Analiz

Afrika’da Çatışmanın Evrimi: Cihatçı Yayılım, Devlet Zayıflığı ve Stratejik Boşluklar

ACLED’in son verileri, Afrika’daki çatışmaların arttığını ve niteliğinin değiştiğini ortaya koymaktadır.
Benin, Togo ve Gana gibi ülkelerde yaşanan gelişmeler, cihatçı tehdidin yalnızca Sahel’e özgü olmadığını açıkça göstermektedir.
Önleyici diplomasi, entegre kalkınma planları ve çok taraflı işbirliği mekanizmaları, kıtanın geleceğini şekillendirecek temel unsurlar olacaktır.

Paylaş

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

2025 yılının Haziran ayı itibarıyla Afrika Kıtası, yalnızca çatışmaların sayıca arttığı değil, aynı zamanda niteliğinin de ciddi şekilde evrildiği bir döneme tanıklık etmektedir. “Silahlı Çatışma Yeri ve Olay Veri Projesi (ACLED)” tarafından yayımlanan güncel veriler, şiddetin yalnızca geleneksel merkezlerde değil, sınır bölgelerinde ve yeni aktörlerin etkinlik sahasında da yayıldığını göstermektedir.[1] Özellikle Sahel Kuşağı, Batı Afrika’nın kıyı devletleri ve Mozambik’in kuzey bölgeleri, bu ayki raporda öne çıkan üç temel kriz alanı olarak dikkat çekmektedir. Bu coğrafyalarda yaşanan gelişmeler yalnızca yerel güvenliği tehdit etmekle kalmamakta, aynı zamanda kıta genelinde kırılgan devlet yapılarının yeniden tanımlandığı bir dönemin kapısını aralamaktadır.

Söz konusu çatışma dinamiklerinin arka planında; devlet otoritesinin zayıflaması, alternatif düzen sağlayıcı aktörlerin meşruiyet kazanması ve uluslararası güçlerin pozisyon değişikliği gibi çok katmanlı süreçler yer almaktadır. Örneğin Sahel Kuşağı’nda Cemaat Nusrat ul-İslam ve el-Müslüman’ın (JNIM) proto-devlet özellikleri taşıyan yapılar kurması, yalnızca güvenlik tehdidi olarak değil, aynı zamanda alternatif yönetim modeli olarak da değerlendirilmelidir. Aynı şekilde Benin, Togo ve Gana gibi daha önce görece istikrarlı addedilen ülkelerdeki saldırıların artışı, cihatçı yapıların yeni genişleme ekseni oluşturduğunu ortaya koymakta ve bu durum kıtanın güvenlik mimarisinin yeniden sorgulanmasına neden olmaktadır. Mozambik’in Cabo Delgado bölgesinde ise DEAŞ bağlantılı yapıların yeniden güç kazanması, uluslararası aktörlerin ilgisini yeniden bu bölgeye çekmektedir.

Haziran ayı boyunca Sahel bölgesinde gerçekleşen saldırıların coğrafi yayılımı ve etki düzeyi, yalnızca merkezi hükümetlerin değil, bölgesel güvenlik işbirliklerinin de başarısızlığını gün yüzüne çıkarmaktadır. Burkina Faso, Mali ve Nijer’deki askeri geçiş rejimlerinin uygulamaya çalıştığı ağır güvenlik politikaları, JNIM gibi yapılanmaları durdurmak bir yana halk desteğini daha da zayıflatmakta ve silahlı grupların meşruiyet zeminini güçlendirmektedir. ACLED verileri, yalnızca silahlı grupların gerçekleştirdiği eylemleri değil, aynı zamanda devlet güçlerinin faili olduğu insan hakları ihlallerini de içermekte, bu durum güvenlik stratejisinin yalnızca silahlı baskı üzerinden kurulduğuna işaret etmektedir. Bu da uzun vadede devletin sivil alanı düzenleme kapasitesinin çökmesine neden olmaktadır.

Özellikle Fulani topluluklarına yönelik saldırılar, etnik temelli şiddetin yeniden tırmanmasına zemin hazırlamaktadır. Cihatçı gruplar, bu toplulukların devlet güçlerince dışlandığını iddia ederek sempati kazanmakta, ardından bu alanlarda silahlı kontrol kurmakta ve vergi toplayarak meşruiyetini pekiştirmektedir. Bu durum, klasik savaş alanı ile idari alan arasındaki sınırları bulanıklaştırmakta, çatışma ile yönetişim iç içe geçmektedir. JNIM’in gerçekleştirdiği saldırıların yoğunlaştığı bölgelerde, grup tarafından uygulanan kendi hukuk düzeni, çözüm üretici mahkemeler ve topluluk liderleri üzerinden inşa edilen ilişkiler ağı, devlete alternatif bir norm üretim süreci yaratmaktadır. Dolayısıyla şiddet yalnızca yıkıcı bir eylem değil, aynı zamanda yeni bir siyasal düzen üretme stratejisidir.

Benin, Togo ve Gana gibi ülkelerde yaşanan gelişmeler, cihatçı tehdidin yalnızca Sahel’e özgü olmadığını açıkça göstermektedir. ACLED’in verilerine göre, 2025 yılının yalnızca ilk beş ayında Benin’de yaşanan cihatçı saldırı sayısı, 2024 yılının tamamını geçmiş durumdadır.[2] Bu artış, kıyı devletlerinin sınır bölgelerinde güvenlik açıklarının bulunduğunu ve silahlı grupların bu boşluklardan faydalandığını ortaya koymaktadır. Bu bağlamda bölgesel işbirliği mekanizmalarının yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir. Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu’nun (ECOWAS) askeri kapasitesinin ve istihbarat koordinasyonunun yetersizliği, yalnızca kriz yönetimini değil, önleyici güvenlik inşasını da imkânsız hâle getirmektedir.

Mozambik’in kuzeyinde yer alan Cabo Delgado bölgesi ise bir başka kritik kırılma noktasıdır. 2021 yılında Wagner grubu destekli Mozambik ordusunun göreli başarısının ardından sönümlenen çatışmalar, Haziran 2025 itibarıyla yeniden alevlenmiş durumdadır. DEAŞ bağlantılı “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat (ASWJ)” grubu, özellikle kırsal alanlarda kontrolü yeniden sağlamaya başlamış ve bazı stratejik kasabalarda askeri üsleri hedef almıştır. ACLED’in aktardığına göre, nisan ve mayıs aylarında düzenlenen saldırılar sonucu onlarca asker hayatını kaybetmiş, yüzlerce sivil yerinden edilmiştir. Bu gelişmeler, güvenliğin kalıcı olmadığını, dış destekli askeri başarıların yapısal çözümlere dönüşmediği sürece geçici kaldığını göstermektedir.

Bu tablo, Afrika kıtasında güvenlik ve şiddet konusunun yalnızca askerî müdahalelerle çözülemeyeceğini bir kez daha ortaya koymaktadır. Silahlı gruplar yalnızca zayıf bölgelerde değil, aynı zamanda sosyoekonomik olarak dışlanmış alanlarda da yayılmakta ve devletin yokluğunu kendi lehlerine çevirmektedir. Cihatçı grupların finansman kaynakları da giderek çeşitlenmekte; altın kaçakçılığı, hayvan ticareti, yasadışı göç ağları ve vergilendirme gibi yöntemlerle sürdürülebilir bir gelir modeli oluşturmaktadır. Bu durum, klasik terörle mücadele yaklaşımlarının artık yetersiz kaldığını ve çok boyutlu bir stratejiye ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir.

Bu bağlamda yalnızca silahlı müdahaleler değil, aynı zamanda sosyal adalet mekanizmalarının inşası, devletin varlığının yalnızca baskıyla değil, hizmet sunumuyla da hissedilmesi gereklidir. Sağlık, eğitim, altyapı ve yerel ekonomik kalkınma gibi alanlarda yapılacak müdahaleler, halkın devlete olan bağlılığını artırabilecek potansiyele sahiptir. Ayrıca etnik ve mezhepsel temelli ayrımcılığı ortadan kaldırmaya yönelik reformlar, özellikle Fulani gibi hedef hâline gelen topluluklarla olan ilişkiyi yeniden inşa edebilir.

Mevcut veriler ışığında, önümüzdeki dönemde üç temel gelişme beklenmektedir. Birincisi, Sahel Kuşağı’nda JNIM ve diğer silahlı yapıların kontrol alanları genişlemeye devam edecektir. Bu yayılım, yalnızca kırsal bölgelerde değil, stratejik kasabalarda da hissedilecek ve grupların yönetim kapasitesi artacaktır. İkincisi, Batı Afrika kıyı devletlerinde güvenlik ihlalleri daha sistematik hâle gelecek ve bu ülkeler iç güvenlik odaklı dış politikalara yönelmek zorunda kalacaktır. Üçüncüsü Mozambik’teki çatışmalar, Doğu Afrika’da yeni bir bölgesel güvenlik mimarisi tartışmasını başlatabilir. Bu da Güney Afrika Kalkınma Topluluğu’nun (SADC) yeniden yapılanmasını gündeme getirebilir.

Sonuç olarak ACLED’in son verileri, Afrika’da yalnızca çatışmaların arttığını değil, aynı zamanda bu çatışmaların niteliğinin değiştiğini ortaya koymaktadır. Devlet dışı aktörler artık yalnızca terör estiren gruplar değil, aynı zamanda alternatif yönetişim mekanizmaları kuran yapılardır. Bu durum, devletin yeniden inşası tartışmalarını yalnızca güvenlik perspektifiyle değil, sosyopolitik ve ekonomik bağlamlarla ele alma zorunluluğunu doğurmaktadır. Aksi takdirde şiddet sarmalı yalnızca daha geniş coğrafyalara yayılacak ve çözümsüzlük kalıcı hâle gelecektir. Önleyici diplomasi, entegre kalkınma planları ve çok taraflı işbirliği mekanizmaları, kıtanın geleceğini şekillendirecek temel unsurlar olacaktır.


[1] Regional Overview Africa, ACLED, Haziran 2025, https://acleddata.com/2025/06/06/africa-overview-june-2025/, (Erişim Tarihi: 23.06.2025).

[2] Aynı yer.

Göktuğ ÇALIŞKAN
Göktuğ ÇALIŞKAN
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde lisans eğitimi alan Göktuğ ÇALIŞKAN, aynı süreçte çift anadal programı kapsamında üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yer alan Uluslararası İlişkiler bölümünde de eğitim görmüştür. 2017 yılında lisans mezuniyetini tamamladıktan sonra Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde yüksek lisans programına başlayan Çalışkan, bu programı 2020 yılında "Hindistan Şiiliği ve İran’ın Hindistan Politikasının Yumuşak Güç Çerçevesinde Değerlendirmesi: Kontrüktivist Bir Bakış" adlı teziyle başarı ile tamamlamıştır. 2018 yılında ise çift ana dal programı kapsamında eğitim gördüğü Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun olmuştur. Millî Eğitim Bakanlığı Yurtdışı Seçme ve Yerleştirme (YLSY) programı kapsamında Fransa’da dil eğitimi alan Göktuğ Çalışkan, ardından Fas’ta bulunan Uluslararası Rabat Üniversitesinde 2. yüksek lisansını "La Présence Chinoise En Afrique Et L’évaluation De La Politique Africaine De La Chine Dans Le Contexte Du Projet « La Ceinture Et La Route » : Les Cas du Kenya et de l’Ouganda" (Çin'in Afrika'daki Varlığı ve Çin'in Afrika Politikasının Kuşak ve Yol Projesi Bağlamında Değerlendirilmesi: Kenya ve Uganda Örnekleri) teziyle 2022 yılında tamamlamıştır. Aynı zamanda Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisi olan Çalışkan, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde de doktorasına devam etmektedir. Çalışkan, ayrıca YLSY kapsamında Fas’ta yine Uluslararası Rabat Üniversitesi’nde doktoraya başlamıştır. Ankasam Uluslararası İlişkiler uzmanı olarak çeşitli konularda röportajları ve analizleri bulunan Çalışkan, kitap bölümleri, makaleler ve kitap incelemelerine de devam etmektedir. Çalışkan, iyi derecede İngilizce ve Fransızca bilmekte olup, Çin-Afrika İlişkileri, Sahel, Sahel’de Din ve Güvenlik, İran, Şiilik, Hindistan, Gıda Güvenliği, Afrika'da İklim, İsyanlar ve Terörizm, Afrika Jeopolitiği, Kuşak ve Yol Projesi, Orta Asya üzerine akademik çalışmalarını sürdürmektedir.

Benzer İçerikler