak için kullandığı “boru hayalleri”[i], bölgenin ekolojik ve siyasi geleceğini kalıcı olarak ipotek altına almıştır. Bu hayallerin fiziki yansıması, suların büyük ölçüde kaplamasız ve bakımsız topraktan oluşan devasa sulama kanalları aracılığıyla çöl bölgelerine yönlendirilmesiydi. 

İlkel altyapıdaki sızıntı ve buharlaşma nedeniyle kanallara alınan suyun yaklaşık yüzde 40 ila yüzde 60’ı tarlalara dahi ulaşamadan kayboluyordu.[ii] Sonuç, bir zamanlar dünyanın dördüncü büyük gölü olan Aral’ın adeta bir çöp sepetine dönüşerek tamamen kuruması oldu. Geriye, kuruyan göl yatağından her yıl rüzgarlarla 43 milyon tondan fazla zehirli tuz ve tarım kimyasalı taşıyan, Aral-kum adında yeni bir çöl kalmıştır.[iii]

Daha da önemlisi, Birliğin 1991’de dağılması, kışın enerji karşılığında yazın tarıma su takasını sağlayan bütünleşmiş merkezi yönetim sisteminin de sonu anlamına geliyordu. Bu merkezi otoritenin çöküşüyle ortaya çıkan kurumsal boşluğu doldurmak amacıyla kurulan Sınır Aşan Sular Devletlerarası Koordinasyon Komisyonu (ICWC) gibi yapılar, yeni filizlenen ulusal egemenlik kaygıları ve derin bir güvensizlik ortamında işlevsiz kaldı. Güvensizlik, cumhuriyetlerin sürekli olarak birbirlerini belirlenen kotaları aşmakla ve su “çalmakla” suçlamasına yol açmıştır.[iv] Sonuç olarak Sovyetler Birliği, bu coğrafyaya, doğanın dengesini onarılamaz şekilde bozmuş bir ekolojik enkaz ve bu enkazı yönetebilecek kurumsal işbirliği mekanizmalarından yoksun bir siyasi boşluk bırakmıştır. Bugünkü hidro-politik gerilimler, işte bu çifte mirasın üzerinde yükselmektedir.

Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle birlikte su krizi, iklim değişikliğinin yarattığı kaçınılamaz baskı, devletlerarası hidrohegemonya mücadelesi ve kronikleşmiş tarımsal verimsizlikten oluşan çok katmanlı bir yapısal krize dönüşmüştür. Krizin en belirleyici ve uzun vadeli dinamiği, bölgenin su kaynaklarının temelini oluşturan dağ buzulları üzerindeki küresel iklim değişikliğinin etkisidir. Bölgesel sıcaklık artışları, kısa vadede buzul erimesini hızlandırarak yanıltıcı bir su bolluğu yaratsa da bu durum uzun vadede bölgenin hayati “su kuleleri”nin tükenmesine yol açacaktır. 

Uzmanlar, buzulların hızla geri çekilmesinin gelecekteki akış miktarını dramatik bir şekilde azaltma ve akış rejimini öngörülemez kılma potansiyeli taşıdığını belirtmektedir.[v] İkinci olarak, merkezi Sovyet sisteminin çöküşü, su takası üzerine kurulu hassas dengeyi sona erdirmiştir. Yukarı kıyıdaş devletlerin kendi enerji bağımsızlıklarını sağlamak için devasa HES projelerine odaklanması, aşağı kıyıdaşların yaz sulama sezonunda ihtiyaç duyduğu su akışını kesintiye uğratma riski taşımaktadır.[vi] Bağımsızlık sonrası kurulan su-enerji takas anlaşmaları, enerji teslimatlarının kronik olarak güvenilmez olması nedeniyle çökmüş; bu güvensizlik tehlikeli bir “misilleme” döngüsü başlatmıştır. 

Enerji tedarikinde sorun yaşayan yukarı kıyı ülkeleri, kış aylarında HES’ler aracılığıyla daha fazla su salarak karşılık vermiş; bu eylem, aşağı kıyı bölgelerinde yıkıcı kış taşkınlarına neden olurken, yaz sulama için mevcut su miktarını kritik düzeyde azaltmıştır. Bu durum, su akışının diplomatik bir kaldıraç ve fiili bir “silah olarak kullanılması” döngüsünü tetiklemiştir.[vii] Son olarak krizin en temel ancak en az dikkat çeken boyutu, tarım sektöründe devam eden devasa su israfıdır. Orta Asya’nın ana su tüketicisi olan sulanan tarım, bölgedeki çekilen toplam suyun yaklaşık %90’ını tüketmekte ve eski sulama kanalları ve verimsiz teknikler nedeniyle nehirden çekilen suyun %40 ila %60’ı tarlalara dahi ulaşamadan kaybolmaktadır.[viii] Bu kronikleşmiş kayıp, su kıtlığını teknolojik yetersizlik ve yönetimsel ihmal ile birleştirmiştir.

Orta Asya’nın mevcut kırılgan hidro-politik dengesi, güneyden gelen yeni ve öngörülemez bir jeopolitik şokla temelinden sarsılma riskiyle karşı karşıyadır. Bu somut risk, Taliban yönetimi tarafından hızla inşa edilen 285 kilometre uzunluğundaki Qoş Tepa Sulama Kanalı projesidir.[ix] Bu devasa proje, Amuderya Nehri’nin toplam akışının tahmini %20 ila %30’unu tek taraflı olarak yönlendirmeyi hedeflemektedir. Bu hamle, suyunun büyük bir kısmını zaten tarımda kullanan aşağı kıyı komşuları Özbekistan ve Türkmenistan için potansiyel bir felaket anlamına gelmekte; uzman tahminleri, kanalın tamamlanmasıyla Türkmenistan’ın Amuderya’dan aldığı suyun %80’e varan oranlarda azalabileceğini göstermektedir.[x] En tehlikelisi, Afganistan’ın mevcut su paylaşım anlaşmalarının hiçbirine taraf olmaması nedeniyle projenin uluslararası müzakere zeminini karmaşıklaştırmasıdır.[xi]

Bu iç dinamikler, küresel ve bölgesel güçlerin de dahil olduğu bir jeopolitik denklemle kesişmektedir. Kuşak ve Yol Girişimi (KYG) ile Çin, bölgedeki ekonomik etkisini hızla artırmış ve hidro-politik denklemin kilit bir aktörü haline gelmiştir.[xii] Rusya’nın Ukrayna’daki savaş nedeniyle dikkatinin dağılması bir güç boşluğu yaratırken, Batılı aktörler (ABD, AB) ve Uluslararası Finans Kuruluşları (IFI’lar) Rusya ve Çin’in etkisini dengelemek amacıyla bölgeyle ilişkilerini derinleştirmektedir. IFI’lar, su dağıtım sistemlerini çağdaşlaştırmak için yatırımlar yapsa da analitik bir eleştiri olarak bu kurumların büyük ölçüde teknik çözümlere (altyapı onarımı) odaklanması bir sınırlılık yaratmaktadır. Uzmanlar, teknik çözümlerin; şeffaflık, hesap verebilirlik ve yaptırım mekanizmaları gibi siyasi reformlarla desteklenmediği sürece etkisinin sınırlı kalacağı konusunda uyarmaktadır.[xiii]

Orta Asya, tarihsel bir yol ayrımındadır. Bölge ülkeleri, Sovyetler Birliği’nden miras kalan sıfır toplamlı çatışma mirasına hapsolarak ortak bir su felaketine sürüklenme ya da entegre bir bölgesel düzen kurma seçimiyle karşı karşıyadır. Krizin kökleri basit bir kaynak kıtlığından ziyade, yukarı kıyıdaşların enerji güvenliği ile aşağı kıyıdaşların gıda güvenliği arasındaki yapısal ikilemde yatmaktadır. Bu kırılgan dengeyi kalıcı olarak bozan Qoş Tepa Kanalı gibi jeopolitik şoklar, acil bir stratejik vizyonun hayati önem taşıdığını göstermektedir.

Bu krizi bir fırsata dönüştürmek, hidro-diplomasiyi önceliklendiren, çok katmanlı bir yaklaşımı gerektirmektedir. İlk olarak, acil risklerin yönetimi ve güven inşası zorunludur. Bölgesel kurumlar zayıfken, Türkmenistan ve Özbekistan arasında imzalanan, büyük projeler için “bağımsız bir uluslararası değerlendirmeye” atıf yapan ikili anlaşmalar emsal teşkil etmelidir. Qoş Tepa krizinin yönetiminde ise Afganistan’ı dışlamak yerine, ülkeye koordineli su yönetimi ve veri paylaşımı karşılığında enerji ve gıda yardımı tekliflerini içeren bir “kaynak karşılığı diplomasi” kanalı kurulmalıdır. İkinci olarak, krizin kökenindeki yapısal ikilem çözülmelidir; bu, su ve enerji arasındaki “düşman” ilişkisini “ortak” bir ilişkiye dönüştürmekle mümkündür. 

Güvensizliğe dayalı barter anlaşmaları yerine, piyasa koşullarına dayalı, şeffaf ve güvenilir bölgesel bir bütünleşmiş enerji şebekesi kurulmalıdır. Bu strateji, kışın enerji üretmek için su tutmaya zorlayan yapısal ihtiyacı ortadan kaldıracaktır. Ayrıca, bu durum, krizin diğer yapısal ayağı olan tarımsal israfla mücadeleyle tamamlanmalıdır. Çözüm, sadece altyapı modernizasyonu değil, aynı zamanda uygun fiyatlandırma mekanizmalarını da içeren kapsamlı bir tarımsal reformdur. Zira bölgedeki suyun %90’ını tüketen tarımda sağlanacak verimlilik, tüm baraj projelerinden daha fazla “yeni” su kaynağı yaratma potansiyeline sahiptir. 

Son olarak uzun vadeli istikrar için kalıcı bir kurumsal mimari inşa edilmelidir. Etkisiz ICWC gibi yapılar, sadece su teknokratlarını değil, enerji, tarım, finans ve çevre sektörlerinden uzmanları da içerecek şekilde çok sektörlü bir yapıya kavuşturulmalıdır. Dış aktörler de bu dönüşümde kritik bir rol oynamalı; ABD ve AB gibi uluslararası donörler, teknik yardımların ötesine geçerek, dış yardım fonlarının bir kısmını ICWC reformu, şeffaflık ve hesap verebilirlik gibi kurumsal alanlarda somut ilerleme kaydedilmesine bağlamalıdır. Özetle Orta Asya’nın su krizi, bir kaynak sorunundan çok bir siyasi vizyon ve işbirliği iradesi sorunudur. Bölge, Sovyet mirasının çatışma dolu sularında boğulmak ya da ortak bir geleceğin bütünleşmiş havzasını inşa etmek arasında kritik bir seçim yapmak zorundadır.


[i] Peterson, Maya K. Pipe Dreams: Water and Empire in Central Asia’s Aral Sea Basin. Cambridge: Cambridge University Press, 2019, p. 22.

[ii] Dukhovny, Viktor A., Joop L.G. de Schutter ve Viktor Abramovich. Water in Central Asia: Past, Present, Future. Boca Raton: CRC Press, 2011, p.9.

[iii] “Acting on an environmental health disaster: the case of the Aral Sea.”, Environmental Health Perspectives, https://ehp.niehs.nih.gov/doi/pdf/10.1289/ehp.01109547, (Erişim Tarihi: 22.10.2025).

[iv] International Crisis Group. “Central Asia: Water and Conflict”. Europe & Central Asia Report, No. 034, 2002.

[v]Rahimov, Sulton. “Climate change and its impact on water resources in Central Asia”. DOCUMENTOS CIDOB ASIA, No. 25, 2009.

[vi] Menga, Filippo. Power and Water in Central Asia. London: Routledge, 2017, p. 19

[vii] International Crisis Group. “Central Asia: Water and Conflict”. Europe & Central Asia Report, No. 034, 2002.

[viii] Dukhovny, a.g.e, p.9.

[ix]“The Qosh Tepa Canal: Source of Possible Regional Tension”, NUS Institute of South Asian Studies (ISAS), https://www.isas.nus.edu.sg/papers/the-qosh-tepa-canal-source-of-possible-regional-tension/, (Erişim Tarihi: 22.10.2025).

[x]“Qosh Tepa Canal Sparks Concerns in Central Asia”, The Times Of Central Asia, https://timesca.com/afghanistans-qosh-tepa-canal-sparks-water-security-concerns-in-central-asia/, (Erişim Tarihi: 22.10.2025).

[xi]“Central Asia’s complex water-security diplomacy with the Taliban”, The Strategist, https://www.aspistrategist.org.au/central-asias-complex-water-security-diplomacy-with-the-taliban/, (Erişim Tarihi: 22.10.2025).

[xii]“Full article: Seeing beyond negotiations: the impacts of the Belt and Road on Sino-Kazakh transboundary water management”, Tandfonline, https://www.tandfonline.com/doi/full/10.1080/07900627.2022.2090905, (Erişim Tarihi: 22.10.2025).

[xiii]“WATER IN CENTRAL ASIA: A PROSPECT OF CONFLICT OR COOPERATION?”, Journal of Public and International Affairs, https://jpia.princeton.edu/document/392, (Erişim Tarihi: 22.10.2025).

Kürşat İsmayıl
Kürşat İsmayıl
Kürşat İsmayıl, 2017-2021 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü'nden lisans derecesini ve ardından Rusya ve Kafkas Tarihi alanında yüksek lisans derecesini edindi. Yüksek lisans tezi "Azerbaycan Modernleşmesinin Temelleri: Mirze Kazımbey ve Abbaskulu Ağa Bakıhanov'un Düşünce Dünyası" idi. Hâlen Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler alanında doktora eğitimine devam etmektedir. İleri düzeyde Azerbaycan Dili (Anadil), Türkçe , İngilizce ve Rusça bilmektedir; ayrıca Osmanlı Türkçesi bilgisine sahiptir.

Benzer İçerikler